6 dk.
25 Ekim 2022
Ellerinde okuyacak kitapları bile olmayan bir topluluğa indirilen Kur'an'ın "Oku!" emriyle başlaması ne kadar mantıklıdır?-gorsel
Youtube Banner

Ellerinde okuyacak kitapları bile olmayan bir topluluğa indirilen Kur'an'ın "Oku!" emriyle başlaması ne kadar mantıklıdır?

Soru: Kur’an’ın ilk emrinin “Oku!” olduğu doğru mudur? Yazılı kültürü olmayan, hatta ilk yazılı metni Kur’an olan bir toplum için böyle bir emir ne kadar anlamlı olabilir? Ayrıca henüz tamamlanmamış bir kitaba neden “Oku!” diye başlanmıştır?
 

Cevap: “Okumak” denilince zihinlerde ilk canlanan davranışın üzerinde yazı bulunan herhangi bir metni okumak, telaffuz etmek olması bir derece normaldir. Ancak biraz dikkatle bu kelimenin sadece böyle bir davranışı işaret etmediği, farklı anlamlara geldiği anlaşılabilir. Okumak kelimesi; ilim tahsil etmek, okula devam etmek, ezberden bir şeyi söylemek, şarkı veya şiir söylemek ve bir şeyi anlamak-sezmek gibi pek çok anlama gelen bir kelimedir.

 

“İkra” kelimesi ise meallerde genellikle “Oku!” olarak çevrilmesine rağmen meselenin bu kadar basit olmadığını biliyoruz. Özellikle de vahyin indiği dönemde yazılı kültürü pek bulunmayan Arap toplumunda bir kitabı okumak manasında kıraat kavramından söz edemeyiz. Üstelik Kur’an’ı bir bütün hâlinde yazılı bir metin olarak okumak şeklinde bir uygulama Efendimiz (sav) henüz hayattayken zaten mümkün değildir. Çünkü Kur’an bir kitap haline getirilmemiştir. Bu nedenle de “İkra” kelimesinin kitaba bakarak okuma anlamında bir “Oku!” emri olduğundan söz edemeyiz. 

 

Bir okuma emrinden söz etsek bile o dönemdeki “okuma” eyleminin “bir yazılı metne bakarak okuma” anlamından çok, bir manayı veya yazıyı seslerle, anlamlı bir sözle dile getirme olarak anlaşılması daha uygun olacaktır. Böyle bir ayrım Türkçede bulunmadığından pek anlamlı gelmeyebilir. Ancak örneğin İngilizce ifade edersek kıraat kelimesinde var olan ilk mana “read”den ziyade “recite” manasıdır. Yani zihinde bir şekilde var olan bir manayı başkalarına da duyurmak amacıyla seslendirerek söylemektir. Dolayısıyla “İkra” kelimesinin İngilizce karşılığı “read” değil, “recite” olmalıdır. Ancak Türkçede böyle bir ayrım olmadığı için genellikle sadece “Oku!” diye çevrilmektedir.

 

Dolayısıyla burada Efendimiz’e (sav) bir hitap olarak nübüvvet vazifesinin bildirilmesi itibariyle “Sen bunları sesli olarak duyurup bildireceksin.” manası ön plandadır. Yani Efendimiz’e (sav) “İkra” hitabında “Elinde makbul bir kitap var, onu insanlara okuyarak duyur; Allah’tan geleni onlara ulaştır, bildir.” manaları vardır.

 

Ayrıca Kur’an kelimesinin de yine Arapça “karae” fiilinden türemiş bir isim olarak “çokça okunan şey” anlamına geldiği söylenir. Burada da kıraat kelimesinin diğer anlamlarını birlikte düşünmek gerekir. Kıraat kelimesi Arapça “karae” fiilinin kural dışı bir mastarıdır.

 

Sözlüklerde “karae” fiili kök ve türev olarak;

 

-Yazılı bir metni yüzünden ya da ezbere okumak, 

-Açıklamak, 

-Eklemek, birbirine katmak,

-Ulaştırmak, bildirmek,

-Düşünmek, 

-Toplamak, 

-Söylemek, duyurmak anlamlarına gelmektedir.1 

 

Vahyin indiği bir ortamda Hz. Cebrail’in (as) vahiy bittikten sonra Hz. Aişe (ra) validemize selam söylediğine dair hadiste2 geçen “Yeqrauke’s-Selâm” ibaresinde de karae fiili söylemek ve ulaştırmak anlamında kullanılmıştır. Bu anlamda kullanımlara dair örnekler çoğaltılabilir. Bu da bize “İkra” emrinin “Sana vahyolunanları insanlara sesli olarak duyur, bildir, ulaştır.” anlamlarına geldiğini göstermektedir.

 

Kültürümüzde “İslam’ın ilk emri “Oku!” emridir. Dolayısıyla dinimiz ilim öğrenmeye, kitap okumaya çok kıymet vermiştir.” gibi yaygın bir yorumu hepimiz biliriz. Bu yorum bir yere kadar saygıdeğer görülse de Alak suresinin ilk beş ayetinin metni ve bağlamları aslında bu yoruma çok da izin vermemektedir. Arapların o zamanki kültürü için ilk derli toplu, kendilerine ait hissedecekleri ve yazılarına bakarak okuyacakları kitap zaten Kur’an olmuştur. İncil ve Tevrat’ı bilmektedirler ancak o kitaplar kendilerine ait değildir. Dönemin kültürü sözlü kültürdür ve ciltlenmiş, yazılı bir kitap o kültürde yoktur. Şiirler, tarihi olaylar, önemli haberler, kişiler arası iletişim ve bütün bir enformasyon sözle gerçekleştirilmektedir. Bu durum elbette Arapların kitap okumaya karşı olduğu anlamına gelmez ancak yabancı oldukları anlamına gelebilir. Kur’an’ın bu emri de bir kitap okuma seferberliğini başlatmak için değildir. Hatta Kur’an’da “kitap” kelimesi dahi genellikle sayfaların birleştirilmesinden oluşan ve iki cilt arasında toplanan bir kitap anlamında kullanılmaz. Tevrat ve İncil’i nitelemekte kullanıldığı doğrudur ancak daha çok vahiy, amel defteri, levh-i mahfuz gibi anlamlarda kullanılır. Dolayısıyla “İkra” emrinden yola çıkarak İslam’ın ilim öğrenmeye ve kitap okumaya önem verdiğine dair yorumlar meseleyi basitleştirmek ve avamileştirmek olacaktır.

 

Diğer yandan bu tip yorumların şöyle bir sakıncası da vardır: Ayetlerin siyakından, sibakından, bağlamlarından hatta kelime anlamlarından koparılması, insanlara hızlı ve çabuk bir mesaj iletme telaşı manayı tahrif anlamına gelebilir. İlmin halka yayıldıkça sloganlar bütünü haline gelmesi, önemli manaları vecizelerden ibaret bir şekilde anlama alışkanlığı bir yere kadar anlaşılabilir. Ancak ayetlerin bağlamlarındaki aslî manaların zedelenmesinden de çekinmek lazımdır. Belki de bu yüzden, yani bu önemli manalar avamın anlayışına kurban edildiği için insanlar önemli manalara karşı kapalı kalmakta ve yanlış anlamalar zamanla içinden çıkılması zor durumlara neden olabilmektedir.

 

En basitinden, ilim öğrenmekle ilgili “Rabbim ilmimi artır.”3 veya konuya dair ayetler yeterli iken “Oku!” emrinin ilim tahsil etmek, kitap okumak gibi fazlasıyla zorlama bir yoruma hapsedilmesi, insanları Kur’an emri olan “Rabbim ilmimi artır.” duasını bilmemeye, tanımamaya ve sonuçta o duayı etmekten uzak durmaya sevk eden pek çok nedenden biri olabilir.

 

Dolayısıyla niyetlerini, bakış açılarını Kur’an ve sünnet üzerine inşa etmek isteyenler “İkra” kelimesini sadece bir yazılı metni telaffuz etmek şeklinde anlamamalıdır. Kur’an’ı telaffuz etme manasına okumanın yanında onu öğrenme, ona uygun yaşama, onu duyurma ve güzelce duyurma, duyurmanın bir yönü olarak güzelce temsil etme, öğretme, öğretene ve temsil edene destek olma, okumanın ve başkalarına duyurmanın yolunda olma anlamlarını da gözetmelidir ki kelimenin orijinal ve sahih manasına daha uygun olan da budur.

 

Son olarak bir kitaba “Oku!” diye başlanmasının tuhaf karşılanması meselesine gelelim. Aslında her kitap, okunması için düzenlenen her metin; aynen her sözün kendiliğinden “Dinle!” hitabıyla başlaması gibi, yazılırken zımnî (örtük) bir biçimde “oku” emri veya tavsiyesiyle yazılır ve öyle de başlar. Kur’an’ın netliği ve hakikatperestliği açısından böyle bir başlangıcı açık bir biçimde ifade etmesinin yadırganacak hiçbir yönü yoktur.

 


1 ) İsfehani, Müfredat, s. 841-843; Necattin Hanay, Kur’ân Tefsirinde Kıraat Farklılıklarının Rolü: Zeccâc ve Taberî Örneği, Doktora Tezi, Konya, 2015, s. 30

2 ) Nesai, İşretü’n-Nisa, 3

3 ) Taha, 114