Gaflet Hâlinde Zikir | Tek Parça
Soru: Gaflet halinde yapılan zikrin sevabı var mıdır? Zikir çekerken bir bakıyorum, zihnimde hayaller ve düşünceler içinde dalıp gitmişim. Bu durumda yine çektiğim zikirlerin tesiri oluyor mudur?
Cevap: Evet. Böyle bir hâlde de çekilen zikirlerin faydası, bereketi, sevabı vardır ve tesiri olur.
Hatta bir açıdan denilebilir ki: Zaten genellikle böyle olur. Çünkü ne düşündüğünü, neleri planladığını, neleri hayal ettiğini sürekli kontrol altında tutabilen insan sayısı pek azdır. Öyle bir hâl, uzun süre bu konu üzerine ciddi bir biçimde egzersiz yapan insanlara belki nasip olur.
Hatta eski tasavvuf anlatılarında şöyle bir iddia geçer: Bir insan tam odaklanma hâliyle, başka hiçbir şey düşünmeden sadece namazına ve namaz içinde düşünülmesi makul olan dualar ve zikirler çerçevesinde düşünerek, zihni başka şeylere hiç kaymadan iki rekat namaz kılabilirse bütün günahları affedilir. Bu ibare tabii ki ayet veya hadis değildir ancak insan zihnini tamamen konsantre hâlde tutmanın zorluğuna bir işarettir.
Bu konuda ister İslam tasavvufu ister Hint kökenli din ve felsefeler ister modern psikoloji olsun genel olarak tavsiye edilen ortak söylem şudur: Zihninizden gelip geçen şeylere aldırmayın. Bırakın geçip gitsinler. Zihninizden geçenler bırakın geçip gitsin, siz de onların ardına takılıp gitmeyin.
İnsanın zihninden geçenlere takılı kalıp bunlardan aşırı etkilenmemesi gerektiğini herkes az çok bilir. Bunu herkes herkese tavsiye olarak verebilir. Ancak zihinden geçenlere aldırış etmemek bir tık daha üst seviye bir irade işi sayılmalıdır.
Bunu umutsuzluk vermek, karamsarlığa yol açmak için söylüyor değiliz. Ancak durumun farkında olunmadıkça ne yapılacağı da bilinemeyeceği için öncelikle mevcut durumun anlaşılması, öğrenilmesi gerekecektir.
Herkes zikir çekerken veya örneğin Cevşen okurken zihninin dağılmaması için kendince bazı egzersizler yapmış olabilir. Zihnimizin dağıldığını fark ettiğimiz anda durup kendimizi toparlayarak kaldığı yerden devam edenlerimiz de olmuştur, zihnini toparlayamayacağını düşünüp zikir çekmekten, Cevşen okumaktan o an için vazgeçen de olmuştur. Biraz daha takıntılı yapıda olanlarımız için örneğin 100 tane La Havle zikrine başlayıp ilk 20’de zihin dağınıklığı hissedip saymaya baştan başlayanlarımız da olmuştur.
Bu konuda hiçbir şey yapılamaz değildir. Zihninizin dağıldığını fark ettiğiniz anda yapılması gereken şey zihninizi toplayıp kaldığınız yerden devam etmektir. Ne tamamen baştan başlamaya, ne odaklanmak için dakikalarca zorlu uğraşılara gerek yoktur.
Ancak zikir veya dua-münacat okuma esnasında bazı alıştırmalar yapılabilir.
Örneğin Cevşen’in her 10 babı için önceden bir karar verip o anki 10 babı okuma esnasında bir dağınıklık fark ederseniz bunu durdurabilir, kaldığınız yerden devam edebilirsiniz. Önceden her 10 bap için böyle bir kontrole kendinizi şartlandırırsanız zihin dağınıklığınız 10 baptan daha fazla sürmeyecektir. Buna devam ettikçe de zihin dağınıklığı süreniz git gide kısalabilir.
Yaşadığımız çağda dışarıdan çok fazla uyarana maruz kaldığımız bir gerçektir. Ev veya okul-işyeri dışında, çarşıda pazarda gezerken onlarca tabela, insanlar, arabalar, kent yaşamıyla ilgili yüzlerce uyaran saniyeler içinde zihnimize üşüşebilir. Ev içinde de televizyon, internet, sosyal medya üzerinden pek çok mesaj, bildirim ve farklı uyaranlara maruz kalabiliriz. Bütün bunlar insan dikkatini olumsuz etkileyen dış etkenlerdir. Bunlara aynı anda ve aynı oranda somut olarak karşı koymak da yani bu uyaranların kaynağını yok etmek de mümkün olmayacaktır. Bu durumda dikkat dağınıklığı, konsantrasyon, odaklanma konularında bazı egzersizler yapmak faydalı olacaktır.
Diğer taraftan zikir çeken bir insan başka hayallere dalsa, hatta başka işlerle aktif olarak meşgul olsa bile çektiği zikir yine fayda verecektir.
Örneğin Bediüzzaman bir yerde konuyla ilgili aynen şu ifadeleri kullanır: “Zikreden adamın, feyz-i İlâhîyi (Allah’ın sağanak gibi yağan lütuflarını) celb eden (kendine çeken) muhtelif lâtifeleri (çeşitli manevi melekeleri) vardır. Bir kısmı, kalb ve aklın şuuruna bağlıdır. Bir kısmı da şuursuz, yani şuurlara tâbi değildir. Min haysü lâ yeş'ur (Hissedilmeksizin, farkına varılmadan) husûle gelir (meydana çıkar). Binaenaleyh, gaflet ile yapılan zikirler dahi feyizden hâli (uzak) değildir.”1
Evet, insan vücudundaki bir takım manevi merkezlerin çalışmaları için şuura, farkındalığa ihtiyacı yoktur. Maddi bedenimizde bazı kaslarımız ancak bizim irademizle çalışırlar. Örneğin kolumuzu kaldırmak isteyince kolumuz kalkar, indirmek isteyince iner. Kalbimizin atmasında olduğu gibi bazı kaslar da irademize bağlı olmadan çalışır. Bir kısım kaslarımız da aslında irademize bağlı olmakla beraber bir çeşit otomatik pilota bağlı gibi çalışırlar. Yürürken sağ ayağımızı attıktan sonra ne yapmamız gerektiğini düşünmeyiz ve içgüdüsel bir şekilde sol ayağımızı atarız. Bu durumu defalarca tekrarlayınca yürümüş oluruz.
İnsan vücudunun manevi boyutunda da farklı parçalar farklı miktarlarda şuurla çalışırlar ve bazılarının çalışması için şuura ihtiyaç olmaz. Şuur ile çalışan parçaların çalışabilmesi için zikirlerin en azından belli kısmında şuur, mana, kast, niyet, teveccüh gibi şeyler bulunmalıdır, bu doğrudur. Fakat bizim şuurumuza daha az ihtiyaç duyan veya hiç ihtiyaç duymayan latifelerimiz veya manevi organlarımız da vardır. Onlar şuursuzca, gaflet halinde yapılan zikirden de istifade ederler, beslenirler.
Nasıl ki ağzımıza bir gıdayı aldıktan, çiğneyip yuttuktan sonra o gıda maddesi sinirlere, damarlara, hücrelere dağılır gider. Her bir maddi organımız kendi gıdasını, ihtiyacını giderir. İlim ve zikirle gelen manevi atmosfer hâlleri de şuur veya akıl midesine girdikten sonra derecesine göre ruh, kalp, sır, nefis, vicdan gibi farklı latifelere de uğrar ve o latifeler de kendi hisselerini, gıdalarını alırlar.
Ya Hep Ya Hiç Düşüncesi
Herhangi bir konuda o işin sadece kâmilen, tam manasıyla yapılınca faydalı olacağını düşünmek, o konudan sadece kâmil insanların faydalanabileceği anlamına gelir ki; bu yükselmek, ilerlemek, manevi olarak terakki etmek isteyen insanların bu konuda hiçbir şanslarının olmadığı anlamına gelir.
Bazı durumlarda bir işi en güzel şekliyle yapmaya çalışmak bazı insanlar için olmazsa olmaz bir durum olabilir. Özellikle yetişme tarzı, mizacın eğilimi gibi nedenlerle bir insanın etrafında hep salih ve sahih yaşayan insanlar yer almıştır. Böylece insan bazı salih amelleri sadece onlara yakıştırır, kendisini ve kendisi gibi olanları o amellere bilinçli veya bilinçsiz olarak lâyık görmez.
Örneğin gecenin son üçte birinde uyanıp, en güzel hâliyle sekiz rekat teheccüt kılıp, ardından üç rekat vitir namazını eda edip sonra da imsak girene kadar içli içli dua ve zikirle meşgul olmayı hayal edebiliriz.
Bir örnek daha verelim: Kur’an’ı veya bir dua kitabını okurken her kelimenin anlamını hissetmeye çalışarak okumaya gayret ederseniz bu güzel bir davranıştır. Ancak bazen okuma esnasında bir bakarsınız sadece gözlerinizle okuyorsunuz, dilinizle bile telaffuz etmiyorsunuz, zihniniz de dalıp gitmiştir. Bu hayalin yanında bazen yarı uykulu bir şekilde zorlana zorlana iki rekât teheccüt kılıp yatan bir insanın bu amelini küçümseyebiliriz. Böyle yapan bir insanı küçümsemesek bile gecenin herhangi bir vaktinde kalkıp da uykulu bir hâlde zorlana zorlana abdest alıp iki rekât namaz kılıp geri yatmayı kendimize yakıştıramayabiliriz. Ancak bu durumda kendimize veya başkalarına hiçbir şekilde yükselme şansı tanımıyoruz demektir.
Zihnimizde kâmil, mükemmel ve güzel şeyleri sadece kâmil, mükemmel ve güzel insanlara özgü gördüğümüz zaman, bu güzel amelleri sadece onlara yakıştırabildiğimiz zaman kâmil veya mükemmel olmayan insanlara ve dolayısıyla kendimize kemâl yollarını kapatıyoruz demektir.
Halbuki örneğin bir hurma çekirdeği ile hurma ağacı arasında çok sayıda derece vardır. Hurma çekirdeği ekersiniz, bakımını yapıp bir süre bekledikten sonra çekirdek çimlenir. Yine bakımını yapmaya devam ettikçe filizlenir, fidan olur. Nihayet hurma meyvesi veren bir ağaç haline gelir. Bediüzzaman bir yerde namazın hakikatini anlattıktan sonra “ 'Benim namazım nerede, namazın hakikati nerede?' deme!” diye uyarır. Çünkü bir hurma çekirdeğinden mükemmel bir hurma ağacına kadar pek çok aşama vardır. Aynı şekilde sıradan bir insanın sıradan bir namazı ile bir sahabenin, bir Allah dostunun namazı arasında de pek çok aşama, mertebe bulunabilir. Fakat bütün o aşamalar içinde namaz hakikatinin bir esası vardır. (2)
Bu noktada bir destek de İbn-i Ataullah el-İskenderi’den gelir ve der ki: “Allah'ı zikrederken Allah ile beraber olma, o huzurda bulunma hissini tam yakalayamıyorum diye zikri terk etme! Çünkü Allah’ı zikretmekten gafil olmak, zikir içindeki gafletten çok daha beterdir, daha büyük bir beladır. Umulur ki Allah Teala seni, gaflet halinde yaptığın zikirden, uyanık bir şuurla zikretme mertebesine, oradan da her şeyden uzaklaşarak kendi huzurunda yapılan zikir mertebesine yükseltebilir. Allah’a göre bu iş, seni derece derece yükseltmek, hiç olmayacak bir şey değildir.”(3)
Şeytan bazen insana vesvese verebilir. Dar bir zamanda biraz seri bir şekilde kılınan namazın ardından “Bu ne biçim namaz? Hiç kılmasaydın daha iyiydi.” dedirtebilir. Zikir esnasında zihin dağınıklıklarımızı büyüterek “Böyle yarım yamalak zikir çekeceğine hiç çekme.” dedirtebilir. Namazlarını sadece arada sırada kılabilen, beş vakti bir türlü oturtamayan ancak bunu isteyen insanlara bazen şeytan bazen de şeytanın o esnada şuursuzca gönüllü vekilliğini yapmakta olan bir başkasına “Niye uğraşıyorsun? Ya tam kıl ya hiç kılma.” dedirtebilir. Hayatı günahlara bata çıka yaşayan, günlük yaşamında namaza, oruca, zikre hiç yer vermeyen ancak az da olsa bu amelleri işlemeye meyilli ve istekli bulunan, bunun için de herhangi bir yerden zikrin faziletine dair duyduklarından etkilenip arada bir zikir çekmeye çalışan birisine “Sana mı kaldı bu işler?” der ve dedirtebilir.
Bu vesveselerin aksine bizler bu zikirleri, duaları, ibadetleri zaten eksik gedik olduğumuz için, manevi olarak terakki etmek, Allah’a yaklaşmak veya daha iyi bir insan hâline gelmek (ki hepsi aynı anlama gelir) için yapıyoruz. Aslında terakki yani yükselmek veya ilerlemek de eksik bir noktadan daha ileri, daha yüksek bir noktaya çıkmak demektir. Ulaşılan her nokta için bir önceki nokta eksiklik olacaktır. Terakkinin mantığı da bunu gerektirmektedir. O hâlde zaten her halükârda başlanılan nokta eksik bir nokta olacaktır. Belli bir noktaya gelmeden zikir, evrad ü ezkâr, teheccüt, Kur’an okuma gibi amelleri yapacağımızı zannediyorsak bu amelleri yapacağımız bir zaman hiç gelmeyecek demektir çünkü o ideal noktaya gelmek de ancak yine zikirle ve diğer salih amellerle olabilecektir.
Pek çok insan bekler ve ister ki; maddi olarak çok rahatlasın, ancak o zaman geniş geniş, ferah ferah ve bol bol zekât, sadaka versin, infakta bulunsun, maddi ibadetlerini de yerine getirsin. Bu güzeldir. Elbette maddi açıdan bolluğa kavuşunca da insan infak etmeli, zekât ve sadaka vermelidir. Ancak diğer yandan kader planında hak ettiğimiz bazı musibetlerin üzerimize gelmemesi, bizim için kapanmış bazı hayır kapılarının açılması için bizim maddi açıdan dar bir durumdayken de o darlık durumunun imkânı nispetinde sadaka vermeye, iyilik yapmaya, hayır hasenatta bulunmaya ihtiyacımız vardır. Dolayısıyla infak etmeyi, zekat ve sadaka vermeyi bolca para vermek olarak anlayıp, meselenin kemâl noktasını öyle bir şey zannederek ertelemek, işi kâmilen yapmadıkça hiç yapmamaya kalkışmak da önemli bir hata, önemli bir mahrumiyet olacaktır.
Bakış Açıları ve Varış Noktaları
Sigara tiryakisi iki kafadar vardır. Bunlar Kur’an ve tefsir okumak istemektedirler ancak sigara içerken Kur’an okunup okunmayacağını merak ederler ve cami imamına sormak isterler. Bu arkadaşlardan birincisi cami imamına giderek “Sigara içerken Kur’an okunur mu?” diye sorar. İmam “Caiz değildir, günahtır.” der ve bu arkadaşı gönderir. Bu sefer diğer arkadaş bu sorunun öyle sorulmayacağını söyleyerek imama kendisi gider ve sorar: “Hocam, ben ağır sigara tiryakisiyim. Sigaranın biri sönmeden diğerini yakarım. Ama bir yandan Kur’an okumak da istiyorum. Böylece zamanım da zayi olup gidiyor. Ben bu hâlde sigara içerken bir yandan da Kur’an tefsiri okusam zararı olur mu?” İmam da “Hayır. Aksine çok güzel bir amel işlemiş olursun. İyice oku, öğren.” cevabını verir.
Fıkranın temel esprisinin nereden nereye nasıl gidildiğinin, bir sonuca hangi yolla ulaşıldığının önemli olduğu anlaşılmış olmalıdır.
Evet, bir insan A noktasından yola çıkarak B noktasına varamayabilir ancak C noktasından yola çıkarsa B noktasına ulaşabilir. Yanlış öncüller yanlış sonuçları doğurur. Öncülü “Bütün filler kanatlıdır.” olan bir akıl yürütmesinde ulaşılan sonuç biçim olarak geçerli olsa bile nitelik açısından yanlış olacaktır. “Bütün filler kanatlıdır. Mamut bir fildir. O halde mamutlar kanatlıdır.” düşüncesi şüphesiz yanlıştır. Yanlış başlangıç yanlış sonuca götürmüştür. Aynı şekilde yanlış tasavvurlar da yanlış sonuçlara götürecektir.
Fıkranın ve örneklerin konumuzla ilgisine gelince: “Zikir çekerken bir bakıyorum hayal dünyamda düşüncelere dalıp gitmişim.” diyen bir insan zikir dışında zihni gayet net, zihnine tamamen hakim, duygu ve düşüncelerini tam olarak kontrol altında tutabilen, odaklanma, dikkat, konsantrasyon, yoğunlaşma sorunları yaşamayan, kitap veya gazete okurken, ders çalışırken zihni hiçbir şekilde dağılmayan birisi ise o kişinin zikir çekerken zihninin dağılmasına negatif bir durum diyebiliriz. Çünkü zihnini tamamen kontrol edebilen birisinin zikir esnasında bu kontrolü bırakması iyi değildir. Ancak bu insan başkaca dikkat veya odaklanma gerektiren işlerde de benzeri zihin dağınıklıklarını az veya çok yaşıyorsa, kitap okurken, ders çalışırken, bir şeyler dinlerken de hayal dünyasında düşüncelere dalıp gidiyorsa zikir esnasındaki zihin dağınıklığına negatif bir durum diyemeyiz.
İşin realitesi, insan zaten gün içinde herhangi bir şeyle meşgul iken hayallere, farklı düşüncelere dalıp gidebilir. Bu meşguliyetlerin içinde zikir de yer alabilir. Burada önemli olan zikirle meşgul olabilmek, zihin dağınıklığı yaşansa bile günlük yaşamın içine zikri dahil edebilmektir. Pek çok kusurlu ve eksik davranışımızı, amelimizi böyle değerlendirmek gerekir.
Örneğin “Uzanırken, yatarken Kur’an okunur mu?” sorusu meşhurdur. Hakikaten uzanmış bir hâldeyken vücudumuz yorgunluktan kurtulmuş, zihnimiz toparlanmış, ortam sessiz ve uygundur. Pozitif bir hâlin içindeyizdir. Diz çöküp veya masaya oturup derin derin düşünerek Kur’an okuma şansımız varken uzanarak Kur’an okumak bir cins vebal sayılabilir veya yapılan amelin sevabını eksiltebilir. Ancak zaten yorgunsunuzdur ve zaten yatacaksınızdır. Yattığınız zaman da sosyal medyaya girecek, internetten video izleyecek veya Kur’an okuyacaksınızdır. Bu durumda uzanır hâlde iken Kur’an okumayı tercih etmek güzeldir, iyidir. Yatarken Kur’an okuma şansı, imkânı, gereği, isteği var ise, yatarken Kur’an okumak yerine sosyal medyaya girmek, kısa videolar izlemek daha iyi bir davranış değildir.
Günlük hayatın içinde özellikle de üniversiteyi bitirmiş, iş ve aile meşguliyetleri başlamış, hayata atılmış insanlar için geniş, ferah ve boş zamanlar bulmak gittikçe zorlaşacaktır. Bu durumda da insan az-çok demeden, bir yandan günlük işlerini yaparken aynı anda zikir çekebilir veya iki gündelik iş arasında oluşacak 5-10 dakikalık boşlukta 1-2 sayfa Kur’an okumayı az görmeden, küçümsemeden Kur’an veya bir dua kitabı okuyabilir. Bunları yaparken zihni de arada dağılabilir. Hatta bazen hangi zikri çektiğini unutup dili tamamen mekanik bir şekilde zikretmeye devam edebilir. Bu tür zihinsel dağınıklıklar yaşanıyor diye zikretmeyi veya Kur’an okumayı terk etmek son derece anlamsız, gereksiz ve zararlı bir terk ediş olacaktır.
Bu konuyu zikir esnasında zihin dağınıklığına karşı yapılabilecek basit bir egzersiz önerisiyle bitirelim:
Namaz tesbihatlarında 33 kere Sübhanallah, 33 kere Elhamdülillah, 33 kere de Allahüekber deriz. Zikir esnasında zihin dağınıklığından şikayet ediyorsanız kendinizi “Ben her Elhamdülillah deyişimde Allah’ın üzerimdeki bir nimetini hatırlayacağım ve onu düşünerek Elhamdülillah diyeceğim.” veya 33’ü üçe bölüp “Her 11 Elhamdülillah deyişimde bunu yapacağım.” diyebilirsiniz.
Benzer şekilde Allahüekber deyişte veya 33 Allahüekber zikrinin her 11’inde Allah Teala’nın kudretinin tecelli ettiği bir galaksiyi, atomu, güneş sistemini düşünebilirsiniz. Veya Allah’ın doğrudan gazabını celp etmiş Firavun, Nemrut gibi tarihteki herhangi bir zalimin sonunu düşünerek bir yandan Allahüekber diyebilirsiniz. Kendinizde tespit ettiğiniz herhangi manevi bir kusuru düşünerek her Sübhanallah deyişte o kusurunuzu hatırlayarak Allah Teala’nın kusursuzluğuna dair bir parça daha zihin arınması yaşamış olabilirsiniz.
Allah Teala’dan kendisini güzelce zikretmemizi bize sevdirmesini ve zikirlerimizi kendisine yakınlaşma vesilesi kılmasını diler ve dileniriz.
1 ) Mesnevi-i Nuriye, Hubab
2) Sözler, 21. Söz, 5. İkaz
3) Hikem-i Ataiyye, s. 25