Hadislere “Bilimsel” Bakış Açısı ve Goldziher Örneği | Hadis Metodolojisinin Bilimsel Olarak İncelenmesi | 6. Kısım
Hadislere “Bilimsel” Bakış Açısı ve Goldziher Örneği
Hadislere yönelik yanlış bakış açıları ve hatalı akıl yürütmelere bir örnek olarak, oryantalist Ignaz Goldziher’in görüşlerini ele alabiliriz.
Goldziher, Oryantalizmin öncü isimlerinden biri olarak, İslami ilimlere dair düşünceleriyle oryantalistlerin bakış açılarının şekillenmesinde etkili olmuştur. Hadisler konusundaki temel görüşü şu şekilde özetlenebilir: “Hadisler, İslam’ın ilk iki yüzyılında yaşanan dini, tarihi ve toplumsal gelişmelerin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle hadisler, İslam’ın başlangıcıyla değil, sonraki dönemlerdeki gelişim süreciyle ilgilidir.”1
Goldziher, bu yaklaşımıyla İslam’ın ilk döneminde “hadis” kavramının aslında var olmadığını iddia eder. Ona göre, bugün hadis kitaplarında yer alan metinler, Hz. Muhammed (sas) ile doğrudan bir bağlantıya sahip değildir. Bu metinler, İslam’ın birkaç yüzyıl süren oluşum ve sistemleşme sürecinde toplumsal ve siyasal ihtiyaçlar doğrultusunda uydurulmuş ve böylece dinin sistematik bir yapıya kavuşması sağlanmıştır.
Ayrıca Goldziher, hadislerin mezhepler veya meşrepler arasındaki çatışmalar nedeniyle üretildiğini savunur. Bu konuda şöyle der: “Rivayetlerin kendileri çatışmalardan doğmuştur ve hadis araştırmalarımın ağırlık noktası, bu çatışmaların etkisiyle rivayetlerin nasıl ortaya çıktığını göstermektir.”2
Aslında Goldziher bilgili bir adamdır. Henüz dört yaşında İbranice öğrenmiş, sekiz yaşından itibaren aslen Yahudi olduğu için Tevrat dersleri almaya başlamıştır. Alexander Scheiber’in editörlüğünde derlenen günlüğünde belirttiğine göre, bu dönemde edindiği Kutsal Kitap merkezli düşünce yapısına ve ideallerine ömür boyu bağlı kalmıştır. On iki yaşında ilk eserini vermiş, on üç yaşında ise Yahudi cemaatine katılım merasiminde dedelerinin inancına bağlılık yemini etmiş ve bu yemini hayatı boyunca unutmamıştır.3
Burada Goldziher’in etnik kökenine vurgu yapmaktan ziyade, onun İslam’a yaklaşımındaki bilimsel objektiflikten uzak tutumunun nedenlerini anlamaya çalışıyoruz. Çünkü Goldziher, hadis kitaplarındaki rivayetlerin Efendimiz (sas) ile ilişkisi olmadığı fikrine yaptığı araştırmalar sonucunda ulaşmış değildir. Aksine, daha en başından “Hadis metinleri Muhammed’e (sas) ait değildir; sonraki yüzyıllarda gelişen olaylarla birlikte uydurulmuştur.” şeklindeki önyargısını bir bilimsel hipotez gibi ortaya atmış ve hadislerle ilgili temel paradigmasını bu önyargıya göre şekillendirmiştir. Araştırmaları boyunca da bu önyargısını terk etmemiştir.
Goldziher’e göre, Müslümanların hadis uydurmaya yönelmesinin temel sebebi Peygamber’in manevi otoritesinden faydalanma arzusudur. Ona göre, Peygamber dönemi doktrini, Hz. Muhammed’e (sas) özel bir konum yüklememiştir; O, yalnızca bir uyarıcıdır ve başka bir görevi yoktur. Peygamber’in bir “örneklik” teşkil ettiği düşüncesi, Goldziher’e göre, Müslümanlar tarafından sonradan İslam’a dahil edilmiştir. Müslümanlar, kendi görüşlerine uygun hadisler uydurarak Peygamber’in otoritesinden faydalanmış, bu şekilde İslam dini zamanla kurumsallaşmış ve düzenli bir yapıya kavuşmuştur.
Goldziher, hipotez görünümlü önyargısını desteklemek adına, hadisler arasından yalnızca kendi görüşüne uygun olanları özenle seçip sözde delil olarak kullanmıştır. Ancak bu süreçte, hadis alimlerinin uyguladığı cerh ve ta’dil prensiplerini veya rical kitaplarındaki kriterleri dikkate almamıştır. Hatta mütevatir olduğu açıkça bilinen hadisleri dahi uydurma olarak nitelendirmeye çalışmıştır.
Sonuç olarak, Goldziher’in hadislere bakış açısı, gerçekten Peygamber Efendimiz’e (sas) kadar sağlam bir senetle ulaşan rivayetlerin varlığını araştırma kaygısı taşımamaktadır. Oysa bilimsel bir yöntem, bu tür bir nesnel yaklaşımı gerektirirdi. Ancak Goldziher İslam, Kur’an ve hadisler üzerine çalışmalarında; nesnel gözlem, veri toplama, hipotez oluşturma, hipotezi sınama ve analiz gibi bilimsel yöntemlerin temel aşamalarını gerektiği gibi uygulamamıştır. Bunun yerine, baştan sahip olduğu önyargıyı doğrulama amacıyla verileri öznel bir şekilde yorumlamış ve ulaştığı sonuçları bu doğrultuda şekillendirmiştir. Bu yaklaşım ise ne pozitif bilimler ne de sosyal bilimler açısından geçerli ve güvenilir kabul edilebilir.
Hadis ilminde bir ravinin doğruluğu, hafızası ve güvenilirliği titizlikle kontrol edilir. Bir hadisin yıllar içinde aktarımında Efendimiz’e (sas) kadar ulaşan senet zinciri büyük bir özenle incelenir. Bu dikkatli yaklaşım sayesinde, senetsiz bilgiye dayanan tarih kitapları, hadis kaynaklarıyla eşdeğer güvenilirlikte görülmemiştir.
Özellikle farz, vacip, sünnet, haram ve mekruh gibi hükümlerin çıkarılacağı ahkam hadisleri, daha ciddi ve sıkı bir disiplinle kontrol edilmiştir. İslami ilimler tarihinde aklı başında hiç kimse sahih hadis kaynaklarını bırakıp sadece tarih kitaplarına dayanarak hüküm vermez. Böyle bir yaklaşım, gülünç bulunur. Ancak Goldziher, Nöldeke ve benzeri bazı erken dönem Oryantalistler, tarih kitaplarındaki rivayetlere itibar ederken helal ve haramla ilgili rivayetlerin zamanla ihtiyaçlar doğrultusunda uydurulduğunu iddia edebilmişlerdir.
Bu iddianın arkasında birkaç sebep yatmaktadır.
Öncelikle Yahudilik veya Hristiyanlıkta, İslam geleneğinde olduğu haliyle sıkı sıkıya denetlenen ve doğruluğunu kontrol etmek için adeta birkaç elekten birden geçirilen bir rivayet-isnad geleneği yoktur. Goldziher bu durumu çok iyi bilmekte ve kendi dininin kaynaklarının güvenilirlikten yoksun olmasından kaynaklanan bakış açısını İslam’a yansıtmaya çalışmaktadır.
İddialarının bir diğer nedeni, Oryantalistlerin bazı uydurma hadislere rastlamış olmaları olabilir. Bu durum, daha çok tarihsel şartlarla ilgilidir. Emeviler ve Abbasiler döneminde, bazı yöneticilerin otoritelerini meşrulaştırmak amacıyla hadis uydurulmasına zemin hazırladığı veya dolaylı olarak bunu teşvik ettiği ifade edilmektedir. Tarihsel olarak bakıldığında, hadis uydurma faaliyetlerinin Hz. Osman’ın (ra) şehadetinden sonra ortaya çıkan grupların kendilerini meşrulaştırma çabalarıyla başladığı görülür. Ancak burada gözden kaçırılmaması gereken önemli bir gerçek vardır: Hadis usulü ilmi, uydurma rivayetleri sahih olanlardan ayırmak için geliştirilmiş disiplinli bir ilim dalıdır.
Emeviler ve Abbasiler döneminde, bazı devlet adamları zalim veya fasık olsalar da bu zulümler genellikle alimlere yönelik olmuş, ilmin kendisine ulaşamamıştır. Bu ifadeyle şunu kastediyoruz: Yezid gibi zalimler, İmam-ı Azam (ra) hazretlerine zulmeden Emevi ve Abbasi yöneticileri veya Ahmed bin Hanbel (ra) gibi alimlere işkence eden krallar, Kur’an’ın ve sahih hadislerin ifade ettiği hakikatleri örtememiş, o güzellikleri silememiştir.
Hz. Hüseyin (ra) şehit edilmiş, İmam-ı Azam Ebu Hanife ve Ahmed bin Hanbel gibi alimler hapsedilmiş ve işkence görmüş olsalar da hadis ve fıkıh ilimleri bütün haşmetiyle yüzyılları aydınlatmaya devam etmiştir. Bu durum, ilim ehlinin manevi otoritesinin, devlet erkânının maddi otoritesinden daha güçlü olduğunu göstermektedir. İslam’ın ilk yıllarından itibaren sağlam bir ilim geleneği oluşmuştur. Bir kişinin hadis uydurduğunun anlaşılması, onun toplumsal hayatta itibarını tamamen yitirmesi anlamına gelir.
Bu nedenle bazı zalim yöneticiler siyasi veya ideolojik nedenlerle alimlere zulmetmiş, hatta bazı sahabeleri öldürtmüş olabilirler. Ancak Kur’an’a tek bir harf eklemeyi ya da çıkarmayı göze alamamışlardır. Aynı şekilde hadis uydurma gibi bir girişimde bulunmaya bizzat tevessül edememişlerdir. Böyle bir girişimin duyulması, onların dini ve toplumsal otoritelerinin sonu olurdu. Bu gerçeği yöneticiler de çok iyi bilmekteydi.
Goldziher ve Nöldeke gibi isimleri yanıltan bir nokta da şudur: Bu isimler Efendimiz’in (sas) bir hadisinde ilgili konuya dair tam bir çözüm üreten hükümlerinde O’nun fetanetini görememişlerdir. Bu nedenle “Bir meseleyle bu kadar mutabık bir söz herhalde sonradan uydurulmuştur.” gibi bir çıkarımda bulunmuş olabilirler.
Halbuki hadis ilminin köklü geleneği ve senet sistemi hadis uydurma girişimlerinin fark edilmesini sağlamıştır. Ayrıca güvenilir olmayan rivayetlerin İslam ilim geleneğinde tutunmasını engellemiştir. Oryantalistlerin bu süreçleri tam anlamıyla bilmeden yaptıkları genellemeler, hadis ilminin titiz yapısını göz ardı ettiklerini göstermektedir. Bunun da bilimsel bir tutum olmadığı açıktır.
Hadislerin Uydurma Olduğu İddiasının Kökeni
Efendimiz’in (sas) sözlerinin, O’ndan yüzlerce yıl sonra yaşamış insanların dahi yaşadıkları ve yaşayacakları durumlara uygun çözümler sunması, bazı kişilerde şüphe uyandırabilmektedir. Örneğin, 2000’li yıllarda karşılaşılan bir problemin 14 asır önce söylenmiş bir hadis-i şerifle tam olarak çözüldüğünü gören bir kişi, özellikle Batılı bir gözlemci, şu soruları sorabilmektedir: “Acaba bu söz 18. ya da 19. yüzyılda mı uyduruldu? Bu ifadeyi bir filozof, sosyolog ya da bilim insanı dile getirip hadis diye mi yaygınlaştırdı?”
Hadislerle ilgili “sonradan uydurma” iddialarının önemli bir kısmı da buradan çıkmaktadır. Goldziher örneğinde görüldüğü gibi bazı insanlar hadislerin özellikle de Emeviler ve Abbasiler döneminde uydurulduğunu öne sürmektedirler. Buna göre Araplar Efendimiz (sas) ile bir dine kavuşmuşlar, milli birliklerini de sağlamışlardır. Zaman içinde Emevi ve Abbasi yönetimleri ile birlikte ortaya çıkan toplumsal, siyasal, ekonomik ve benzeri ihtiyaçlar doğrultusunda hadisler uydurmuşlar böylece kendilerine tarihsel bir talih yaratmaya çalışmışlardır.
Benzer iddialar, farklı tarihsel süreçlerde de dile getirilmiştir. Örneğin Timur, hakimiyetini güçlendirmek ve meşrulaştırmak için devletini Cengiz Han’ın devletinin devamı olarak göstermeye çalışmıştır. Osmanlılar hakkında da benzer bir durum söz konusudur. Osmanlıların Oğuz soyundan geldikleri kabul edilse de Kayı Boyuna mensup oldukları iddiasının, II. Murat döneminden sonra ortaya çıktığı öne sürülmektedir. Çünkü Kayı Boyuna mensubiyet, devlet kurma meşruiyeti ve diğer toplulukları bu devlete tabi kılma açısından güçlü bir dayanak sağlamaktaydı.
Bu ve benzeri durumlar tarih yazımında sıkça karşılaşılan olgulardır. Ancak daha önce de değindiğimiz gibi tarihi rivayetlerle hadis rivayetleri arasında önemli farklar bulunmaktadır. Hadis ilmi senet zincirine dayalıdır ve her ravinin güvenilirliği titizlikle incelenir. Tarih rivayetlerinde ise bu tür bir senet kontrolü genellikle yapılmamıştır. Müslüman tarihçiler senet kullanmış ancak bu senetler hadis kitaplarındaki kadar detaylı ve sıkı bir denetimden geçmemiştir.
Buna rağmen Goldziher ve Nöldeke gibi öncü oryantalistlerin hadis eleştirileri genellikle tarihi rivayetlere dayandırılmıştır. Bu da, bazı oryantalistlerin hadis ilmi konusunda yeterli bilgiye sahip olmadıklarını ve önyargılarının ciddi hatalara yol açtığını göstermektedir.
1 I. Goldziher, Muhammedanische Studien, II, 5; Vorlesungen, s. 37, 39 (Aktaran: Talat Koçyiğit, Goldzıher'in Hadisle İlgili Bazı Görüşlerinin Tahlil ve Tenkidi, AÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1967, Sayı: 15, sf: 43
2 DİA, Goldziher maddesi
3 Tagebuch, s. 23-36