7 dk.
20 Haziran 2022
Hadisleri doğru anlamak ve yorumlamak 2. bölüm | Duygusallık ve hayalperestlik-gorsel
Youtube Banner

Hadisleri doğru anlamak ve yorumlamak 2. bölüm | Duygusallık ve hayalperestlik

Bu yazı, Hadisleri Doğru Anlamak ve Yorumlamak isimli yazı dizisinin ikinci yazısıdır. 


Serinin ilk yazısına linkten ulaşabilirsiniz. 

 

Duygusallık ve Hayalperestlik
 

Hadisleri değerlendirmede yaşanan bir başka hata da duygusallık, romantizm veya hayalperestlik diyebileceğimiz durumdur.

 

Örneğin Efendimiz’in (sav) bir çocuğun kuşu öldüğü zaman bile o çocuğa başsağlığına giden bir insan olduğu yönündeki yorumlar doğru ve gerçek değildir. Bu yorumu yapanlar bir olayı belli bir formata uyarlayabilmek için çarpıtarak anlatmaktadırlar. Efendimiz’in (sav) çocuklarla şakalaştığı bilinmektedir. Bir gün Allah Resulü (sav) Enes b. Malik’in (ra) küçük üvey kardeşi Ebu Umeyr künyesiyle bilinen bir çocuğun üzgün olduğunu görünce etraftakilere bunun sebebini sorar. Oradakiler de Ebu Umeyr’in Nugayr adında bir kuşu olduğunu, çocuğun bu kuşunun öldüğünü söylerler. Efendimiz de (sav) seci (iç kafiye) sanatı içeren bir kalıp kullanır ki Arapçası;   “Ya Eba Umeyr! Mâ Fa’ale en-Nugayr?” şeklindedir. Anlamı; “Ey Ebu Umeyr? Ne oldu Nugayr?”1 demektir. Daha sonra da Efendimiz (sav) o aileye her ziyaretinde Ebu Umeyr’i her gördüğünde aynı kalıbı kullanarak tabiri caizse takılmıştır. Bu aile Enes b. Malik’in (ra) ailesidir ve Enes bin Malik 10 yaşından beri Efendimiz’in (sav) yanında, hizmetinde olan bir sahabidir. Efendimiz (sav) de bu samimiyete binaen sık sık onları ziyaret eder, hatta onların evinde dinlenir, uyur ve namaz kılardı. Dolayısıyla özellikle taziyeye gitme gibi bir durum yoktur. 

 

Allah Rasulü’nün (sav) o aileyle ilişkisini, sık sık onlara ziyarete gidip geldiğini bilmeden, o ziyaretin özellikle kuşu ölen bir çocuğa taziyeye gitmiş gibi anlatılması gereksiz bir romantizm olacaktır. Çünkü Allah Rasulü’nün (sav) çocuklara yaklaşımı zaten bilinen bir şeydir ve bunun anlaşılması için yorumcuların zihinlerindeki hayallere ihtiyaç yoktur.

Diğer bir örnek de Efendimiz’in (sav) teheccüd namazı kılmak için eşi Hz. Aişe (ra) validemizden izin aldığı şeklinde bir rivayetle ilgilidir. Rivayet bazı tali kaynaklarda şu şekilde aktarılır:

 

Abdullah b. Ömer (r.a), Hz. Aişe (ra)'ye “Allah Rasulünden gördüğün en şaşırtıcı şeyi bana anlatır mısın?” diye sormuş, Hz. Aişe (ra) validemiz de önce bir süre ağlamış ve sonra şöyle demiştir:

Onun her işi hayret verici idi. Bir gece yanıma geldi, hatta cildini cildime dokundurdu ve sonra şöyle buyurdu: “Ey Aişe, bu gece bana Rabbime ibadet etmek için izin verir misin?” Bunun üzerine ben: “Ey Allah'ın Resûlü! Ben senin yakınlığını severim, isteklerini de severim, Rabbine ibadet etmeni de severim, izinlisin?” dedim. Resûlüllah kalktı, odadaki su ibriğinin yanına gitti, abdest aldı, suyu da çok dökmedi, sonra namaz kılmaya başladı. Ağlıyordu, hatta ağlamaktan sakalı ıslandı. Sonra secde etti ve ağlamaya devam ediyordu. Ağlamasından yer ıslanmıştı.”2

 

Öncelikle bu rivayet hiçbir muteber hadis kitabında yer almamaktadır. Hatta bazı makalelerde hadisin kaynağı olarak “Buhari, Teheccüd, 6” şeklinde atıflara da rastladığımızı ancak Buhari’nin Teheccüd bölümünde böyle bir hadisin yer almadığını da belirtelim.

 

Efendimiz’in (sav) ömrünün son zamanlarında hastalığı arttığı zaman diğer eşlerinden Hz. Aişe’nin (ra) yanında kalmak için izin istemesi ya da bir takım beşeri ilişkilerde günlük meseleler için izin istemesi mümkündür ve olmuştur. Ancak teheccüd gibi (her ne kadar sonradan farziyetinin düşürüldüğü görüşünde olanlar varsa da) kendisine farz kılınmış bir namaz için eşinden izin istemesi makul görünmemektedir. Evet, Efendimiz (sav) ne teheccüd namazı kılmak ne de başka bir namaz için hiçbir eşinden izin almış değildir. O konuda zaten belli bir hak özellikle ihlal edilmedikçe izin de alınmaz. Efendimiz’in (sav) eşlerinin özellikle de Hz. Aişe (ra) validemizin yanında gecelediği zamanlarda gece namazı kılmasıyla ilgili rivayetlere bakıldığında olsa olsa bir haber verme durumu söz konusu olabilir. Yani o rivayetler en fazla bu şekilde yorumlanabilir. Ancak Efendimiz’in (sav) eşlerine karşı nezaketli ve yumuşak tutumunu örneklendirmek için;  yaşanmamış bir hadiseyi kendi romantik hayallerini delillendirmek için üstelik yanlış atıflarla gerçekmiş gibi göstermeye çalışmak da haksızlıktır, yanlıştır. 

 

Aynı durum Kur’an’a yaklaşımımız için de geçerlidir. “Görmez misiniz ki Allah yedi kat göğü tam birbiri ile uyum içinde yarattı?”3 ayeti bizi göklerin yaratılışına bakıp şükretmeye yönlendirmek istemektedir. “Yedi kat sema nasıl oluşmuştur? Atmosferle mi ilgilidir? Bu konuda uzay bilimi ne diyor?” gibi soruları tartışmak için inmemiştir. Esasen temelde istenilen tefekkürü ve şükrü eda ettikten sonra böyle araştırmalar zarar vermez ancak ayete karşı ilk tepki mekanik bir zihnin tepkisi olursa o ayet de o zihin açısından boşa gitmiş olacaktır. Yani ayetten gelecek ışığın önüne perde çekilecektir.

 

Bu noktada Allah’tan sürekli doğru bilgi istemek gerektiğini bir kere daha anlamış oluyoruz. Unutmamak gerekir ki: İslam, Kur’an, vahiy ve hadisler gibi güzel şeyler ciddi ölçüde çarpıtılmamış, bozulmamış olsaydı onlarla irtibatı olan insanlar bu dönemde ve uzun zamandır bu kadar sefil bir halde olmazlardı.

 

Ancak dikkat edelim: Hadislerin aktarılmasında, çevrilmesinde, anlaşılmasında ve yorumlanmasında bu kadar çok yanlışın olması kimseyi ümitsizliğe düşürmemelidir. Böylesi bir ümitsizliğe kapılanlar ise en başta negatif olmama egzersizleri yapmalıdır. Öncelikle bizler mutlak olarak sadece kendi hayatımızdan ve kendi anlatacaklarımızdan sorumluyuz. Bize düşen ancak tebliğdir, güzel bir şekilde anlatmaktır. Bunun dışında insanların durumu ise bizim sorumluluğumuzda değildir. Karamsarlıktan, negatif düşüncelerden sıyrıldıktan sonra, bildiğimizi zannettiğimiz pek çok şeyi aslında bilmediğimizi ya da doğru bildiğimizi sandığımız şeylerin çoğunu yanlış bildiğimizi fark etmemiz aslında terakki adına önemli bir başlangıç noktası da sayılabilir. Bu farkındalık diğer taraftan önemli bir ümit kaynağı da olabilir. Çünkü yanlış bilinen bir meselenin doğrusunu öğrenme şansımız halen ve her zaman vardır. Doğrusunu öğrendiğimiz ve anladığımız zaman vahyin veya nebevi mesajın kendi güzelliği, tatlılığı, orijinalliği içinde yeniden hissedilmesi, o yolun açılması da çok önemli bir lütuftur. Allah Rasulü’nün herhangi bir hadisinin üzerindeki 1200 yıllık tozun toprağın temizlenip o mesajın kendi nurani güzelliğiyle görünmesi ve parlaması gerçekten harika ve ümit verici bir hâldir. 

 

Evet, yanlışı yayılmış ve yerleşmiş bir şeyin doğrusunu aramak, bulmak ve anlatmak zor gelecektir. Bununla birlikte zorluğun derecesi nispetinde ecrinin artacağı da bilinmelidir. Üstelik güzel, iyi ve hatta mükemmel şeylere ulaşmanın kolay olması ekstra bir lütuf olmadıkça pek sık rastlanan bir durum da değildir.

 

Allah-u Teala’dan kendisine ulaştıracak en önemli vesile olan Efendimiz’in (sav) sünnetini ve hadislerini okumayı, doğru anlamayı ve onlara uymayı bize nasip etmesini dileriz.

Not: Yazı dizisinin ikinci bölümü sona erdi. Üçüncü bölüm, yarın internet sitemizde yayımlanacaktır. 

 


1 ) Buhari, Edeb, 112, İbn Mace, Edeb, 24

2 ) İbn-i Hibban, Sahih, II, 392; İbn-i Kesîr, Tefsîr, II, 164

3 ) Nuh, 15