Hastalıklar, Maddi ve Manevi Sebepleri | 2. Kısım
Not: Bu yazı, “Hastalıklar, Maddi ve Manevi Sebepleri” başlıklı yazı dizisinin ikinci yazısıdır. Serinin ilk yazısına bu linkten ulaşabilirsiniz.
Dördüncüsü: İnsanın vücudu, ona verilen organlar ve cihazlar, akıl ve ruh gibi donanımlar insana ait değildir. Onları insan var etmemiştir. Onlar başkasının malıdır ve mal sahibi malı üzerinde istediği gibi tasarruf eder. Bu tasarruf esnasında insanın “Ama canım yanıyor.” gibi sızlanmalarında bir haklılık payı görülebilir. Ancak bu görüntü hakikatte yanıltıcı olmasına rağmen Allah Teala keremi ve merhameti nedeniyle kulunun canının yanmasını karşılıksız bırakmamaktadır. “Karşılık vermesin ama canımı da yakmasın.” şeklinde çocukça bir serzeniş ise hem realite açısından hem akıl ve mantık açısından hem maddi-manevi alemlerin işleyiş mekanizması açısından abes olacaktır. Ayrıca can yanması, hastalığın sadece tek bir yönüdür ve sabırsız-aceleci insanların vehmettiği gibi meselenin tek yönü değildir. Hastalık gibi durumlar kainattaki genel değişim ve dönüşümün bir türüdür. Allah Teala, kendi isimlerinin nakışlarını göstermek, kendisini kullarına tanıttırmak gibi hikmetlere binaen kullarını hâlden hâle sokar, evirir, çevirir, değiştirir. Bu değişimler içinde hastalıklar gibi şifalar da vardır. Yani hastalıklar kadar şifa ve afiyet durumları da bu değişim sürecine veya döngüsüne dahildir. Açlık ve tokluk, zenginlik ve fakirlik, cahillik ve bilginlik durumları da bu döngüye dahildir. Musibet zamanları kadar afiyet ve selamet zamanları da bu döngüye dahildir.
Beşincisi: Hastalık genel olarak kaçınılması gereken bir arıza olarak görülse de bazı insanlar için ilahi bir ihsan hükmüne geçebilir. Hayır gördüklerimizde şer, şer gördüklerimizde hayır olabileceği1 zaten doğrudan Allah Teala’nın beyanıdır ve başımıza gelenleri değerlendirirken başvurmamız gereken altın bir ölçüdür. Bu bağlamda Allah Teala’nın bazı insanlara kendisinden uzaklaştıracak servet ve makam vermemesi gibi bazılarına da kendisine yaklaşmalarında daha çok katkı sağlayacak bir takım bela ve musibetler takdir etmesi mümkündür. Örneğin gençliğin getirdiği heyecan, pek de akıllıca sayılamayacak aksiyonlar, hayatını daha hızlı ve haz eksenli yaşama eğilimi gibi nedenler gençlikte gafleti daha yoğun hâle getirebilmektedir ve bu sık karşılaşılan bir durumdur. Böylesi bir durumda özellikle kronik hastalıklarla uğraşmak zorunda kalan gençlerin ahiretlerini diğerlerine nazaran daha fazla düşündüklerine sık rastlanır. Bediüzzaman, kendisinden dua isteyen böyle gençlere şu cevabı vermektedir: “Kardeşim, senin bu hastalığının aleyhinde değilim, hastalık için sana karşı bir şefkat hissedip acımıyorum ki dua edeyim. Hastalık seni tam uyandırıncaya kadar sabra çalış ve hastalık, vazifesini bitirdikten sonra Hâlık-ı Rahîm inşâallah sana şifa verir… Senin bir kısım emsalin sıhhat belasıyla gaflete düşüp, namazı terk edip, kabri düşünmeyip, Allah’ı unutup, bir saatlik hayat-ı dünyeviyenin zahirî keyfi ile hadsiz bir hayat-ı ebediyesini sarsar, zedeler belki de harap eder. Sen hastalık gözüyle, her hâlde gideceğin bir menzilin olan kabrini ve daha arkasında uhrevî menzilleri görürsün ve onlara göre davranıyorsun. Demek senin için hastalık, bir sıhhattir. Bir kısım emsalindeki sıhhat, bir hastalıktır.”2
Altıncısı: İnsan aklı geçmiş ve gelecekle fazlasıyla meşgul olmaya eğilimlidir. Hatta bugünden çok geçmiş ve gelecekle ilgilenir. Bu da çelişkili duyguları beraberinde getirir. Örneğin geçmişindeki sıhhatli, afiyetli, huzurlu, madden ve manen rahat olduğu günleri hatırlayan bir insan bugününde aynı durumda değilse o günlerdeki selametli ruh hâlini bugün hatırlayınca tam tersi duygular yaşayacaktır. Geçmişindeki hastalıklı, huzursuz, madden ve manen darlık içinde olduğu günleri hatırlayınca da bugün o durumda değilse bir nebze de olsa şükürle ve ferah duygularla dolacaktır. Madem geçmişi ve geleceği düşünmenin beraberinde adeta zorunlu olarak getireceği bazı duygular vardır. O hâlde şimdiki zaman dilimi içinde bulunulan hastalık durumunun gelecekteki hâli üzerinde düşünüp şimdiki hâlin geçiciliğini hatırlamak daha akıllıca olacaktır. Evet, şimdiki zaman içinde hasta olan birisi bir süre sonra Allah’ın izni ve keremi ile iyileşecektir. Bu durumda şimdiki zamanı geçmiş zaman hâline gelecektir ve bu zamanlarını ileride şükürle ve ferah duygular içinde hatırlayacaktır. O hâlde hastalıkların geçmişi ve geleceği kuruntular, vesveseler, keşkeler ve acabalar ile düşünmek yerine pozitif bir şekilde düşünme eğitimi de verdiği, vermesi gerektiği söylenebilir.
Yedincisi: Gaflet insanın zihnen ve duygusal açıdan Allah’ı ve ahireti unutması, doğal olarak da Allah ve ahiretle irtibatlı hakikatleri hatırına getirmemesi olarak tanımlanabilir. Böyle bir gaflet hâlinin süresi ve yoğunluğu kişiden kişiye değişebilir. Allah Teala da fazlından ve kereminden kendi varlığını, ahireti hatırlatmak için insanlara hastalık takdir buyurmuştur denilebilir. Bu da hastalıklar gibi her türlü dünyevi musibete karşı ayet ve hadislerde beyan buyurulan hakikatlerden anlaşılan bir husustur. Çünkü dünyayı fazlasıyla seven, bu nedenle de ahireti ve ölümü aklına bile getirmek istemeyen, dolayısıyla gaflet katsayısı görece biraz daha fazla olan bir Müslümanın, hastalandığı zaman dünya zevklerinden geri kaldığı için üzülmesi asıl üzülmek gereken bir hâldir. Eğer dünya daimi olsaydı, yolumuzda ölüm olmasaydı, ayrılık ve yok olup gitme rüzgarları her gün her dakika esip durmasaydı, hastalığın ve benzeri dünyevi musibetlerin varlığına üzülmek, bu musibetlere uğrayanlara fazlasıyla acımak anlamlı ve mantıklı olabilirdi. Ancak dünya hastalara olduğu kadar sağlıklı insanlara da bir gün “Haydi, size ayrılan sürenin sonuna geldiniz. Şimdi dışarı!” diyecek. O hâlde muhabbet, rağbet ve bağlanma gibi yetilerimizi dünyaya yönlendirmek ve onda sabit kılmak hiç de anlamlı, mantıklı, tutarlı bir davranış olmayacaktır. Bizi bir gün kovacak olanı şimdiden kalbimizden kovmak ondan ayrılma zamanı geldiğinde çok işimize yarayacaktır. Hastalıklar da bu hakikati ve dünyadaki asıl vazifemizi hatırlatmaları açısından aslında sadık birer haberci, hayırhah bir dost hükmünde sayılabilirler.
Sekizincisi: Kur’an’da defaatle “Ne kadar da az şükrediyorsunuz!”3 buyurulması, ve insanların çoğunun şükretmediği4 gerçeğinin defalarca hatırlatılması ,insandaki nankörlük ve asıl nimeti vereni unutma gibi bir damarın ne kadar güçlü olabileceğini, dolayısıyla bu damarın gücünün bir şekilde zayıflatılması gerektiğini ihtar etmektedir.
Bu bağlamda hastalıkların insanın bu nankörlük damarının gücünü zayıflatmasına olumlu etkileri olduğu söylenebilir. Özellikle bir nimetin kıymetini o nimet elinden gidince anlamak olarak bildiğimiz insani özelliğin bir parça da olsa kırılabilmesi çok önemlidir. Örneğin mide rahatsızlığı olan bir hastanın midesinin ve sindirim sisteminin kıymetini hasta olunca anlaması veya hasta olunca daha iyi anlaması, bu anlama hâlinin onu şükretmeye yönlendirmesi; sabır göstermek ve şifa aramak gibi girişimleri terk etmemesinin yanında çok önemli bir kazanç sayılmalıdır.
Dokuzuncusu: Hastalıkların; Müslümanların veya müminlerin günahlarına kefaret olmaları gibi bir özelliği vardır. “Bir Müslümana herhangi bir musibet, sıkıntı, keder, üzüntü, eziyet, gam dokunursa, hatta kendisine bir diken bile batarsa, mutlaka Allah bunları onun günahlarına kefaret yapar.”5 hadisinin manası açıktır.
Yine Efendimiz (sas) Ümmü Saib isimli bir sahabinin yanına gelerek onun hastalığını sorar. Sahabi “Sıtmaya yakalandım, Allah onun hayrını vermesin” gibi hastalığa karşı olumsuz bir söz söyler. Efendimiz de (sas):
–“Sıtmaya sövme; çünkü o, körüğün demirin kirini ve pasını giderdiği gibi insanoğlunun hata ve günahlarını giderir.”6 buyurur.
Hadislerden anlaşılan o ki; insan bir hastalığa sadece hastalık olarak, onun vücuduna verdiği acı ve diğer olumsuzluklar açısından bakmamalıdır. Hastalığın tek bir yönü yoktur. Bazı maddi sebep ve sonuçları olduğu gibi, manevi sebep ve sonuçları da vardır. Dolayısıyla hastalığın maddi sebep ve sonuçlarıyla olduğu kadar manevi sebep ve sonuçlarıyla da ilgilenmeli, meselenin o yönüne de dikkat etmelidir.
Diğer yandan günahlarımız bizim manevi dünyamız açısından asıl hastalıklarımızdır. Üstelik günahları önemsememek, ahireti çok da ciddiye almamak bu hastalıkların en belalılarıdır. Bu manevi hastalıklardan kurtulmanın bir yolu olarak da Allah Teala maddi hastalıkları takdir etmiştir denilebilir.
Onuncusu: Hastalığın asıl korkutucu yanı insanın ölümle arasındaki engellerin kalktığını, mesafenin kısaldığını hissetmesidir. Bazı hastalıkların ölümle sonuçlanması da hastalığın şiddetine göre hastaları endişelendirir ve bu normal bir durumdur. Ancak hatırlanmalıdır ki çok ağır hastaların uzun süre yaşadığı, kendini sağlıklı hisseden bazı kişilerin o ağır hastalardan daha önce öldüğü de sayısız örnekleriyle ortada olan bir gerçektir.
Diğer yandan ecel, zaten takdir buyurulduğu zamandan önceye ve sonraya alınacak değildir.7 Ayrıca ölümü yaratan, ondan kaçış olmadığını, korunaklı kalelerde olsak dahi ölümün bizi gelip bulacağını açıkça beyan etmektedir.8
Dolayısıyla insanın ölmemek için sağlığına dikkat etmesi, ölümden tamamen uzak kalmak amacıyla yapılacak bir davranış değildir. Böyle bir dikkat, öncelikle doğal bir eğilim olduğu sonrasında ise bu konudaki dikkatsizliğin kendine zarar vermek olması, bunun da insan doğasına aykırı olması nedeniyledir. O hâlde ölümden fobi derecesinde bir korku makul olmadığı gibi ölüme karşı tamamen kayıtsız kalmak da insan doğasına aykırıdır.
Ayrıca ölümün yaratılan bir şey olduğunu biliyoruz.9 Dolayısıyla ölüm, zincirinden kurtulmuş, başıboş gezen, gördüğü her insanı parçalayan vahşi bir canavar değildir ki köşe bucak ondan kaçılsın. Ölüm, kendisi belirli bir amaç için yaratılmış, kontrol altında olan, vazifesi belli, vazifesinin şuurunda ve görevine bağlı, ne yapacağını, ne zaman ve nasıl yapacağını çok iyi bilen, bunu yaparken de kimseye haksızlık etmeyen bir memurdur. Dolayısıyla Müslüman için ölüm, dünyadaki görevinin sona erdiğini bildiren bir terhis, dünya eğitiminin bittiğini bildiren bir paydos zili, ahirete göçmüş dostlar ve ahbaplar, akrabalar ve yakınlar, sevenler ve sevilenler için açılmış bir yol, misafirlikten kendi evine, gurbetten asıl vatana dönüş, dünyanın dar, karanlıklı, zahmetli koridorlarından cennet bahçelerine bir davet, Allah Teala’nın tamamen kendi fazlından ve kereminden olarak az çok O'nun istediği gibi yaşamışlara yönelik ücret ödeme vaktidir.
1 ) Bakara, 216
2 ) Lemalar, 25. Lema
3 ) A’raf, 10; Müminun, 78; Secde, 9; Mülk, 23
4 ) Bakara, 243; Âl-i İmrân, Yunus, 60; Yusuf, 37-38; Neml, 73
5 ) Buhari, Marda, 1; Müslim, Bir, 52
6 ) Müslim, Birr 53
7 ) A’raf, 34
8 ) Nisa, 78
9 ) Mülk, 2