İmam Buhari'nin İmam-ı Azam'a Eleştirileri | 1. Kısım
Soru: İmam-ı Azam Ebu Hanife ile İmam-ı Buhari arasındaki bir anlaşmazlıktan, hatta İmam-ı Buhari'nin İmam-ı Azam'ı tekfir ettiğinden bahsediliyor. İmam-ı Buhari'nin İmam-ı Azam'ı tekfir ettiği doğru mudur? Şayet doğruysa İmam-ı Buhari gibi büyük ilim sahibi bir insan niçin tekfir etme gibi bizim kötü gördüğümüz bir davranışa başvurmuştur. Aralarındaki tartışmanın sebebi nedir?
Cevap: Bu konuyu maddeler hâlinde ele alacağız.
Birincisi: İmam Buhari, İmam Azam’ı tekfir etmemiştir. Buhari'nin tekfir ettiğini iddia edenler İmam Buhari’nin kendi görüşünü değil onun başkalarından aktardığı haberleri İmam Buhari’nin de aynen benimsediği varsayımıyla hareket etmektedirler. İddianın aslı ise şudur:
İmam Buhari’nin ed-Duafâü’s-sagîr isimli hadiste zayıf olan ve rivayetleri kabul edilmeyen ravilere dair bir eseri vardır. Bu eserinde İmam-ı Azam ile ilgili şunları söyler: “Bize Nuaym b. Hammad tahdis etti: Bize Yahya b. Said ve Muaz b. Muaz tahdis etti. Sevri’yi şöyle derken duydum: “(Ebu Hanife) iki defa küfürden tevbeye davet edildi.”1
Fark edileceği üzere burada İmam Buhari, İmam-ı Azam’a doğrudan doğruya “kafir” dememiş ancak başkalarının onun küfürden tevbeye davet edildiğine dair bir duyumunu aktarmıştır. Onların görüşlerine katılıp katılmadığı hakkında bir beyanı yoktur. Kaldı ki Ebu Hanife’nin küfürden tevbeye davet edildiğini ilk aktaran kişi olan Süfyan es-Sevri dahi “Ebu Hanife kafirdir.” dememiştir. O da Ebu Hanife’nin küfürden tevbeye davet edildiğini başkalarından aktarmıştır.
“Duafâ” türü eserler kendilerinden hadis rivayet edilen kişilerin özelliklerine dair bilgilerin yer aldığı kitaplardır. İmam Buhari de İmam-ı Azam’ın özellikleriyle ilgili kendi çevresinin görüşlerini bu kitabına almıştır. İmam-ı Azam'ın hangi nedenle küfre düştüğünü veya tam olarak ne sebeple tevbeye davet edildiğini ise aktarmamıştır. Meselenin bu kısmını ise Ebu Nuaym el-İsfehânî’den öğreniyoruz. Ebu Nuaym, İmam-ı Azam’ın Kur’an’ın mahluk olduğu yönünde görüş belirttiğini ve bu nedenle tevbeye davet edildiğini aktarır.2
Fakat burada kaderin ilginç bir cilvesi ortaya çıkar: İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin (ra) Kur’an’ın mahluk olup olmadığı konusundaki görüşü kendi ifadesiyle tam olarak şöyledir: “Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın kelâmı olup, mushaflarda yazılı, kalplerde mahfuz, dil ile okunur ve Hz. Peygamber’e indirilmiştir. Bizim Kur’ân-ı Kerîm’i telaffuzumuz, yazmamız ve okumamız mahlûktur fakat Kur’ân mahlûk değildir. Allah’ın Kur’ân’da belirttiği Musa ve diğer peygamberlerden, Firavun ve iblisten naklen verdiği haberlerin hepsi Allah kelâmıdır, onlardan haber vermektedir. Allah’ın kelâmı mahlûk değildir, fakat Musa’nın ve diğer yaratılmışların kelâmı mahlûktur. Kur’ân ise Allah’ın kelâmı olup, kadîm ve ezelîdir.”3
İmam Buhari (ra) de Halku Ef‘Âli’l-İbâd adlı eserinde Kur’an’ın Allah kelamı olduğunu ancak Kur’an’ı telaffuz etmenin mahluk olduğunu belirtir. Bu noktada İmam-ı Azam ile aynı görüşte birleşmiş olur.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; İmam-ı Azam’ın başka isimlerce tekfir edildiği bir meselede İmam-ı Azam ile aynı görüşteki İmam Buhari’nin İmam-ı Azam’ı tekfir etmesi mümkün olmadığı gibi tekfir ettiğini iddia edenlerin görüşleri de mantıklı değildir.
Yeri gelmişken hemen belirtelim: Tekfir meselesi sahabe döneminin sonlarında ortaya çıkmıştır ve bunu ilk başlatan Haricilerdir. Hariciler, Hz. Ali (ra) ile Hz. Muaviye arasındaki Sıffin savaşında hem Hz. Ali’yi hem Hz. Muaviye’yi ve taraftarlarını tekfir etmiştir. Daha sonra hilafetin Hz. Ali’nin (ra) hakkı olduğunu savunan Şia içindeki bazı aşırı gruplar da sahabe efendilerimizin çoğunu tekfir etmiştir. Ehl-i sünnetin ise genel görüşü siyasi ayrılıklara karışanların yahut günah işleyenlerin tekfir edilemeyeceği yönündedir. Ancak zamanla ilk itikadi mezheplerin belli mensupları bazı sahabileri ve kendi muhaliflerini tekfir etmeyi adeta alışkanlık haline getirmişler, daha sonra bu durum umumi bir hastalık hâlini almaya başlamıştır. Akabinde bazı fırkalar hakkında hadisler de uydurulmuş ve bu uydurma hadisler tekfir hastalığını beslemiştir.
Tekfir konusundaki salgından maalesef bazı ehl-i sünnet alimlerinin de etkilendiği söylenebilir. Özellikle ehl-i hadis alimlerinin bir kısmı ile selefiye mensupları bu konuda oldukça rahat davranabilmektedirler. Ancak İmam Buhari’yi bu gibi mutaassıp isimlerden birisi saymak mümkün değildir.
İkincisi: İmam Buhari’nin (ra) İmam-ı Azam’ı (ra) tekfir etmemekle birlikte ona yönelik bazı eleştirilerde bulunduğu bilinmektedir. Bu eleştirilerin sebeplerini ilmî sebepler, meşrep ayrılığından kaynaklanan sebepler ve siyasi sebepler olmak üzere üç kısımda değerlendirmek mümkündür.
İlmî Sebepler: İmam Buhari ehl-i hadis ekolüne mensuptur. İmam-ı Azam ise ehl-i rey ekolünün en önemli temsilcisi sayılır. Bu iki ekolün ayet ve hadislerin değerlendirilmesinde yöntem farklılıkları nedeniyle bazı konularda görüş ayrılıklarına düştüğü zaten bilinmektedir. İmam Buhari de Sahih’inde eleştirdiği bazı kimseleri “Bazı kimseler şöyle dedi.” diyerek isim vermeden ancak görüşlere atıfta bulunarak eleştirmiştir. Bu görüş sahiplerinden birisi de İmam-ı Azam’dır. Bu eleştirilerin sebebiyse tamamen ilmîdir. Bu da gayet doğal karşılanmalıdır. İmam Buhari herhangi bir mezhebe mensup olmayan, mensup olması da gerekmeyen büyük bir alim ve müçtehittir. Bu seviyedeki bir alimin İmam-ı Azam’ı eleştirmesi gayet normaldir. Zaten sadece İmam-ı Azam’ı değil İmam Şafii’yi eleştirdiği yerler de olmuştur ve İmam Şafii’yi eleştirdiği yerler İmam-ı Azam’dan daha fazladır.
Siyasi Sebepler: İslam tarihi bir “Mihne Dönemi” yaşamıştır.4 Bu dönemde yaşanan zulümlerin başında bulunanlardan biri de devletin baş kadısı İbn Ebi Duad isimli birisidir. Bu isim itikatta Mutezile mezhebi mensubudur ve aynı zamanda Hanefî kökenli bir alimdir. Yani zamanında Hanefi alimlerinden ders almıştır. Ebi Duad’ın “Kur’an mahluktur!” demeyen, özellikle ehl-i hadis ekolü alimlerine baskıcı bir tutum sergilemesi ve devamındaki devlet politikaları halife Mütevekkil dönemine kadar yaklaşık yirmi yıl devam etmiştir. Mütevekkil’den sonra da siyasi rüzgâr tam tersine dönmüş, bu sefer ehl-i hadis ekolü alimleri devletçi tutumlarıyla ehl-i rey ve Mutezile üzerinde baskı uygulamaya başlamıştır. Dolayısıyla İmam Buhari gibi ehl-i hadis mensubu bir alimin Ebu Hanife gibi ehl-i rey mensubu bir alime en azından sempati duymaması anlaşılabilir bir nedendir. Çünkü söz konusu siyasi nedenler, ekoller arasında bir gerilim oluşturmuş olabilir.
Meşrep Ayrılığı: İslami ilimler tarihinde ehl-i rey ve ehl-i hadis şeklinde adlandırılan iki temel ekolün varlığı bilinmektedir. İmam-ı Azam hazretleri ehl-i rey ekolünün simge isimlerinden biri iken İmam Buhari hazretleri de ehl-i hadis ekolünün en önemli isimlerinden biri olarak kabul edilir. Bu iki ekol arasındaki ayet ve hadislere yaklaşım farkları bilinen bir husustur. Bu nedenle iki ekolün temsilcilerinden birisinin diğerini eleştirmesi gayet normaldir. Zaman içinde bu iki ekol birbirleriyle ciddi münakaşalar içine de girmiştir. Ancak İmam Buhari’nin İmam-ı Azam’a yönelik eleştirilerinin bu alanda birbiriyle cedelleşen pek çok isimden düşük yoğunluklu bir eleştiri olduğu unutulmamalıdır. Bu insanlar sıradan, tartışmayı seven, birbiriyle çekişmekten haz alan düşük karakterli insanlar değildir. Her biri ciddi alimdir. Bu nedenle bu zatlara bakış açımızı çevremizde gördüğümüz sıradan isimlerle bir tutmamaya dikkat etmek önemlidir.
Üçüncüsü: Gerek Ebu Hanife’nin gerek İmam Buhari’nin yaşadığı dönemde iletişim imkanlarının ne kadar kısıtlı olduğu bilinir. Sonuçta her ikisinin de telefonun, telgrafın, internetin olmadığı bir zamanda yaşadığı unutulmamalıdır. Bu nedenle insanların birbirleri hakkındaki bilgileri uzaktan, dolaylı ve bazen de çarpıtılmış olabilmektedir.
Örneğin Ebu Hanife’nin “Kur’an’ın telaffuzu mahluktur.” şeklindeki sözleri bazıları tarafından “Ebu Hanife Kur’an’a mahluk dedi.” olarak anlaşılabilmekte ve başkalarına da bu şekilde aktarılabilmektedir.
Bugün biri size gelip; “İsmet Özel Kur’an’ı Peygamberin yazdığını söylüyor.” dese, siz de “O zaman İsmet Özel dinden çıkmıştır.” diyebilirsiniz. Dikkat edileceği üzere buradaki mesele İsmet Özel’in kendisi değil, Kur’an’ı Efendimiz’in (sas) yazdığı iddiasıyla ilgilidir. Temelde ise İsmet Özel’in tekfir edilmesi değil bu iddianın tekfir edilmesi vardır.
İletişimin tam verimli olmadığı eski dönemlerde kulaktan kulağa aktarılan olayların, fikirlerin, söylemlerin arasına yanlış veya çarpıtılmış bilgilerin karışması normaldir. İmam Buhari’ye de kendisinden yaklaşık 100 yıl önce yaşamış Ebu Hanife hakkında ulaşan duyumların içine yanlış ve çarpıtılmış bilgilerin karışmış olması mümkündür.
Diğer yandan İmam Buhari’nin Ebu Hanife hakkındaki aleyhte söylemlerin tümüne katıldığını iddia etmek mümkün değildir. Çünkü “duafâ” adı verilen rical kitapları, yani hadis rivayet edenlerin cerh ve tadillerinin yapıldığı, bu insanların özelliklerinin sayıldığı kitaplara alınan fikirler eser sahiplerinin her zaman kendi görüşlerini oluşturmaz.
Örneğin popüler tartışmalarda şöyle bir iddiaya rastlanır: “İmam Buhari, İmam-ı Azam’a “deccal” demiştir. Halbuki olayın aslı şudur: İmam Buhari, birinci maddede ismini zikrettiğimiz kitabında şöyle bir kayıt düşmüştür: “Bize bizim bir arkadaşımız Hamdeveyh’ten tahdis etti dedi ki: Ben Muhammed b. Mesleme’ye dedim ki: Numan’ın görüşü bütün beldelere girdiği halde Medine’ye dâhil olmadı. Dedi ki: Muhakkak Allah’ın Rasülü (sav) şöyle dedi: Oraya deccal ve taun giremez, o deccallerden bir deccaldır.”5
Bu metinde İmam Buhari’nin asıl adı Numan olan Ebu Hanife’ye doğrudan deccal demediği zaten açıkça görülmektedir. Diğer yandan bu tip kitapların bir özelliği şudur ki; yazar kendisine ulaşan haberleri bir şekilde kitabına alır. Ciddiye aldığı haberlerin bütün silsilesini, haberin ilk sahibinden kendisine ulaşana kadarki bütün ravileri tek tek zikreder. Açık isim zikretmediği haberleri ise pek ciddiye almamış, sadece piyasada dolaşan bir haber olması nedeniyle kitabına almış demektir. Bu metinde de İmam Buhari “Bize bizim bir arkadaşımız Hamdeveyh’ten tahdis etti (haber verdi)” demekle aslında bu rivayetin pek de ciddiye alınır olmadığını üstü kapalı bir şekilde ifade etmiştir. Halbuki birinci maddede aktardığı rivayette “Bize Nuaym bin Hammad tahdis etti (haber verdi).” demiş ve o haberi kendisine ulaştıran kişinin ismini açıkça zikretmiştir.
Medine’ye İmam-ı Azam’ın simge ismi olduğu ehl-i rey ekolünün hiç girmemesi zaten yanlış bir düşüncedir. Çünkü Medine’nin imamı olarak kabul edilen İmam Malik (ra) bazı alimlerce ehl-i rey olarak kabul edilmiştir. İmam Buhari’nin de bu kadar bariz bir gerçeği bilmemesi mümkün olmasa gerektir.
1 ) ed-Duafâü’s-Sağir, madde no: 388 (Aktaran; Mehmet Erdem, İmam Buhari’nin Kitaplarında İmam Ebu Hanife Hakkındaki Rivayetlerin Tespit ve Tahlili, s. 81)
2 ) Ebû Nuaym el-İsfehânî, Kitâbü'd-Duafâ, s. 154, (Aktaran; Kemal Özcan, Müslim’e Yöneltilen Eleştiriler, Doktora Tezi, s. 29)
3 ) İmam-ı Azam, el-Fıkhu’l Ekber, s. 53
4 ) Ayrıntılı bilgi için bkz; https://kurantime.com/selef-denizinin-feneri-imam-ahmed-bin-hanbel-peygamber-varisleri-boeluem-4
5 ) ed-Duafâü’s-Sağir, madde no: 388 (Aktaran; Mehmet Erdem, İmam Buhari’nin Kitaplarında İmam Ebu Hanife Hakkındaki Rivayetlerin Tespit ve Tahlili, s. 81)