


İmam-ı Azam Ebu Hanife Kimdir? | 1. Kısım
Soru: İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe kimdir? Bize kendisini tanıtır mısınız?
Cevap: İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe İslam hukuk geleneğinin kurucu ve öncü isimlerinden biri olarak, günümüzde de hayatımızın çeşitli alanlarında etkisi devam eden önemli bir şahsiyettir. Asıl adı Nu‘mân b. Sâbit olan Ebû Hanîfe, miladi 699 (hicrî 80) yılında Kûfe şehrinde dünyaya gelmiştir.
Ebû Hanîfe künyesinin anlamı konusunda farklı rivayetler vardır. Literatürde öne çıkan birinci görüşe göre, “Hanîfe” kelimesi Arapçada divit ya da yazı hokkası anlamına gelmektedir. İmâm-ı Âzam’ın ilmî faaliyetleri sırasında sürekli olarak yanında divit ve hokka taşıması nedeniyle, ona bir tür saygı ifadesi olarak “kalemin babası” anlamında Ebû Hanîfe denilmiştir.
İkinci görüş ise “Hanîfe” kelimesinin Kur’ân’da geçen ve tevhîd inancı üzerine dosdoğru olan kişileri ifade eden “hanîf” kavramına atfen kullanıldığıdır. Bu yoruma göre Ebû Hanîfe doğruluk, hak ve istikamet üzere bulunan kimselerin manevi öncüsü ya da simgesi anlamında “Hanîflerin babası” olarak anılmıştır.
İmâm-ı Âzam lakabı ise kelime anlamı olarak “imamların en büyüğü” anlamına gelir. Bu ifade ilk bakışta abartılı görülebilir. Ancak Ebû Hanîfe’nin yaşadığı dönemde onun ilmî otoritesini tartışan veya bu üstünlüğe itiraz eden bir âlime rastlamak neredeyse mümkün değildir. O, İslam fıkhında gerçekleştirdiği sistematik çalışmalarla büyük bir çığır açmış ve bu nedenle bu lakabı hak ettiği genel kabul görmüştür. Bu bağlamda Ebû Hanîfe’nin gerçekten en büyük olup olmadığı tartışılabilir fakat çok büyük bir âlim olduğuna şüphe yoktur.
Ebû Hanîfe’nin etnik kökenine dair tartışmalar mevcuttur. Yaygın kanaate göre ataları Fars asıllıdır ancak Türk veya Arap kökenli olduğuna dair görüşler de dile getirilmiştir. Bu tartışmalar, milletlerin kendi tarihlerine mâl etmek istediği büyük şahsiyetler için anlaşılır olsa da esasen üstünlüğün ve büyüklüğün etnik kimlikte değil, ilim ve takvada olduğunun bilincinde olanlar açısından önem arz etmez.
Tarihî kaynaklarda aktarıldığına göre Ebû Hanîfe’nin babası Sâbit ve dedesi Nu‘mân, varlıklı kimseler olup bir gün Hz. Ali’yi ziyaret etmiş ve ona tatlı ikramında bulunmuşlardır. Hz. Ali de onlara ve nesillerine yönelik hayır ve bereket dileğinde bulunmuştur. Bu bağlamda İmâm-ı Âzam’ın, Hz. Ali’nin duasından dolaylı olarak istifade ettiği ifade edilebilir.
İlme Yönelişi ve Eğitim Hayatı
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe gençlik döneminde baba mesleği olan kumaş ticaretiyle ilgilenmiş, bu dönemde Kûfe’deki ilmî meclislere de aralıklarla iştirak etmiştir. Ancak kaynaklara göre Ebû Hanîfe’nin düzenli biçimde ilme yönelişi, dönemin önemli âlimlerinden İmam Şa‘bî’nin teşvikiyle gerçekleşmiştir. Ebû Hanîfe’nin kendi ifadelerine göre Şa‘bî, ondaki zekâ ve yeteneği fark ederek, “İlmi ve âlimlerle görüşmeyi ihmal etme; zira ben seni zeki, uyanık ve yetenekli bir genç olarak görüyorum.” demiş ve bu tavsiye Ebû Hanîfe’nin içindeki ilmî yönelişi fiiliyata geçirmesine vesile olmuştur. Bu bağlamda Muhammed Hamîdullah’ın ifadesiyle, “İlmin tadını bir kez alan kişinin bir daha onu terk edemeyeceği” gerçeği Ebû Hanîfe’nin hayatında da kendini göstermiştir.
Ebû Hanîfe’nin ilmî tahsili başlangıçta kelâm ilmi üzerine yoğunlaşmıştır. Bir müddet sonra ise İslâm’ın bireysel ve toplumsal hayattaki pratik uygulamaları açısından daha faydalı gördüğü fıkıh ilmine yönelmiştir. Bu yeni yönelişinde hocası olarak tâbiîn devrinin büyük fakihlerinden Hammâd b. Ebû Süleyman’ın ders halkasına katılmıştır. Yirmi iki yaşında talebesi olarak katıldığı Hammâd’ın ders halkasında tam on sekiz yıl süreyle eğitim görmüş, böylelikle kırk yaşına kadar kesintisiz biçimde ilmî faaliyetlerine devam etmiştir.
Bu süre içerisinde İmam-ı Âzâm yalnızca Kûfe’deki eğitim halkasıyla yetinmemiş, ilmî ufkunu genişletmek amacıyla dönemin önemli merkezlerinden olan Hicaz ve Basra gibi şehirlere seyahatlerde bulunmuştur. Bu seyahatlerde, Mâlikî mezhebinin kurucusu İmâm Mâlik b. Enes’ten, büyük fakih İmâm Evzâî’den ve Ehl-i Beyt’in önemli simalarından İmam Muhammed Bâkır ile İmam Ca‘fer es-Sâdık’tan da ilmî anlamda faydalanmıştır. Böylece Ebû Hanîfe’nin ilmî kimliği farklı coğrafyaların ve farklı ilmî geleneklerin zenginliğiyle yoğrularak çok yönlü ve derin bir yapıya kavuşmuştur.
İslam Dünyasında İlim Halkaları ve İmâm-ı Âzam'ın Dahil Olduğu Halkalar
İslâmî ilimler tarihinde önemli bir yer tutan "ilim halkaları" medreselerin ortaya çıkışından önceki ilk ilmî yapılanmalardır. İlim halkaları camilerde âlimlerin etrafında oluşan ve talebelerin diz çökerek ders aldığı eğitim ortamlarıdır. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin doğduğu ve yetiştiği Kûfe şehrindeki Kûfe Camii, bu ilim halkalarının en meşhurlarından biri olarak kabul edilir.
Kûfe Camii, Sa‘d b. Ebû Vakkâs tarafından kurulmuş ve burada ilk ilmî eğitim faaliyetlerini büyük sahâbî Abdullah b. Mes‘ûd başlatmıştır. Daha sonra Abdullah b. Mes‘ûd’un ilmî geleneğini sırasıyla Alkame b. Kays, İbrâhîm en-Nehâî, Şa‘bî ve Ebû Hanîfe’nin hocası Hammâd b. Ebû Süleyman sürdürmüşlerdir. Bu ilmî zincirin devamında ise söz konusu ilmî kürsünün başına Ebû Hanîfe geçmiştir.
Ebû Hanîfe, ilmî meclisin sorumluluğunu devraldıktan sonra öğrencilerine şu tarihi sözlerle seslenmiştir:
“Sizler, kalbimdekileri bilen, dertlerime ortak olan ve benim için her şeyden kıymetli dostlarımsınız. Ben fıkıh denen ata eyer ve dizgin vurup onu terbiye etmek ve sizlere teslim etmek istiyorum.”
Ebû Hanîfe’nin bu ifadesi, o dönemde canlı ve gelişmekte olan fıkıh ilminin dağınık ve sistemsiz yapısına işaret eder. Bu durum fıkhın zengin bir potansiyele sahip olmasına rağmen, düzenli ve sistemli bir hâle getirilmemiş olduğunu ortaya koymaktadır. Ebû Hanîfe bu ilmî mirası ele alarak fıkıh ilmini sistematik bir yapı içinde düzenlemiş ve disipline etmiştir. Bir başka ifadeyle İmâm-ı Âzâm tabiri caizse dizginleri olmayan fıkıh ilmini yakalamış, eğitmiş ve onu tutarlı bir metotla geliştirerek İslâm fıkıh geleneğine son derece önemli bir katkıda bulunmuştur. Böylece Ebû Hanîfe’nin gayreti sayesinde fıkıh daha sonraki nesiller tarafından da kolaylıkla takip edilebilen, öğretilebilir ve anlaşılabilir sistematik bir disipline dönüşmüştür.