10 dk.
24 Eylül 2023
İman-Doğruluk İlişkisi | Tek Parça-gorsel
Youtube Banner

İman-Doğruluk İlişkisi | Tek Parça

İman Dinamik bir Kavramdır
 

Bir insan “La ilahe illallah Muhammedün rasulullah” demiş olmakla artık müminler safında yer almış olmaz. Bu beyanı salih amelle desteklemek ve işlenen amelleri salih hâle getirmeye çalışmak imandaki dinamizmin esasıdır.

 

Örneğin, iki tüccar düşünün. Birisi işinde dürüst değildir, alım-satımda hile yapmaktadır. Diğeri dürüsttür, hileli işi yoktur. Hile yapan beş vakit namaz da kılsa, kendisini bir Müslüman olarak da tarif etse; hile yapmayan ise kendisini ateist veya Hristiyan/Yahudi olarak da tanımlasa, hile yapmayan hile yapmama esnasında daha mümindir ve imana daha yakındır yahut daha mümince hareket etmektedir.
 

Bu gerçek insanlara ağır geldiği veya geleceği için bir parça yumuşatılmış ve “Hile yapmayan gayr-i müslimde mümin sıfatı vardır. Hile yapan Müslümanda ise kafir sıfatı vardır.” gibi söylemlere gidilmiştir. Dolayısıyla bazı hadislerdeki “mümin olmaz”, “mümin olarak yapamaz” gibi ibarelerin başına parantez içinde “kâmil manada” ibareleri eklenmiştir.

 

Örneğin Efendimiz (sas) “Zina eden kişi hem mümin olup hem zina edemez. Hırsızlık eden kişi hem mümin olup hem çalamaz. İçki içen kişi hem mümin olup hem içki içemez. (Eğer mümin olduğu hâlde bunlardan birini yapacak olursa) tevbe kapısı açıktır.”1 buyurmuştur.

 

Hz. Ebu Zer’in (ra) rivayetine göre Efendimiz (sas) “Lâ ilâhe illallah deyip bu durum üzere ölen herkes cennete girer.” Ben dedim ki; “Zina yapıp, hırsızlık da mı etse?” Dedi ki “Zina yapıp hırsızlık da etse.” Rasulullah (sas) üç defa bu ifadeyi tekrar etti ve dördüncüsünde “Ebû Zer istemese de” buyurdu.2

 

Eğer konuyla ilgili ayetlere ve diğer hadislere bakmadan tek bir hadisten hüküm çıkarılacak olsaydı, “Zina eden hem mümin olup hem zina edemez.” ibaresine göre zina eden, hırsızlık yapan ve içki içen kimselerin kafir olduklarına hükmetmemiz gerekecekti. Nitekim hariciler ve bir kısım mutezile de böyle düşünmüştür. Ancak konuyla ilgili farklı hadis ve ayetlere bakılınca bir günahı işleyenlerin imanlarının tamamen sıfırlanmadığını, onların kafir olmadıklarını anlamış oluyoruz. Bu durumda yapılan fiilin bir mümin fiili olmadığı veya müminin imanının kendisini o fiilleri işlemeye sevk etmediği ortaya çıkmaktadır. Hâl böyle olunca da bazı hadislerdeki “Mümin değildir, mümin olamaz, mümin olarak yapamaz.” ibarelerine “kâmil manada” şerhinin düşülmesi makul sayılabilir.

 

Ancak mesele güven kavramına ait konulara gelince uyarılar da şiddetlenmektedir. Özellikle sözünde durmama, yalan söyleme ve emanete riayet etmeme konularında Efendimiz’in (sas) gerçekten de çok ciddi uyarıları vardır.

 

Örneğin; “Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünü tutmaz, kendisine bir şey emanet edildiğinde ihanet eder.”3 hadisini bilmeyen neredeyse yoktur. Bu hadis Müslim’de yer alan varyantında şu şekilde devam eder; “Oruç tutsa, namaz kılsa ve kendini mümin zannetse bile…”4

 

Hadis-i şerifin son kısmı insanlara daha az aktarılmaktadır. Çünkü ortalama, avam insan aklını kullanma zahmetinde pek bulunmadığı için “Madem öyle ben de namazı, orucu bırakayım mı?” diyebilmektedir. Oysa, o yolda hiç olmazsa oruç tutarken belki mekanik, geleneksel veya ezbere bir şekilde oruç tutacaktır ama bir yerlerden hayır adına bir şeyler duyacak ve o duyduğu şey ona yeni kapılar açacaktır. Yahut ezbere veya bilinçsizce kıldığı namazlardaki arka arkaya yaptığı secdeler onu imanda derinleşme yollarına götürebilecektir.

 

İmanın Merkezi: Doğruluk ve Güven

 

Kur’an’da; 

O gün yalanlayanların vay haline!”5 

Ayetlerimizi yalanlayanlara gelince; onlar, yoldan çıkmalarından dolayı onlar azap çekeceklerdir.”6 

İnkâr eden ve ayetlerimizi yalanlayanlara gelince; işte onlar cehennemliklerdir.”7 

Gerçekten onlar, kendilerine Hak geldiğinde onu yalanlamışlardı. Fakat yakında onlara alay ettikleri şeyin haberleri gelecektir.”8 gibi ayetlerde küfür ve inkar “kizb” kavramıyla ifade edilmiştir. Kizb esas olarak yalan söylemek ve iftira etmek demektir ki ayetlerde kizb kökünden türeyen “tekzip” kelimesi de hakikati yalanlamak manasında kullanılmıştır. Bu bağlamda, mutlak hakikat Allah Teala olduğu gibi Onun sıfatları, isimleri, tecellileri ve icraatıyla ilgili hakikatler gün gibi ortada, hakikatin görünen ve kabul edilmesi gereken yüzünü oluşturmaktadır. Bu açıdan bakılınca yeryüzündeki her şey Allah Teala’nın isim ve sıfatlarının tecellisi olduğu için sadece dini konularda değil herhangi bir konuda da yalan söylemek doğrudan doğruya İlahi bir icraatın veya tecellinin tekzibi anlamına gelebilecektir.

 

-Ahzab suresinin Müslüman ve mümin erkek ve kadınların özelliklerini sayarken Allah ve Rasulüne itaatten sonra “sadakat” sıfatını zikretmesi,9 

-Yine aynı surede “Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin.”10 buyrularak Allah’tan korkmanın doğru söz veya sözün doğrusunu söylemekle ilişkilendirilmesi,

-Furkan suresinde iman eden, tevbe edip salih ameller işleyenlerin özellikleri sayılırken en önce “Yalan yere şahitlik etmezler.”11 buyurulması, konuşunca doğru şeyleri konuşmanın doğrudan doğruya iman, teslimiyet ve takva gibi temel kavramların özüne ait olduğunu göstermektedir.

Hadislerde Yalan
 

Hadislerde Efendimiz’in (sas) yalana karşı özel vurgularda bulunduğunu görmek mümkündür.

 

Safvan bin Süleym’in (ra) rivayetine göre bir gün Efendimiz’e (sas) şöyle bir soru sorulur:

Ya Rasulallah! Mümin korkak olur mu?”

Efendimiz “Evet!” buyururlar.

Peki cimri olur mu?”

Efendimiz yine “Evet!” buyururlar.

Peki yalancı olur mu?” sorusuna karşılık Efendimiz bu sefer;

Hayır!” buyururlar.(12)

 

Demek ki yalan diğer günahlar gibi bir günah değildir. Bütün günahları veya kötü ahlak özelliklerini besleyip büyüten bir günahtır.

 

Ayrıca Abdurrahman b. Ebu Bekre’nin anlattığına göre Efendimiz (sas) bir gün ashabına üç defa “Size büyük günahların en büyüğünü söyleyeyim mi?” buyururlar. Bu üç tekrar Efendimiz’in çok önemli bir şeye dikkat çekeceğini göstermektedir. Hazır bulunan sahabiler “Evet söyle ey Allah’ın Rasulü!” dediklerinde Efendimiz;

 

Allah'a ortak koşmak ve anne-babaya saygısızlık-kötülük etmektir.” buyurur. Sonra arkasına yaslanmış halde iken doğrulur ve sözlerine şöyle devam eder; “Dikkat edin! Bir de yalan söylemek ve yalancı şahitlik yapmaktır. Dikkat edin, bir de yalan söylemek ve yalancı şahitlik yapmaktır.” der. Hadisi rivayet eden sahabi diyor ki; “Bu cümleyi o kadar çok tekrarladı ki ‘susmayacak’ dedim.”(13)

 

Efendimiz’in (sas) bazı önemli hususları vurgulamak için cümlelerini tekrar etmesi hadislerde rastlanılan bir durumdur. Ancak küçük bir araştırma yapılırsa görülecektir ki, önemi nedeniyle cümleleri bu kadar çok tekrarladığı başka bir hadis yoktur.

 

Yine bir hadis-i şerifte “Yalanı ve yalanla hareket etmeyi terk etmeyenin yemeyi içmeyi bırakmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur!”(14) buyrulur ki, yalan, oruç gibi Allah Teala’nın “Ecrini doğrudan doğruya ben veririm!”(15) buyurarak hesaba gelmeyecek lütuflarda bulunacağını hissettirdiği bir ibadetin bile -tabiri caizse- içini boşaltabilmektedir.

 

Yine bir hadis-i şerifte “Sizi yalan söylemekten menederim; çünkü yalan söylemek günaha, günah da cehenneme götürür. Kişi yalan söyleye söyleye nihayet Allah katında kezzâb (yalancı) olarak yazılır.”(16) 

 

Yine “Kardeşine bir söz söylediğinde o sana inanırken senin ona yalan söylemiş olman ne büyük bir ihanet!”(17) buyrulur ki “kardeşlik” kavramının iman kardeşliği olduğu düşünüldüğünde bu ihanetin hem kendi imanına hem o imanın kardeş yaptığı kişiye bir ihanet olduğu anlaşılmaktadır. Burada da yalan söylemenin imanla ilişkili olarak ele alınması manidardır.

 

Yine gerçek mümin olmanın biçimsel ibadetlere bakılarak karar verilebilecek bir olgu olmadığını Hz. Ömer’in (ra) şu meşhur ifadeleri gayet güzel ifade etmektedir;
 

Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız. Konuştuğunda doğru söylüyor mu? Kendisine bir şey emanet edildiğinde emanete riayet ediyor mu? Dünya ile meşgul olurken helali haramı gözetiyor mu? Ona bakınız.”(18)
 

Konuyla ilgili ayet ve hadislerin bütününden anlaşılan odur ki; yalan ve emanetle alakalı meseleler imanın tam ortası, merkezî noktası olmuştur. Aynen Efendimiz’in (sas) “Dua ibadetin özüdür (iliğidir).”(19) veya “Ta kendisidir.” buyurmasındaki mantıkta olduğu gibi, doğruluk ve emanetle ilgili meselelerin de imanın özü, iliği hatta ta kendisi olduğu söylenebilir.

 

Yalan ve Diğer Günahlar veya Doğruluk ve Diğer Ameller

 

Nasıl ki imanın, taatin, takvanın ve teslimiyetin merkezinde doğruluk, doğru söz ve emanete riayet vardır, aynen öyle de şirkin, küfrün, nifakın ve günahlarla haramların merkezinde de yalan ve emanete hıyanet vardır. Bu bağlamda Bediüzzaman’ın; “Küfrün mahiyeti yalandır, imanın mahiyeti sıdktır.”(20) sözü meseleyi özetleyen veciz bir ifadedir.

 

Yalan genellikle tek seferde işlenip biten bir kötü amel değildir. Yalan, çoğu zaman kendini devam ettirir, çoğaltır ve yayar. Bir insan yalan söylemeye devam ettikçe de ondaki pek çok güzel hasleti ve iyi davranışları neredeyse yok eder. Diğer yandan, bir insan yalan söyleyemez hale geldiği an ise ne hırsızlık yapabilir, ne kimseyi aldatabilir. Hatta bazı açılardan içki içemez, harama bakamaz, namazını aksatamaz hale gelir. Çünkü salih amellerin de birbirine destek olma, birbirlerini çağırma ve çoğaltma özellikleri vardır. Yani bir salih amel diğerini de beraberinde getirir. 

 

Sonuç olarak, insan duygu ve düşüncesinin insan davranışlarıyla yakın ilgisi, çoğu zaman bunların birbirlerinin sebep ve sonucu olması, davranışların ahlaki niteliklerinin benzer davranışları daha da kolaylaştırması gibi nedenlerle iyi davranışların veya salih amellerin merkezinde doğru söylemek (veya genel olarak sıdk); kötü davranışların, günahların ve haramların merkezinde de yalan söylemek vardır. 

 

Nitekim hadis-i şerifte; “Size doğruluğu öğütlerim; çünkü doğruluk iyiliğe (birr), iyilik de cennete götürür. Doğruluğu şiâr edinen kimse Allah katında sıddîk diye yazılır. Yalan söylemekten sizi menederim; çünkü yalan söylemek günaha, günah da cehenneme götürür. Kişi yalan söyleye söyleye nihayet Allah katında kezzâb (yalancı) diye yazılır”(21) buyrulmuştur. Bu hadisteki doğruluğun iyiliğe, yalan söylemenin de günaha götürmesi davranışların niteliksel olarak birbirlerini çağırması, kolaylaştırması nedeniyledir.

 

Evet, bir insanın bireysel hayatında da bir toplumun kendi sosyal yapısında da her şeyden önce halletmesi gereken mesele doğruluk, doğru sözlü olmak meselesidir. Bu meseleyi halletmeyen neredeyse hiçbir şeyi halledemez.

 

Bu bağlamda yine Bediüzzaman’ın şu tespitleri ile konumuzu bitirmiş olalım:

 

Sual: Her şeyden evvel bize lâzım olan nedir?

Cevap: Doğruluk.

Sual: Daha?

Cevap: Yalan söylememek.

Sual: Sonra?

Cevap: Sıdk, ihlâs, sadâkat, sebat, tesanüd.

Sual: Yalnız...

Cevap: Evet...

Sual: Neden?

Cevap: Küfrün mahiyeti yalandır. İmanın mahiyeti sıdktır. Şu burhan kâfi değil midir ki, hayatımızın bekası, imanın ve sıdkın ve tesanüdün devamıyladır?(22)

 

Allah Teala’dan bizleri yalanın beyazından da zerresinden de uzak tutmasını, yalan söyleyemez hale getirmesini, doğru sözlerimizle bizleri birre, iyiliğe ulaştırmasını, böylece nezd-i uluhiyette sıddiklardan yazmasını diler ve dileniriz.


 


 

1 ) Müslim, İman, 104; Buhari, Mezalim, 30

2  ) Buhari, Libas, 23; Müslim, İman, 154

3  ) Buhari, iman, 24; Müslim, İman, 107-108

4  ) Müslim, İman, 109

5  ) Mutaffifin, 10

6  ) En’am 49

7  ) Maide, 86

8  ) En’am, 5

9  ) Ahzab, 35

10  ) Ahzab, 70

11  ) Furkan, 72
12 ) Muvatta, Kelam, 19

13 ) Buhari, Edeb, 6

14 ) Buhari, Savm, 8

15 ) Buhari, Savm, 4

16 ) Buhari, Edeb, 69; Müslim, Birr, 102-105; Müsned, I, 3

17 ) Ebu Davud, Edeb, 71; Müsned, IV, 183

18 ) Beyhaki, Sünenül Kübra, c. 6, s. 288

19 ) Ebu Davud, Vitir, 23; Tirmizi, Tefsir, 3/41

20 ) Münazarat, s. 103

21 ) Buhari, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103-105; Müsned, I, 3, 5, 7, 8, 9, 11

22 ) Münazarat, s. 48