İnanç Özgürlüğü Boyutu | Mürtedin Öldürülmesi | 3. Kısım
Soru: Günümüzde inanç özgürlüğü ile mürtedin öldürülmesi gerektiği hükmü arasındaki çelişki nasıl aşılabilir? Bir Müslüman bir yandan din ve inanç özgürlüğünü diğer yandan da İslam’dan çıkanın mürted olduğunu ve öldürülmesi gerektiğini savunamaz diye düşünüyorum. Ne dersiniz?
Cevap: Meselenin Efendimiz (sas) ve sahabe dönemine bakan yönü, sonraki dönem İslam tarihinde ele alınış şekli ve günümüzdeki durumu birbirinden farklı bağlamlarda ele alınmalıdır.
Efendimiz (sas) ve Sahabe Dönemi
Bir hareketin başlarında o hareketi oluşturan insanların sayısı görece az iken o harekete katılmış ancak sonradan o hareketten ayrılmış ve karşı safa geçmiş bir insanın tutumu ağır bir ihanet sayılır. Özellikle bu ayrılış o hareketin güvenliğini de etkileyecek boyuttaysa bu ihanete ölüm cezası verilmesi gayet anlaşılabilir bir durumdur. Bu durum Kurtuluş Savaşını başlatan ekip için de, Bolşevik devrimini yapan grup için de geçerlidir yani umumi bir kaidedir. Konuyla ilgili ayrıntılı açıklamalar zaten serinin ilk yazısında yapılmıştı.
Efendimiz (sas) de Mekke döneminden itibaren müşriklerle bir mücadele içindedir. Bu mücadelede irtidat etmek, dinden dönmek demek düşman saflarına katılmak anlamına gelecektir ve bu ağır bir ihanettir. Bahsi geçen tavrın o dönemin şartları içerisinde bireysel bir tercih olarak ele alınması pek mümkün değildir.
Diğer yandan, Efendimiz (sas) gibi hakikat, doğruluk ve güzel ahlak adına ne kadar güzellik varsa tam anlamıyla yaşayan ve anlatan bir insandan bu güzellikleri ve hayırları öğrenip kabul etmiş bir insan daha sonra bunları reddediyorsa o insanın hayır ve hakikati kabul edip kendi hayatında yaşatma şansı ve kabiliyeti kalmamış demektir. Dolayısıyla bu insan şerrin kaynaklarından bir kaynak haline gelecektir. Çevresi için de hem hukuki açıdan hem ahlak ve doğruluk açısından önemli bir zarar verme potansiyeline sahip olmuş demektir. Böyle bir insanın da aklen, hukuken ve ahlaken cezalandırılması son derece mantıklı bir uygulamadır. Bu noktada dikkat edilmesi gereken, bir mürtedin bu kapsamda değerlendirilebilmesi için iyilik ve doğruluk adına öğrendiği şeyleri Efendimiz (sas) gibi bir insanın yaşadığı bir atmosferde öğrenmesi gerektiğidir. Dinin de dindarların da bozulduğu günümüzdeki gibi ortamlarda dinden çıktığını, artık dinle bir ilişkisinin kalmadığını söyleyen bir insanla o dönemdeki bir mürtedin aynı kapsamda değerlendirilmesi pek mantıklı görünmemektedir.
Sonraki Dönem
Efendimiz (sas) ve sahabeden sonraki dönemlerde yazılan fıkıh kitaplarında dinden dönme (irtidat) suçuyla ilgili görülen ayetler serlevha edilmiştir. Bu ayetler şu şekilde sıralanabilir;
“Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır. (İnsanları) Allah yolundan çevirmek, Allah'ı inkâr etmek, Mescid-i Haram'ın ziyaretine mâni olmak ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük günahtır. Fitne de adam öldürmekten daha büyük bir günahtır. Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler. Sizden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de boşa gider. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar.”1
“İman etmelerinden, Resûl'ün hak olduğuna şehadet getirmelerinden ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra inkârcılığa sapan bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez. İşte onların cezası, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanlığın lânetine uğramalarıdır. Bu lânete ebedî gömülüp gidecekler. Onların azapları hafifletilmez; yüzlerine de bakılmaz. Ancak, bundan sonra tevbe edip yola gelenler başka. Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir. İnandıktan sonra kâfirliğe sapıp sonra inkârcılıkta daha da ileri gidenlerin tevbeleri asla kabul edilmeyecektir. Ve işte onlar, sapıkların ta kendisidirler.”2
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah'ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir.”3
Görüleceği üzere bu ayetler dinden dönmekle ilgili olsa da hiçbirisinde dininden dönenlere dair dünyevi bir ceza öngörülmemiştir. Dolayısıyla fıkıh kitaplarımızda fıkıhçılar mürtetlere verilecek cezalarla ilgili içtihatlarını bazı hadislere dayandırmak istemişlerdir. Bu konuda da üç hadis öne çıkmaktadır.
Ureyne kabilesinden bir grup Medine’ye gelip Müslüman olmuşlar ancak bir süre sonra Medine’nin havasından rahatsız oldukları için izin alarak zekâtlık develerin otladığı kırsal bir alana gitmişlerdir. Burada sağlıkları düzelmiş ve bir süre sonra da bölgedeki çobanları öldürmüşler, develerini de gasp ederek İslam’dan dönmüşlerdir. Haber Medine’ye ulaşınca Efendimiz (sas) onların üzerine bir grup asker göndererek hepsini Medine’ye getirtmiş ve idam ettirmiştir.4
Bu olayda görüleceği üzere salt bir dinden dönme olayı yoktur. Olay bireysel tercihlerin de ötesinde cinayet ve gasp meselesidir. Bu durumda en fazla dinden dönme ile cinayet ve gasp suçlarının bir arada işlendiği söylenebilir. Öldürülenlerin de sadece dinden döndükleri için değil aynı zamanda cinayet ve gasp suçları nedeniyle öldürüldükleri değerlendirmesi yapılabilir. Sonuçta bu olay bütün dinden dönme olaylarına genellenmesi mümkün bir dayanak teşkil etmemektedir.
“Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın rasulü olduğuma şahitlik eden birinin kanı ancak şu üç gerekçeden biriyle helal olabilir: Cana can (haksız cinayet), zina eden evli, dinini terk ederek cemaatten ayrılan kişi.”5 Hadisin farklı bir versiyonunda “İslam’dan çıkan, Allah ve Rasulü ile mücadele içine giren kişi.” kaydı bulunmaktadır. Hz. Aişe (ra) kanalıyla gelen bir başka versiyonda da “Allah ve Rasulüyle mücadeleye girişen kişi! Bu, ya öldürülür ya asılır veya sürgün edilir.”6 Hadiste sunulan bu alternatifler aynı zamanda Maide suresinin 33 ve 34. ayetlerinde geçen terör suçları için de öngörülmüş cezalardandır. Dolayısıyla bu hadis teröre veya cinayet, gasp gibi bozguncu suçlara bulaşmamış mürtedler hakkında bir hüküm belirtmemektedir. Bu tip suçlar, işleyenleri mürted olmasa da cezalandırılacak suçlardandır.
: “Dinini değiştireni Öldürün!”7 hadisidir. Hadisin sıhhati tartışmasızdır. Efendimiz’in (sas) sözü olması hasebiyle de haktır ve hakikattir. Ancak sorun şudur ki, bu hadis, kaynaklarda tamamen bağlamsız, mücerret bir şekilde rivayet edilmiştir. Bu haliyle adeta Efendimiz (sas) sebepsiz bir yere ashabına dönmüş ve “Dinini değiştiren kim varsa hepsini öldürün.” şeklinde bir emir vermiş gibidir. Örneğin bu hadisin Âl-i İmran suresinin 72. ayetinde geçen “Ehl-i kitaptan bir grup “Müminlere indirilene günün önünde inanın, sonra inkâr edin. Belki onlar da size bakarak dönerler.”8 ayetiyle ilgili olup olmadığı belli değildir. Eğer bu ayetle ilgili ise o dönemdeki İslam toplumunun harici bir müdahaleye karşı önlem alması amacıyla, bu ayetin dininden dönenleri öldürme cezası verileceğini belirttiği söylenebilir.
Sonuçta bu hadis-i şerif mücerret ve mutlak bir şekilde ele alınmamalıdır. Çünkü bu durumda bireysel tercihler de dahil olmak üzere her türlü dinden dönme olayının idamla cezalandırılması gerekecektir. Ancak gerek Efendimiz’in (sas) gerekse Hz. Ebu Bekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) gibi önde gelen sahabilerin uygulamalarında dinden dönme olaylarına verilen cezaların bireysel tercihlerden ibaret olmadığı, beraberinde mutlaka bir terör veya isyan suçunun da olduğu görülmektedir. O hâlde bu hadisin salt bireysel bir tercih sonucu dinden çıkıp da İslam toplumuna karşı somut bir suç işlemeyenleri de kapsadığı söylenemez.
Nitekim geleneksel fıkıh kitaplarımızda da irtidat suçu bağy (isyan), hirabe (terör) ve siyer (uluslararası savaş hukuku) konuları altında işlenmiştir. Bu durum da geleneksel fıkıhçılarımızın dinden dönme suçunu özel hukuk değil bir kamu hukuku konusu olarak ele aldıklarını göstermektedir.
Günümüz
Günümüzde irtidat veya dinden dönme suçuna karşı verilecek cezanın ne olması gerektiği konusu belki İran, Suudi Arabistan gibi ülkeleri ilgilendirmektedir. Bu ülkelerin de bireysel, toplumsal ve siyasal düzlemde İslam’ın bütün güzelliklerinin tam manasıyla yaşanıp temsil edildiği, vatandaşları arasında hak ve adalet duygusunun, şefkat ve emniyet hislerinin hâkim olduğu, insanların birbirlerini aldatmadığı ülkeler olmadığı açıktır. Dolayısıyla böyle bir ülkede “dinden dönme” kavramını oluşturan “din” ve “dönme-ayrılma” kavramlarının asr-ı saadetteki gibi olmayacağı malumdur. Çünkü ortada hakiki manasıyla bir İslam dini yaşanmamaktadır ki dinden dönmekle suçlananlar o şekilde değerlendirilsin.
Diğer yandan gerek adı geçen ülkelerde gerekse halklarının çoğunluğunun Müslüman olduğu iddia edilen diğer ülkelerde dinden dönme olgusunun yanında terör, isyan, tecavüz, cinayet ve gaspın bir arada işlendiği suçlar gibi olaylara karşı idam cezası verilmesinin hukuken de mantıken de vicdanen de bir mahsuru olmasa gerektir. Ancak bu durumda da idam cezasının, uygulanacak ülkenin demokratik ve hukuki standartları açısından, yani farklı boyutlarıyla tartışılması gerekecektir. Bu ise ayrı bir durumdur.
Günümüzde İslam’ı tam hâliyle ve bütün güzellikleriyle yaşayıp temsil eden mükemmel bir grup, topluluk veya ülke olduğunu söyleyemeyiz. İrtidat suçunun sabit olması için bir insanın İslam’ı tam hâliyle ve bütün güzellikleriyle yaşayıp temsil eden mükemmel bir grup veya topluluktan ayrılmış olması gerekecektir. Böyle bir grup veya topluluk günümüzde olmadığı için dinden ayrıldığını veya artık Müslüman olmadığını söyleyen bir insanın da gerçek manasıyla mürted olduğunu söylemek pek makul değildir. Dolayısıyla günümüzde irtidat suçunun tüm unsurlarının oluşması, bir insanın da gerçek anlamıyla mürted olması adeta imkânsız gibidir.
İnanç Özgürlüğü, İslam’a Dahil Olma ve İrtidat Suçu
Günümüzde din ve vicdan veya inanç özgürlüğü hususunda uluslararası hukuk alanında ortaya konulmuş ve pek çok ülkenin ortaklaşa benimsediği bazı kavramlar ve ilkeler vardır. Örneğin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 9. maddesi “Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir; bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, kamuya açık veya özel ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir.” demektedir. Diğer yandan aynı maddenin ikinci fıkrasında “Din veya inancını açıklama özgürlüğü, sadece yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, genel sağlık veya ahlakın ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli sınırlamalara tabi tutulabilir.” denilmektedir.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 18. maddesi de “Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkına sahiptir. Buna göre, herkes din ya da inanç değiştirmekte özgürdür. Ayrıca dinini ya da inancını tek başına ya da toplulukla birlikte açık olarak ya da özel olarak öğretim, uygulama, ibadet ve ayinlerle açıklama özgürlüğüne sahiptir.” şeklindedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 9. maddesinin ikinci fıkrası, din ve inanç özgürlüğünün bazı durumlarda sınırlanabileceğini kabul etmiştir. Dolayısıyla günümüzde evrensel bir değer olarak kabul edilen ve din değiştirmeyi de kapsayan inanç özgürlüğünün sınırsız olması gibi bir durum söz konusu değildir.
Bu durumda bireysel bir tercih olarak ve en azından kavramsal düzlemde bir Müslümanın artık Müslüman olarak kalmak istemediğini, dinden ayrılmak istediğini söylemesi günümüz uluslararası hukukunda bir hak olarak kabul edilmektedir.
Böyle bir hakkı kabul etmenin İslam’a uygun olup olmadığı tartışılabilir. Biz, böyle bir durumun, yani “Bir insanın bireysel olarak İslam’dan ayrılmak istediğini beyan etmesi, bu beyan sonrasında da İslam toplumuna karşı herhangi bir suç faaliyetine girmemesi inanç özgürlüğü kapsamına girer.” demenin Kur’an ve hadislere aykırı olmadığı kanaatindeyiz.
Dinden dönmek, bireysel bir tercih olarak, kamu hukukunu ilgilendirmeyen ve tamamen özel hukuk alanıyla ilgili yönüyle “Ben artık Müslüman değilim.” demek günümüzde inanç özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir. Çünkü Kur’an ve hadislerde böyle bir tercihte bulunan insanlar için herhangi bir ceza öngörülmemiştir. Böyle bir insana günümüzde salt dinden dönme kavramı üzerinden bir ceza öngörülmesi Kur’an’a ve hadislere de aykırı olacaktır.
Çünkü irtidat meselesinin bir vicdani-itikadi yönü vardır bir de siyasi ve askeri yönü vardır. Vicdani ve itikadi yönü açısından dinde zorlama olmadığı zaten bilinmektedir. İslam da insanların kendi özgür iradeleri ile gönülden iman etmesini istemektedir. Dolayısıyla İslam tamamen bireysel, zihinsel veya duygusal motivasyonlarla, beraberinde somut bir suça da bulaşmadan dini bırakan kimselere herhangi bir ceza öngörmemiştir diyebiliriz.
Meselenin vicdani ve itikadi yönünde ise ortada bir savaş hukuku, askeri şartlar ve birbirine düşman cepheler vardır. Bu durumda mesele kamu hukukunu, güvenliği ve asayişi, toplumsal barışı ilgilendiren bir hâl almaktadır. Bu yönüyle dinden çıkanın aynı zamanda askerî bir suç da işlemiş olacağı için idam cezasıyla cezalandırılması öngörülmüştür.
O hâlde günümüzde tamamen bireysel motivasyonlarla din değiştirmenin herhangi bir cezayı gerektirmediğini, İslam’ın böyle insanlara ölüm cezasını öngörmediğini söyleyebiliriz. İslam’dan ayrıldığını söylemek de dahil olmak üzere her türlü din değiştirme inanç özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir. Çünkü tamamen bireysel motivasyonlarla gerçekleştirilen din değiştirme fiiline Kur’an ve hadislerde herhangi bir ceza öngörülmemiştir.
Geleneksel fıkıh tarihimiz dinden dönmeyi bir kamu hukuku problemi olarak ele almış; terör, isyan, toplumsal barışa karşı işlenen suçlar kapsamında değerlendirmiştir. Çünkü örneğin Hanefi mezhebinde dinden dönen kadının öldürülmesi gerekmez. Eğer mesele tamamen vicdani ve itikadi bir mesele olarak ele alınmış olsaydı kadının da öldürülmesi gerekecekti. Ancak kadınlar askerlik yapmadıklarından ve toplumsal barışa karşı terör ve isyan gibi suçlara da karışmadıklarından idam cezasının muhatabı olmamışlardır.
Sonuç: Dinden dönme (irtidat) suçunun iki yönü vardır.
Birincisi: Vicdani ve itikadi yönüdür. Bu yönü itibariyle tamamen bireysel motivasyonlarla, kişisel akıl yürütmeler ve bireysel algılar sonucu oluşan duygu ve düşünceler neticesinde bir insan “Ben artık Müslüman değilim.” demişse ve beraberinde İslam toplumuna karşı terör, isyan gibi suçlara bulaşmamışsa bu kişiye idam cezası öngörmek anlamsızdır. Dinden dönme fiilinin bu boyutu insan hakları, din ve inanç özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir.
İkincisi: İslami değerlerle hayatının bir döneminde tam anlamıyla karşılaşmış, İslam’ın güzelliklerini ve doğruluğunu anlamış, daha sonra çeşitli saiklerle İslam’dan ayrılacağını beyan etmiş, bu ayrılışıyla birlikte Müslümanlara karşı toplum barışını zedeleyecek terör, isyan, cinayet, vatana ihanet, askeri bilgileri satma gibi çeşitli suçlara bulaşmış bir insanın gerçekleştirdiği fiillerin insan hakları kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir.
1 ) Bakara, 217
2 ) Âl-i İmran, 86-90
3 ) Maide, 54
4 ) Buhari, Muharibin, 2; Müslim, Kasame, 9
5 ) Buhari, Diyat, 6; Müslim, Kasame, 25
6 ) Ebu Davud, Hudud, 1
7 ) Buhari, Cihad, 149; Ebu Davud, Hudud, 1
8 ) Âl-i İmran, 72