İntihar edenler sonsuza kadar cehennemde mi kalacaklar? | 2. Kısım
Akıbetinden Emin Olma
İnsanın kendi akıbetinden emin olması kadar diğerlerinin akıbetinden emin olması da sakıncalıdır.
Efendimiz'in (sas) ashabına, bir insanın kendisinin veya başkasının akıbetinden emin olması hakkında ciddi uyarılarda bulunduğunu görürüz. Örneğin Osman b. Maz’un (ra), Hz. Ebu Bekir (ra) vesilesiyle Müslüman olmuş ilklerdendir. İlk Habeşistan hicretine katılmış, ardından Mekke’ye döndükten sonra Medine’ye de hicret etmiş, Bedir Savaşına da iki kardeşi ve oğluyla birlikte iştirak etmiştir. Bedir dönüşü Medine’de ilk vefat eden muhacir olmuştur. Bu vefat Efendimiz’i (sas) ciddi manada hüzünlendirmiş ve ağlatmıştır. Defnini de, kefenlenmesini de bizzat Efendimiz (sas) yapmıştır. Efendimiz (sas) Osman b. Maz’un’u naaşını öpecek kadar sevmektedir. Ardından “Bu bizim ahirete ilk gidenimiz, selefimizdir.” demiş ve Baki mezarlığına defnetmiştir. Definden sonra taşını da bizzat kendisi başucuna koymuş, “Böylece kardeşimin kabrini bulur, tanır, ailemden ölenleri de buraya defnederim.” demiştir. Nitekim bebek yaşta vefat eden oğlu İbrahim’i de buraya defnetmiştir. Daha sonra o bölge kabristan haline gelmiştir. Yani Osman b. Maz’un (ra), Efendimiz’in (sas) cidden sevdiği ve vefatına cidden üzüldüğü büyük bir sahabidir. Ancak kabrinin başında hanımı (bir başka rivayette Hicretten sonra evinde misafir olduğu bir başka sahabi) “Ey Osman! Cennet sana mübarek olsun!” veya “Allah merhametini senden esirgemesin. Allah'ın sana keremiyle muamele edeceğine şehadet ederim.” deyince bir anda tavrı değişmiş, “Allah'ın ona keremiyle muamele edeceğini nereden biliyorsun?'” diye sorunca ilgili sahabi “Allah onu ikram etmezse kime eder ki?” dedikten sonra Efendimiz (sas); “O'na Rabbinden yakîn (ölüm) geldi ve hayırlara nail olacağını umuyorum. Ancak vallahi Allah Resulü olmama rağmen ben bile bana (ve ona) nasıl muamele yapılacağını bilmiyorum.” buyurmuştur. Bunun üzerine öyle söyleyen sahabi “Vallahi bundan sonra artık kimseyi tezkiye etmem.” demiştir.1 Bir başka versiyonda da “Allah ve Rasulünü severdi desen kâfi idi.” buyurmuştur.
Osman b. Maz’un gibi Efendimiz’e (sas) yakınlığı ve faziletiyle bilinen bir sahabi için bile Efendimiz'in (sas) akıbetinden emin bir tarzda konuşmanın uygun olmadığını açıkça belirtmesi çok önemlidir. Bize düşen de vefat edenlerimizle ilgili Allah’ın rahmet ve merhamet etmesini beklemek ancak akıbetleri hakkında kesin bir hükümde bulunmamak olmalıdır.
Elbette genel olarak ömür boyu hayırlı amellerde bulunmuş, hep hayır ve salahat kovalamış, dine imana hizmet etmiş, ömrünü başkalarının gözü önünde yaşamış, bilindiği ve görüldüğü kadarıyla da salih bir insan olarak yaşayıp vefat etmiş insanların cennetlik olduklarını ümit etmek, öyle düşünmek ve zannetmekte bir beis yoktur. Bunlar birer hüsnü zan ifadesidir. Benzer şekilde küfrü, şirki, nifakı, zulmü ayyuka çıkmış, ömrü insanları kandırmakla, onlara haksızlık ve zulmetmekle geçmiş, hep kendi menfaatini kovalamış, bunun için de nice zulümlere imza atmış insanlar için de en azından cehennemde azap göreceklerini, o mazlumların haklarının ondan kesin bir surette alınacağını düşünmekte de bir beis yoktur. Ancak insanın, cennet ve cehennem hakkında, insanların akıbetleri hakkında Allah adına hüküm vermesi başka bir şeydir. Kimse böyle bir dengesizliğe kendisini salmamalıdır.
İlgili Hadisler
Bir hadiste Efendimiz (sas) şöyle buyurur: “Her kim kendini dağdan (yüksekten) atarak öldürürse ebedȋ ve daimȋ olarak cehennem ateşine düşecektir. Her kim zehir içerek kendini öldürürse o kimse de zehrini cehennem ateşinde ebedȋ ve daimȋ olarak içecektir. Her kim kendini demir parçasıyla öldürürse demiri elinde, onu karnına saplar bir hȃlde cehennem ateşinde ebedȋ ve daimȋ olarak kalacaktır.”2
Bu hadisten anladığımız kadarıyla elimizdeki düz hüküm şudur: Bir insan taammüden intihar ederse cehennemde o intihar şekliyle hiç durmadan kendisine eziyet edilecek şekilde azap görür.
Burada ebediyen azap görmek ibareleri ulema arasında tartışılmıştır. Kimileri müşriklerden ve kafirlerden başka kimsenin ebedi azap görmeyeceğini söyleyerek ebedi azap ibarelerini edebî bir vurguya, bir üslup tekniğine bağlamışlar ve ebedi azabı “mecaz bir ifade” olarak anlamışlardır. Ayrıca bu hadiste geçtiği gibi başka ayet ve hadislerdeki “huld” “ebed” gibi kelimelerin “hiç bitmeyecek bir süre” olarak değil, dünyevi ölçülerle hesaplanamaz bir süre olarak anlaşılması gerektiği de dilbilim kaidelerince bilinen bir meseledir.
Bir başka hadis de meşhur Kuzman isimli kişi hakkında olsa da bize konuyla ilgili çok önemli bir ilkeyi bildirir.
Huneyn (veya Hayber) gazvesi sırasında kahramanca çarpışan ve sonunda da öldüğü haberi yayılan Kuzman isimli bir kişi hakkında Efendimiz (sas) “O cehennem ehlindendir.” buyurur. Etrafındaki sahabiler buna anlam veremezler ve o kişinin kahramanca çarpışıp öldüğünü söylerler. Efendimiz tekrar “O cehennemliktir.” buyurur. Ardından Kuzman’ın yaralarının acısına dayanamayarak kendini öldürdüğü haberi gelir. Ölmeden hemen önce de etrafındakiler “Sana müjdeler olsun, yiğitçe savaştın ve şimdi de şehit oluyorsun.” dediklerinde “Ben ne şehit olmak ne Allah’ın dinini savunmak, ne Muhammed’in şerefini kurtarmak için savaştım. Sadece kavmimin şanı ve şerefi ile Medine hurmalıklarını savunmak için savaştım.” der. Haber Efendimiz’e (sas) ulaşınca “Şüphesiz bir adam insanlara göründüğü kadarıyla cennetliklerin ameli ile amel eder. Halbuki o cehennemliklerdendir. Bir adam da insanlara göründüğü kadarıyla cehennemliklerin ameli ile amel eder. Halbuki o cennetliklerdendir.”3
Burada önemli olan ayrıntı, Kuzman’ın intihar etmesinden ziyade onun şirk ve cahiliye duyguları üzere ölmüş olmasıdır. Aksi halde Efendimiz’in (sas) ashabı içinde intihar eden birisi de vardır ki Efendimiz onun için böyle bir ifadede bulunmamıştır. Bu hadiseyi de bize Müslim aktarmaktadır.
İmam Müslim’in İman kitabında ve “Kendisini Öldürenin Kafir Olmayacağına Delil” başlığıyla aktardığı bir hadis şu şekildedir: Efendimiz’in (sas) Medine’ye hicretinden sonra Tufeyl b. Amr (ra) da kavminden birisiyle beraber Medine’ye hicret eder. Tufeyl b. Amr’ın yol arkadaşı Medine’de hastalanır ve ciddi sıkıntılar çeker. Acılarına dayanamayınca bir gün keskin bir bıçakla parmaklarını eklem yerlerinden keser ve kan kaybından vefat eder. Sonra Tufeyl b. Amr arkadaşını rüyasında çok güzel bir surette fakat elleri sarılı halde görür. “Rabbin sana ne yaptı?” diye sorunca “Peygamberinin yanına hicret ettiğim için Rabbim beni affetti, mağfiret etti.” diye cevap verir. Tufeyl bu sefer ellerinin neden sarılı olduğunu sorunca da arkadaşı “Bana ‘Kendi vücudundan bozduğun şeyi düzeltmeyiz.’ denildi.” diye cevap verir. Daha sonra Tufeyl b. Amr (ra) bu rüyayı Efendimiz’e (sas) anlatınca Efendimiz “Allah’ım! İki eli için de mağfiret buyur.” diye dua eder.4
Bu hadiste de intihar etmenin asla affedilmeyecek, dolayısıyla cehennemde hiç bitmeyecek bir azabı gerektiren, küfür veya şirk derecesinde bir günah olmadığı görülmektedir. Çünkü Tufeyl b. Amr’ın (ra) arkadaşının hayatında yaptığı ameller, özellikle de hicret gibi bir amelin onun affına vesile olduğunu görüyoruz. O hâlde hayatını genel olarak hayır ve güzellik istikametinde yaşamış, elbette bazı günahları da olan, ancak (intihar dahil) günahlarının affına vesile olabilecek güzel amelleri de bulunan bir Müslümanın sırf intihar etti diye hiç çıkmamacasına cehennemde kalacağını, Allah’ın onu asla affetmeyeceğini söylemek uygun olmayacaktır.
Diğer yandan Efendimiz (sas) “Hiçbiriniz başına gelen bir sıkıntıdan dolayı ölümü asla temenni etmesin. Eğer ölümü istercesine olağanüstü bir darlık içinde kalırsa, o zaman şöyle desin: “Allah’ım! Benim için yaşamak hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat, benim için ölüm hayırlı olduğu vakit de beni öldür.”5
Evet! İntihar açık ve net bir şekilde Allah Teala'nın kişi için taktir ettiği imtihandan bir kaçma çabasıdır. Savaş zamanında askerden kaçanların kurşuna dizildiği gibi dünyevi bir imtihandan da o şekilde kaçmaya çalışanların taammüden böyle bir şeye tevessül etmeleri onların istedikleri ve bekledikleri sonucu vermeyecektir.
Burada dikkat edilmesi gereken önemli nokta şudur: Bu ibareler, yukarıda açıklanan hükümler, azap göreceği söylenen durumlar, aklı başında, imtihan bilincine sahip, iradesini kullanabilme becerisinde olan insanlar içindir. Çünkü din akıl sahiplerine hitap ettiği gibi ceza ve mükafat da akıl sahipleri içindir.
Böyle bir dinde intihara giden yolların kapatılması doğaldır. Dünya nimetlerine dalmanın kötülendiği ve şehit olmanın faziletli bir amel olarak ortaya konulduğu bir dinde intihara giden yolların az da olsa açık tutulması abes olurdu. Bu nedenle intihar açık ve net bir biçimde, hatta sert bir şekilde yasaklanmıştır. Hatta intihar bir yönüyle kişinin dinden çıkması anlamına bile gelebilmektedir ki böyle bir fiil için ebedî azap gibi bir sonuç gösterilmiştir.
Buraya kadar anlatılanlar intihar amelinin kendi başına değerlendirilmesi durumundaki hükmüdür. Yazının başındaki “Bir amelin bir kendi başına hükmü vardır bir de o ameli işleyen kişinin içinde bulunduğu durumu itibariyle hükmü vardır.” kaidesine göre intihar etmek kendi başına bir amel olarak değerlendirildiğinde ebedî azaba yol açacak bir ameldir.
Bir de o ameli işleyen yani intihar eden kişinin içinde bulunduğu durum itibariyle bir hüküm olacaktır.
Öncelikle, intihar edenlerin akıbetleri hakkında söylenenler, normal işleyen bir zihinsel ve duygusal prosese atıf yapmaktadır.
Ayrıca, intihar edenlerle ilgili olarak bizler dışarıdan bakınca bu insanların neler yaşadıklarını ve hissettiklerini, insanların onlara nasıl davrandıklarını, onları neye zorladıklarını, genetik açıdan böyle bir davranışa eğilimli olup olmadıklarını, neyi bilip bilmediklerini, neleri nasıl hissettiklerini ve algıladıklarını biliyor değiliz. Onların imtihan şartlarına dair elimizde eksik gedik birkaç veri olsa da bunların içyüzleri hakkında bir bilgiye de sahip değiliz.
Evet, intihar ameli hakkında genel hükümler bellidir ve bu hükümlere iman ederiz. İntiharı bir çıkış yolu olarak görmeyiz. İntiharı hayal etmeyi geçin şaka olarak bile onu gündemimize almamaya özen gösteririz, göstermeliyiz. Başka insanların da gündemlerinden çıkarmaya çalışmakla mükellefiz.
Ancak intihar edenlerin durumlarına dair bir şey bilmediğimiz için, ayrıca onların sahibi, efendisi, Rabbi de olmadığımız için onlar hakkında hüküm vermek için bir nedenimiz yoktur.
Her meselenin genel hükmüyle özel hükmünde olduğu gibi intihar meselesinin de genel hükmüyle özel hükmü birbirinden farklı olacağı için bu konuda bize düşen bir vazife de yoktur.
İntihar eden birisi için “Kesin cehennemliktir, ebediyen azap çekecektir.” demek, yukarıda geçtiği şekliyle Efendimiz’in (sas) bahsettiği İsrailoğulları içindeki adamın hâline benzemektedir. Allah Teala belki de intihar edeni affedecek, intihar eden için “Kesinlikle cehennemliktir.” diyene azap edecektir.
Yine günahkar bir kadının bir yerde köpeğe su verdiği için mağfiret edildiğini bildiren hadis-i şerifi hepimiz biliriz.6 Bu hadis boşuna anlatılmış bir hikaye değildir. Öylesi insanlar her toplumda ve her yerde içimizde olabilecek insanlardır. Evet, Allah Teala bazen çok küçük sebeplerle büyük nimetler verebilir. Ancak burada üzerinde durulması gereken husus o günahkar kadının hangi şartlarda öyle bir yaşam tarzının içinde bulunduğu ayrıntısını düşünmektir. İçinde bulunduğu şartların o kadını zorlaması, başka bir alternatifinin bulunmaması, belki öyle bir yaşam tarzının içine doğmuş olması, belki çocukluğundan itibaren kötülüklerle ve günahlarla dolu bir çevrede yaşayıp duygu ve düşüncelerinin o etkilerle biçimlenmesi ancak içinde sevgi, merhamet ve şefkat adına var olan tohumların da köpeğe su vermek gibi bir amel esnasında ortaya çıkıp yeşermesi gibi durumlar söz konusudur. Dolayısıyla dışarıdan bakılınca günah ve kötülükten başka hiçbir şey göremediğimiz insanların köpeğe su vermek, yoldaki bir engeli kaldırmak, bir muhtaca yardım etmek gibi zahiren küçük görünen sebeplerle Allah’ın affına ve mağfiretine nail olamayacaklarını düşünmek başlı başına af ve mağfiret gerektirecek bir günahtır denilebilir.
Konumuza dönecek olursak, intihar ettiğini bildiğimiz insanların içlerinde bulundukları sosyal, fiziksel, duygusal ve zihinsel durumlarını bilmiyoruz ve bilemeyiz. Bu durumların algılanması, hissedilmesi tamamen kişilerin kendi iç dünyalarında gerçekleşen vakıalardır. Bunlara bizim vâkıf olmamız ise mümkün değildir. Bu insanların zihinsel ve duygusal dengeleri intihar etmeden belki 1 ay önce, belki 1 hafta belki de 1 yıl önce bozulmuştur ve o insanların 1 yılı tamamen böyle bir bozukluk ve dengesizlik içinde geçmiştir. Çünkü bu bozulmalar her zaman intihar davranışının hemen öncesinde oluşan anlık durumlar değildir. Çok uzun bir süreci de kapsayabilir.
Bu nedenle onların intiharları bir ihtimal muvakkat bir cinnet eseridir. Aklı başında olmayanlar da yaptıkları amellerden sorumlu değillerdir. Bu nedenle Allah Teala da, bahsedildiği gibi zihinsel ve duygusal dengelerinin bozulması neticesinde intihar edenlerin bu amelini bir delilik ürünü olarak varsayacak, bu amelinden o kişileri sorumlu tutmayacaktır diye ümit edebiliriz.
Belki de onların çektikleri zulüm ve sıkıntılar günahlarının affına vesile olacaktır.
Böyle düşünmek ve ümit etmekte bir beis yoktur. Hatta bir yönüyle böyle düşünüp ümit etmek daha iyidir denilebilir çünkü bir müminin en bariz vasfı (hukuki istisnalar dışında) kimse için kötülük istememesidir, kendisi için istediğini başkası için de istemesidir.
İntihar Edenin Ardından Dua Etmek ve Kur’an Okumak
İslam alimleri müstakil bir amel olarak değerlendirildiğinde intihar amelinin tek başına küfrü gerektirmediği konusunda görüş birliği içerisindedirler. İntihar haramdır ancak intihar eden kişi küfre düşmüş olmaz. Bu nedenle her Müslüman gibi yıkanır, kefenlenir ve cenaze namazı da kılınarak Müslüman mezarlığına defnedilir.
Bir hadis-i şerifte Efendimiz’in (sas) intihar ederek öldüğünü öğrendiği birisinin cenazesini kılmadığı belirtilir.7 Ancak Efendimiz (sas) borçlu olduğunu bildiği bazı kimselerin de namazlarını kılmamış ancak ashabına kılmalarını söylemiştir.8 Ganimet malından haksız yere mal alan, yani kamu malını zimmetine geçiren birisi için de benzer bir uygulamada bulunmuştur.9 Borcu konusunda gevşek davranmak, kamu malını zimmetine geçirmek, intihar etmek gibi konularda Efendimiz’in (sas) bu hâl üzere vefat eden kişilerin cenaze namazlarını kılmadığı ancak ashabını bundan men etmediği görülmektedir. Dolayısıyla Efendimiz’in (sas) intihar eden birisinin cenaze namazını kılmaması o şekilde ölenlerin cenaze namazlarının asla kılınmayacağını göstermez. Zaten İslam alimleri de genel olarak böyle bir sonuç çıkarmamış ve intihar edenlerin cenaze namazlarının kılınacağı fetvasını rahatlıkla verebilmişlerdir.
İntihar edenin cenaze namazı kılınabiliyorsa arkasından dua etmek, sevabından istifade etmesi niyetiyle Kur’an okumak, sadaka vermek gibi uygulamalar da caiz hatta gereklidir denilebilir. Hatta intihar eden kişinin bağışlanması adına bunların daha fazla yapılması gerekir de diyebiliriz.
İntihar eden bir yakınımızın, arkadaşımızın, eşimizin, dostumuzun ardından bize düşen şey ise kısaca:
-Allah’ın rahmetinden fazla merhamet edecek bir dengesizliğe düşmemek,
-İntihar edenin cennetlik veya cehennemlik olduğu konusunda net bir hükme varmamak, kesin konuşmamak,
-Onun adına çokça mağfiret dileğinde bulunmak, sevabının ona ulaşacağı ümidiyle Kur’an okumak, sadaka vermek, varsa borçlarını ödemek, ahirette intihar dışında onun için yük olabileceği düşünülen herhangi bir şey var ise (borç, kul hakkı, çocuklarıyla ilgilenmek gibi) o yükü de onun üzerinden almaya çalışmak olmalıdır.
Gerisi Allah Teala’nın şaşmaz adaletine, her şeyi ama her şeyi kuşattığını bildiğimiz sonsuz merhametine ve mağfiretine aittir.
1 ) Buhari, Cenaiz, 3; Müsned, Menakıb, 3590
2 ) Buhari, Kitabü’t-Tıp, 56; Müslim, İman, 313
3 ) Buhari, Cihad, 77; 6683
4 ) Müslim, İman, 49
5 ) Tirmizî, Kıyâmet, 26
6 ) Müslim, Tevbe, 155
7 ) Müslim, Cenaiz, 107; Ebu Davud, Cenaiz, 51
8 ) Buhârî, Havâlât 6; Müslim, Ferâiz 14; Tirmizî, Cenâiz 67
9 ) Muvatta, Cihâd 23