11 dk.
18 Aralık 2022
İntihar edenler sonsuza kadar cehennemde mi kalacaklar? | 1. Kısım-gorsel
Youtube Banner

İntihar edenler sonsuza kadar cehennemde mi kalacaklar? | 1. Kısım

Soru: İntihar eden ebedi olarak cehennemde mi kalacaktır? Bu doğruysa vicdanım bunu bir türlü kabul edemiyor ve bir teselli, bir çıkış yolu arıyorum. İntihar edenin akıbetiyle ilgili kaynaklar tam olarak ne diyor? Allah’ın geniş affı intihar edenleri de kuşatmaz mı?

 

Kısa Cevap: İntihar da dahil günah sevap, haram helal her amelin bir kendi başına (mücerret) hükmü vardır bir de o ameli işleyenin farklı durumları itibariyle farklı hükümleri vardır. Dolayısıyla bu farklı durumlara göre bir ameli işleyene verilecek mükafat veya ceza da değişebilecektir.

 

Efendimiz (sas) mücerret (kendi başına, diğer şartlardan bağımsız) manada intihar ameliyle ilgili olarak ebedi bir azaptan bahsetmektedir ancak sahabe topluluğu içinde intihar edenlere karşı farklı tavırları da olmuştur. İntihar ederek öldüğünü öğrendiği birisinin cenazesini kılmamış ancak ashabına kılmamalarını da söylememiştir. Hatta bir başka intihar ederek ölenin arkasından dua ettiği de görülmektedir. Bir başka intihar ederek ölen kişi (Kuzman) için “Cehennemliktir.” şeklinde bir beyanı da olmuştur. Demek ki intihar edenin cehennemde ebedi kalacağı yönündeki ifadeler mücerret manada intihar eyleminin sonucudur. Ayrıca intihar edenler hakkındaki bu azap ifadeleri, normal işleyen bir zihinsel ve duygusal durum sahibi olanlar içindir. Sonuç olarak intiharla ilgili hadislerin bütüncül değerlendirmesinden anlaşıldığı kadarıyla, intihar etmek büyük günahlardandır ve hiçbir şekilde kimsenin gündeminde bulunmamalıdır. Ancak intihar eden birisine sadece bu ameli nedeniyle “Kesinlikle kafirdir, müşriktir, affedilmeyecektir.” denilemez. Dolayısıyla bir kafir veya müşrik gibi hiç çıkmayacak şekilde cehennemde kalacağı da söylenemez.

 

Ne şekilde bir hayat yaşamış ve ne şekilde ölmüş olursa olsun başkaları için “Allah kesinlikle affetmez.”, “Kesin cehennemliktir.” veya “Kesinlikle cennetliktir, Allah onu kesinlikle affetmiştir.” gibi hükümlerde bulunmak uygun değildir. Efendimiz (sas) böylesi tavırlardan bizleri men etmiştir.
 

Genel olarak hayır üzere yaşadıklarını az çok bildiğimiz insanların ardından (intihar ederek ölenler de dahil) dua etmek, onlar için istiğfarda bulunmak, hatta onlar adına sadaka vermek, Kur’an okumak, geride bıraktıklarına sahip çıkmak gerekir.
 

Ayrıntılı Cevap:

 

Öncelikle bir kaideyi hatırlatarak başlayalım: Herhangi bir amelin kendi başına hükmü ayrıdır, o ameli işleyen kişinin içinde bulunduğu durumu itibariyle hükmü ayrıdır. 

 

Bir amelin kendi başına bir hükmünün olması, tek başına o amel için gereken ceza veya mükafatı ifade eder.

 

Amelin kişiye bağlı, kişinin içinde bulunduğu şartlar itibariyle olan hükmü ise amelin hangi şartlarda işlendiği, hangi niyetle, ne amaçla, hangi maddi ve manevi etkenler içinde işlendiği gibi değişkenlere göre belirlenir. Bunların çoğunu bizler birer kul, birer insan olarak bilemeyiz ancak elbette Allah-u Teala bilir.

 

Mesela namazı cemaatle kılmak hayırlı ve sevaplı bir ameldir, mükafatı da büyüktür. Burada “cemaatle namaz kılmak” ameli tek başına, yani mücerret olarak, diğer şartlardan bağımsız bir şekilde zikredilmiştir ve neyi ifade ettiği bellidir. Hepimiz “cemaatle namaz kılmak” deyince kastedilen şeyi anlarız. Bu amelin faziletini de ilgili hadis-i şeriflerden biliriz.

 

Ancak bir insan bu namazı sadece riya için, dünyevi bir menfaat beklentisiyle kılıyorsa bu faziletten faydalanamayacak aksine günaha girecektir. Bu da cemaatle namaz kılma amelinin kişinin içinde bulunduğu şartlara, niyetine ve amacına göre değişen hükmüdür.

 

Domuz eti veya leş yemek kendi başına bir ameldir ve kendi başına düşünüldüğü zaman haramdır. Ancak bir Müslüman içinde bulunduğu şartlar itibariyle bir şekilde yiyecek başka hiçbir şey bulamasa, açlıktan da ölecek bir hâle gelse, doyacak kadar değil ancak ölmeyecek kadar domuz eti veya leş parçası yese işlediği bu amel haram olmayacaktır.

 

Dolayısıyla bir amelin, bir fiilin, kendi başına düşünüldüğü zamanki hükmü başka bir şeydir; o fiili işleyen insanın içinde bulunduğu bütün şartlar itibariyle hükmü başka bir şeydir. Hatta bazen çocukluğu, yetiştiği çevre ve şartlar, şu an içinde bulunduğu durumlar, o fiili işlerken etkilendiği harici etkenler, niyeti, kabiliyetleri ve alışkanlıkları o hükmün verilmesinde göz önünde bulundurulur.

 

Örneğin hayatında namaza tamamen yabancı kalmış, hiç namaz kılmamış ve ömründe namazı öğrenmemiş bir insanın bir şekilde namaza başlama adına sadece sabah ve ikindi namazlarını kılmaya başlaması onun için büyük bir adımdır. Ancak zaten beş vakit namazını kılan, içinde yetiştiği şartlar itibariyle de namazın ne olduğunu bilen birisinin beş vakit namazını iki vakte indirmesi büyük bir gerilemedir. Dışarıdan bakılınca ameller itibariyle her iki kişi de günde sadece iki vakit namaz kılmaktadır. Şartlar hesaba katılmayınca her ikisinin de durumunu aynı değerlendirmek gerekecektir. Ancak birisi sıfırdan ikiye çıkmış, diğeri beşten ikiye düşmüştür ki birisi ciddi bir ilerleme içinde iken diğeri ciddi bir düşüş ve kayıp içindedir.

 

Mutlak Hâkim Sadece Allah’tır!

 

İntihar ameli için de aynı durum geçerlidir. İntihar, kendi başına düşünüldüğü zaman büyük bir günahtır ancak intihar edenin içinde bulunduğu şartlar itibariyle affedilip affedilemeyeceği hususunun takdiri sadece Allah Teala’ya aittir.

 

Her insan için ceza veya mükafat takdir etme yetkisi sadece Allah Teala’ya aittir.

 

Elbette ki bazı amellerin sevaplarına ve günahlarına, mükafatlarına ve cezalarına dair ayet ve hadisler vardır. Bu doğrudur. Ancak bu ayet ve hadisler herhangi bir amelin sonucu ve ameli işleyenin akıbeti hakkında nihai hükmü bizim vereceğimizi göstermez. Ayrıca Allah Teala’nın kullarına vereceği mükafatların tamamen ve esasen kendi fazlından, rahmetinden olduğunu, yani o mükafatların bazı amellerin ücretleri olarak verilmediği, ancak Allah Teala’nın atâsı ve bahşişi olduğunu da Efendimiz (sas) “Allah’ın rahmeti, merhametiyle kuşatması olmasa ben de kurtulamam.”1 hadisiyle açıkça belirtmiştir.

 

Başkalarını yargılamaya ve onlar hakkında hüküm vermeye dair de Efendimiz (sas) bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: “Bir adam: ‘Vallahi Allah falancayı mağfiret etmiyecek!’ diye kesip attı. Allah Teala da: ‘Falancaya mağfiret etmeyeceğim hususunda yemin eden de kim? Ben ona mağfiret ettim, senin amelini de iptal ettim!’ buyurdu.”2

 

Yine aynı konuda bir hadis de şöyledir: “İsrailoğulları arasında birbirine zıt maksat güden iki kişi vardı: Biri günahkardı diğeri de ibadette gayret gösteriyordu. Abid olan diğerine günah işlerken rastlardı da: “Vazgeç!” derdi. Bir gün, yine onu günah üzerinde yakaladı. Yine, “Vazgeç” dedi. Öbürü: “Beni Allah'la başbaşa bırak. Sen benim başıma müfettiş misin?” dedi. Öbürü: “Vallahi Allah seni mağfiret etmez!”, veya: “Allah seni cennetine koymaz!” dedi. Bunun üzerine Allah ikisinin de ruhlarını kabzetti. Bunlar Rabbülaleminin huzurunda bir araya geldiler. Allah Teala ibadette gayret edene: “Sen benim elimdekine kadir misin?” dedi. Günahkara da dönerek: “Git, rahmetimle cennete gir!” buyurdu. Diğeri için de: “Bunu ateşe götürün” diye emretti.”3

 

Bir insanın bir başkası hakkında “Allah seni kesinlikle affetmeyecek, asla affetmez!” gibi bir cümleyi kesin ve kendinden emin bir şekilde söyleyebilmesi için kendisini iman ve ibadetleri nedeniyle adeta alacaklı gibi hissetmesi ve şahsını fazlaca önemseyerek çok önemli bir yere koyması gerekir. Literatürümüzde bu durum “ucb” kavramıyla ifade edilir. Ucb sahibi insanların bazıları kendilerini öyle değerli görmektedirler ki başkalarının cennete veya cehenneme gideceklerine, affedilip affedilmeyeceklerine dair kendilerinden emin bir şekilde konuşabilirler. Böyle bir hâl zaten başlı başına büyük günahlardan biridir. Bu hâl şeytanın da ayağını kaydıran hâldir. Çünkü şeytan esasta kimin daha değerli olduğuna dair -haşa- Allah Teala’ya akıl öğretmeye kalkma gibi bir duruma düşmüş, Allah-u Teala yerine hüküm vermiştir. “Ben ondan (Adem’den) daha üstünüm. Çünkü onu çamurdan beni de ateşten yarattın… Ben çamurdan yarattığın birine secde etmem.” 4 demek nasıl ki Allah adına hüküm vermek, onun verebileceği bir kararı kendi başına vermek demektir, aynı şekilde “Allah seni affetmez, bu günahın affı yoktur.” gibi sözler de Allah Teala’nın verebileceği bir karara kendini yetkili zannederek müdahale etmek anlamı taşıyabilir.

 

Başkalarının hâllerine ve akıbetlerine dair hüküm vermek zaten bizim vazifemiz değildir. Kimsenin Rabbi, maliki, sahibi, efendisi değiliz. Allah Teala her kulunun içini de dışını da en iyi bilendir ve onlar hakkında en güzel hükmü de O verecektir.

 

Bu noktada dini konularda bir şeyler anlatanların da böyle bir eğilimden Allah’a sığınmaları önemlidir. Allah ve Rasulünün vaadleri çerçevesinde, onlara güvenmenin bir eseri olarak örneğin “Bana dua edin, icabet edeyim.”5 ayetinin de işaretiyle bir insan başkalarına “Size garanti veriyorum, dua edince mutlaka cevap alacaksınız ve karşılığını bir şekilde bulacaksınız.” diyebilir. Böyle bir ibare her ne kadar Allah adına garanti vermek gibi görünse de burada esas olan Allah Teala’nın rahmetinin eseri olan bir vaadine güvenmenin sonucudur. Burada kendini değerli görme, belirsiz bir şey hakkında Allah’ın ne yapacağına dair kendinden emin bir şekilde hüküm verme, kendini O'nun yerine koyma gibi bir kibir ve ucb emaresi yoktur. Dolayısıyla bu ve benzeri ifadelerin sakıncası olmayabilir. Ancak spesifik bir amelin nihai sonucu, kesin hükmü, akıbeti hakkında “Bunun sonu kesin cehennemliktir.” gibi bir ibarede çokça ukalalık ve kibir olduğu açıktır.

 

Allah’ın Merhametinden Fazla Merhamet

 

Meselenin bir ayna görüntüsü veya sarkacın diğer tarafı diyebileceğimiz bir durum da şudur: Bazen insanlarda bir başka insan veya ameli hakkında Allah Teala’nın merhametinden fazla merhamet etmeye çalışmak gibi bir durum görülebilir. Bu durum ister başkalarının çektiği dünyevi sıkıntılara karşı duyulan şefkat ve merhametten kaynaklansın, ister yakınlık duyulan birisine karşı fazladan acıma duygularından kaynaklansın hiçbir şekilde insanı duygusal bir dengesizliğe düşürmemelidir. Örneğin insan birilerinin çektiği dünyevi sıkıntılara hatta zulümlere karşı Allah'ın rahmetini tenkit eder derecede “Ben Tanrı olsaydım onları bu hâle düşürmezdim.” gibi bir duygu ve düşünceden kendini sakınmalıdır. Böyle bir duygu ve düşünceye sahip olmadığımızı iddia edemeyiz çünkü bu durum dile getirilmemiş hatta farkına tam varılmamış bir duygu ve düşünce de olabilir. Diğer yandan Allah Teala’nın rahmetini suiistimal eder derecede “Allah herkesi affetsin, büyük günah işleyenleri de zalimleri de, müşrikleri de affetsin, ne olacak, mülkünden bir şey eksilecek değil ya!” gibi dile getirilmemiş, bilinç düzeyine çıkmamış duygu ve düşüncelere de sahip olabilir ki böyle bir tavırdan Allah’a sığınmak gerekir.

 

Ancak mütevazı bir şekilde “Allah’ım! Ben bilmem, sen bilirsin. Her şeyin iç yüzüne vâkıf olan sensin, ben değilim. Ama bana bu hisleri de sen verdin. Ben ise bu hislerimi suiistimallerim ile bozmuş olabilirim. Sen ErhamürRâhimîn’sin. Bu insanları da, beni de affet, onlara ve bize merhamet et. Onları bu sıkıntılardan, zulümlerden kurtar. Ancak hüküm, son takdir senindir. Seni hiçbir şeye zorlayabilecek yoktur. Bilen sensin, takdir edecek sensin. Senin verdiğine kimse mani olamaz, senin mani olduğuna kimse veremez, senin hükmünü kimse değiştiremez ve senin hakemliğin de reddedilmez.” dese, tasavvurlarını, duygu ve düşüncelerini bu şekilde tamir etse ve dengelese bunda bir sakınca bulunmayabilir. 

 

Benzer şekilde haksızlığa, musibetlere ve zulümlere uğrayanlar için “Bunlar kesinlikle affedilmeli, kesin cennete gitmeli, şunlar ise kesinlikle affedilmezler ve kesinlikle cehennemliktirler.” gibi kendinden fazlasıyla emin bir şekilde yapılan yorumlarda kendisi farkında olmasa bile bir taraf olma hâli vardır. Kişi, kendisinin de ait olduğu tarafa ve kendisine dair bir değerlilik hissine kapılmış ise bu da oldukça kötü hatta şeytani bir durumdur.

Not: Bu yazının ikinci kısmı yarın internet sitemizde yayımlanacaktır.

 


 

1 ) Buhari, Rikak, 18; Müslim, Münafikun, 71

2 ) Müslim, Birr 137

3 ) Ebu Davud, Edeb 51

4 ) Sad, 76; Hicr, 33

5 ) Mümin, 60