Kibirden Kurtulmak | 1. Kısım
Soru: Kibri tamamen sıfırlamak, ondan kurtulmak mümkün müdür?
Cevap: Kibir kelimesi sözlükte “büyüklük” anlamına gelir. Bu hâliyle tek başına olumsuz bir mana ifade etmez. Terim olarak ise; büyüklenme, bir insanın kendini diğerlerinden büyük görerek onları söz ve davranışlarıyla aşağılaması anlamında kullanılır. İnsanlar genellikle terim anlamını kast etse de kibir kelimesinden anlaşılan manalar farklıdır.
Kur’an ve sünnette geçen tanımıyla kibri tamamen sıfırlamak mümkündür ve gereklidir. Çünkü “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremeyecektir.”1 hadisinin manası açıktır. Demek ki kalpte zerre kadar kibir bulunmaması, insanın öyle bir hâle gelmesi mümkündür.
Ancak bizler günlük hayatta gayet doğal ve normal olan izzet-i nefis, saygınlık, kişisel onuru koruma gibi olguları da kibir gibi algılamaya eğilimliyiz. Halbuki bunlar Kur’an ve sünnette kastedilen kibir değildir. Bu nedenle günlük dilde kullanıldığı hâliyle insanların “kibir” dediği her şeyin sıfırlanması gerektiği söylenemez. Sıfırlanması gereken, Kur’an ve sünnetteki haliyle anlatılan kibirdir. Çünkü o, iman ile zıttır.
Meselenin bu kısmı önemlidir çünkü insanlar aslında kibir olmayan bazı davranışlara da “kibir” damgasını vurabilmektedir. Güzel giyinmek, herhangi bir telefon veya sosyal medya mesajına cevap vermemek, güzel ve etkili konuşmaya veya yazmaya çalışmak, genel çoğunluğun ilgi alanı dışında kalan konularla ilgilenmek, farklı yemek türlerini tercih etmek ve benzeri davranışlar dışarıdan bakılınca kibir göstergesi olarak algılanabilir.
Günlük hayat içindeki bazı davranışların bize kibir gibi gelmesiyle Kur’an ve sünnetin kibir olarak tarif ettiği kavramlar farklıdır. Bizler her durumda bu kavramları ve ahlakımızı güzelleştirme meselesini Kur’an ve sünnetin kendi saf-temiz ışığı altında anlamalı ve öyle kullanmalıyız.
Konunun esasına dair tanımı Efendimiz (sas) bizzat yapmıştır. Hadiste “Kibir, gerçeği kabul etmemek, hakkı inkâr etmek ve insanları hor görmek, küçümsemektir.” buyurulur. 2
Bu tanımın geçtiği hadisin tam metnini alalım:
Abdullah b. Mesud’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sas) şöyle buyurdu: “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan insan cennete giremez.”
Bir adam; “İnsan elbisesinin güzel olmasını, ayakkabısının güzel olmasını arzu eder.” deyince Allah Rasulü (sas); “Şüphesiz Allah da güzeldir, güzelliği sever. Kibir ise hakkı inkâr etmek ve insanları hor görmektir.” buyurdu.3
Hadis-i şerifin Ebu Davud’daki varyantında Efendimiz’e (sas) şöyle bir soru yöneltilir:
“Ey Allah’ın Rasulü! Ben, kendisine güzelliğin sevdirildiği bir adamım. Gördüğün gibi bana bu da verilmiş. Kimsenin takunya kayışı (ayakkabı kopçası) kadar da olsa benden daha yukarıda olmasından hoşlanmıyorum. Bu da kibir sayılır mı?”
Efendimiz (sas) şu cevabı verir: “Hayır! Lakin kibir, hakkı kabul etmemek ve insanları hor görmektir.”4
Hadislerden anlaşılacağı üzere kibir kavramının iki boyutu; hakkı-gerçeği kabul etmemek ve insanları hor görmek, küçümsemektir.
Hakkı-Gerçeği Kabul Etmek veya Etmemek
Kibri sıfırlamanın en önemli yönü hakkı-gerçeği kabul etmek veya etmemekle ilgilidir.
Bizler hak olarak kabul ettiğimiz veya gerçek olarak gördüğümüz şeyleri zaten kabul ediyor durumdayızdır. Hakkı kabul etmeme meselesinde ise önemli olan nokta, bize yanlış gelen, hatta içsel olarak yanlış olduğuna emin olduğumuz, doğru olmasına ihtimal vermediğimiz herhangi bir şeyden farklı olan bir şeyi kabul etmemektir.
Örneğin bir insan Kant hayranı olmasının yanında Hegel’i küçümseyebilir. Yahut İmam Rabbani’yi büyük ve yanılmaz bir alim olarak görmesinin yanında Muhyiddin Arabi’nin görüşlerini yanlış bulup İbn Arabi’yi küçümseyebilir. Ve Kant hayranı olan bir insan Hegel’in doğru olan bir fikrini veya İmam Rabbani hayranı olan bir insan Muhyiddin Arabi’nin hakikat olan bir görüşünü her ikisini de küçümsediği için kabul etmeyebilir. Ancak Kant’ın veya İmam Rabbani’nin yanlış olması kuvvetle muhtemel bir görüşünü sadece Kant veya İmam Rabbani’ye ait görüşler olduğu için kabul edebilir.
Bir örnek daha verelim: Mahkûm yakınlarının çoğu haksız yere hapsedildiğini düşündüğü yakınlarının serbest bırakılmasını isterler. Kendi fikirlerine göre masum olan insanların serbest bırakılması yahut en azından o mahkumlara iyi davranılması isteğine ve fikrine herkes aşinadır. Ancak yaşadığımız herhangi bir ülkenin hapishanelerinde bizim suçlu olduğundan emin olduğumuz ancak ya yargılama hatası, ya soruşturma esnasındaki eksiklikler yahut aksi somut ve objektif bir şekilde kanıtlanamayacak bir iftiraya kurban gitme yahut başka nedenlerle hapis yattığı hâlde aslında masum olan tutuklu veya mahkumlar da bulunmaktadır. Bu noktada her mahkum yakını sadece kendi yakını olan mahkumun serbest bırakılmasını yahut ona iyi davranılmasını isterken hakikatte suçsuz olan ancak bir şekilde hatayla mahkum tutulan hükümlülerin serbest bırakılmasıyla pek ilgilenmez. Ancak bir mahkum yakını kendi yakınına iyi davranılmasını garanti etmek istiyorsa zahiren suçlu görünen mahkumlara da iyi davranılmasını sağlamak zorundadır.
Dolayısıyla hakkı kabul etmek, bize herhangi bir sebeple yanlış geldiği hâlde kendi önermelerimizden farklı önermeler duyduğumuzda onu direkt reddetmemek, doğru olmasına ihtimal vermek, üzerinde düşünmek; diğer yandan kendimiz için doğru olduğuna emin olduğumuz bir şeyin yanlış olabileceğine de ihtimal vermek, doğrularımızı farklı açılardan kontrol etmek demektir.
Ancak yanlış anlaşılmasın; örneğin Allah’ın varlığından, Kur’an’ın kelamullah olduğundan ve benzeri temel meselelerden şüphe etmek gerekmez. Ancak bir insan örneğin iman hakikatlerini henüz onlu yaşlarında duymaya başladıysa, bu hakikatler onda o yaşlar için bir anlam ifade edecek ve zihnine-kalbine yerleşecektir. Ancak daha sonra o hakikatler üzerinde hiç çalışmadıysa o insanın iman hakikatlerine yaklaşımı da on yaşında kalmış olacaktır. Dolayısıyla o yaşta duyduğu hakikatler o insanın 20’li, 30’lu, 40’lı yaşlarında yetmeyebilecektir. Halbuki insanın imanını geliştirmesi, iman hakikatlerinden şüphe duyması değil ama sanki şüphe duyuyormuşçasına o hakikatleri yeniden kontrol etmesi, o hakikatlerin anlatılmasında vasıta olarak kullanılan ilmî ve mantıksal formları tekrar denetlemesi, kısacası imanını yenilemesi gerekmektedir.
Yahut yine az çok fizik bilen birinin, bir başka insanın “Ben bir makine icat ettim, bu makineye 100 birimlik enerji veriyorum, makineden 110 birimlik enerji çıkıyor. 10 birim enerji ise tamamen havadan-boşluktan geliyor.” şeklindeki iddiasını “Acaba doğru olabilir mi?” diye düşünmesine gerek yoktur, çünkü böyle bir şey fiziksel olarak imkansızdır.
Bu ve benzeri konularda sabit hakikatlerin tekrar tekrar kontrol edilmesine ihtiyaç yoktur. Ancak kibir meselesinin “hakkı kabul etmeme” kısmı, doğrularımıza ters düştüğü hâlde bir meselenin doğru olabilmesine ihtimal verip o meseleyi yeniden kontrol etmekle yakından ilgilidir.
Bu bağlamda insan kendi doğrularını kontrol etmeye alışmalıdır. Örneğin anlamını kesin ve net biçimde bildiğinizi düşündüğünüz bazı kelimeler ve kavramlar vardır. Bu kavramları bir yere yazın. Daha sonra temel sözlüklere, temel sözlüklerden sonra bilimsel sözlüklere bakıp o kelimenin veya kavramın anlamının gerçekten de sizin bildiğiniz şekilde olup olmadığını kontrol edin.
Yahut tarihte kesinlikle yaşandığına inandığınız bazı efsanevi olaylar vardır. Bu olayları ciddi ve gerçekten bilimsel tarihi kaynaklardan araştırın. Daha sonra aynı olayı farklı tarihçilerin yazılarından okuyup karşılaştırın. Söz konusu olayın gerçekten de sizin bildiğiniz ve doğru olduğunu düşündüğünüz şekilde gerçekleşip gerçekleşmediğini kontrol edin.
Yahut sahih olduğuna kesinlikle kanaat getirdiğiniz bir hadisi farklı hadis kaynaklarından karşılaştırarak okuyun. Konuyla ilgili benzer veya farklı hadisleri de bir araya getirip karşılıklı ve çapraz okumalar yapın. Sonra hadisin sahihliğiyle ilgili farklı hadis ve rical alimlerinin yorumlarını bulabildiğiniz kadarıyla okuyun. Hadisin şerhlerini, alimlerin o hadis hakkındaki görüşlerini de bir araya getirin. Sonra o hadisin gerçekten de sizin daha önceden anladığınız şekilde olup olmadığını kontrol edin.
Hakkı kabul edip etmeme meselesinin bir başka yönü “farklı okumalar” kavramıyla ilgilidir. Buradaki “okumalar” yerine “dinlemeler” veya “izlemeler” de diyebilirsiniz. İnsan farklı şeyleri okumak, dinlemek ve izlemek ile daha geniş bir ufka sahip olacak ve hakikati, bir konudaki gerçeği daha iyi tanıma imkanına sahip olacaktır. Farklı ve üstelik karşılaştırmalı okumalar bizim hakikati kabul etme şansımızı da artıracaktır. Çünkü böylece bir konudaki farklı görüşlere daha fazla aşina olmuş olacağız.
Bir başka husus da hakkı-gerçeği görünce onun hak veya gerçek olduğunu tanıyabilmekle, hakikaten anlayabilmekle ilgilidir. Bunun için de ciddi bir mantık ve usul çalışması yapmak gerekebilir. Ancak bu noktada çok fazla mesai harcamaya da gerek yoktur. Basit ve etkili egzersizlerle mantığın genel kurallarını öğrendikten sonra farklı görüşlerin dile getirildiği bir konuda gerçeğin hangisi olduğunu tespit etmemiz kolaylaşacaktır.5
Kur’an ve sünnetin kınadığı zerresinin bile insanı cennetten uzaklaştıracağı kibirden kurtulmak için en önemli unsurlardan birisi olan “hakkı kabul etmek veya etmemek” konusuna bir sonraki yazıda devam edeceğiz.
1 ) Müslim, İman, 147; Ebu Davud, Libas, 26
2 ) Müslim, İman, 147; Ebu Davud, Libas, 26; Tirmizi, Birr, 61
3 ) Müslim, İman, 39; Ebu Davud, Edeb, 29; Tirmizi, Birr, 61
4 ) Ebu Davud, Libas, 29
5 ) Bu konuda bkz; https://kurantime.com/dogru-dusunmeyi-ogrenmek-tek-parca