13 dk.
18 Haziran 2025
Küfür, Cinayet ve Sonsuz Ceza | Tek Parça-gorsel
Youtube Banner

Küfür, Cinayet ve Sonsuz Ceza | Tek Parça

Soru: Sonsuz cehennemin adil olduğu konusu anlatılırken verilen yaygın bir örnek var: “Bir dakikada işlenen cinayete mukabil milyon dakika hapis dünyada adil ve makuldür. Küfür, bundan çok daha büyük ve kapsamlı bir cinayettir. O hâlde matematiksel olarak sonsuz cehennem adildir.” deniyor. Risale-i Nur’da konu biraz daha açılıp “küfrün manevi bir cinayet olduğu” söyleniyor. Sonsuz cehennem ve Allah'ın adaleti konusunda sorunum olmamakla birlikte bu tarz sorulara verilen bahsettiğim türdeki cevaplar aklıma yatmıyor. Manevi cinayet ne demektir? Küfür en çok kişinin kendisine zarar vermez mi? Küfür başkalarının cinayetinden çok insanın kendisi için cinayet olmaz mı? Küfrü illa bir şeye benzeteceksek bu saygısızlık veya hakaret gibi bir şey midir? Cinayet ve saygısızlık ikame edilecek kadar farklı kavramlar değiller. Kısaca küfrün cinayet olması ne demektir? Kâfir küfrüyle Allah'a mı, nefsine mi yoksa Allah'a ve yarattıklarına karşı mı bir zulüm, cinayet ve tecavüzde bulunmaktadır? Bu cinayetin mahiyeti nedir? Kur’an'da bu konu nasıl ele alınır? Şimdiden teşekkür ederim. Allah razı olsun.

 

Cevap: Bu tür meselelerde ilk dikkat edilmesi gereken şeylerden biri, kavramların mecaz ya da teknik anlamlarının halk arasında yaygın olan örfî anlamlarından farklı olabileceğidir. Aksi hâlde çok temel meseleleri bile yanlış anlayabiliriz.

 

Mesela “Din nasihattir.” (1) hadisini Türkiye'de hemen herkes “Din öğüttür.” şeklinde anlar. Ancak “nasihat” kelimesi burada birine öğüt vermekten ziyade onun iyiliğini istemek, ona karşı içten ve sadık davranmak anlamındadır. (2) Aynı şekilde “fuhuş” kelimesi sadece cinsellikle ilgili aşırılıklara değil, her türlü taşkınlığa işaret eder. Cuma hutbelerinin sonunda okunan ayette yer alan “Allah sizi fuhşiyattan men eder.” (3) buyruğu yalnızca zinayı değil, aşırılığın her türünü kapsar.

 

Risale-i Nur'da geçen “şişe” kelimesi de mecazîdir. O eserlerde “şişe” camdan yapılmış basit ve geçici dünyalıkları, elmas ise uhrevî hakikatleri temsil eder. “Cinayet” kavramı da benzer biçimde genişletilmiş bir anlam taşır. Bediüzzaman Divan-ı Harb-i Örfî eserinde kendisinin on bir buçuk cinayet işlediğinden bahseder. (4) Tabii buradaki “cinayet” kavramı ironik bir bağlamda kullanılmıştır ve kimse burada geçen cinayet tabirini Bediüzzaman’ın on bir tane insan öldürdüğü birini de ağır yaraladığı şeklinde anlamaz.

 

Cinayet Ne Demektir? 

 

Sözlükte cinayet "kabahatten büyük, ağır ceza hatta ölüm cezası gerektiren suç" anlamına gelir. Kökeni Süryaniceden gelen bu kelime, “günah”la da aynı kökten türer. (5) Ömer Nasuhi Bilmen’in Hukuk-u İslamiye ve Istılahat-ı Fıkhiye Kamusu adlı eserinde “…sirkat (hırsızlık) büyük bir cinayettir.” (6) ibaresi geçer. Buradaki cinayet kavramı da elbette adam öldürme fiili değildir. Demek ki burada kasıt fiziksel bir öldürme değil daha kapsamlı, daha derin bir zarar verme hâlidir.

 

Küfrün Zararı Kimedir? 

 

Kur’an, bu soruya çok açık cevaplar verir:

 

  • “Andolsun biz Lokman'a: Allah'a şükret! diyerek hikmet verdik. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, her türlü övgüye lâyıktır.” (7)
  • “İnkârda yarışanlar sana kaygı vermesin. Çünkü onlar, Allah'a hiçbir zarar veremezler...” (8)
  • “De ki: “Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Tam aksine, eğer iman iddianızda doğru ve samimi iseniz, asıl sizi imana eriştirmekle Allah size iyilik ediyor demektir.” (9)

 

Küfrün zararı Allah’a değildir insanın bizzat kendisinedir. İman etmekle Allah’ı zenginleştirmediğimiz gibi inkarcılıkla da (haşa) O’nu eksiltmeyiz.

 

Dindar insanların bir kısmı bazen salih amel işlemekle Allah Teala'ya karşı iyilik yapmış gibi hissedebiliyorlar ve bu iyiliklerinden menfaat bekleyebiliyorlar. Bu sağlıklı bir beklenti değildir. Bunun bir parçası olarak da ancak kendilerini salih hissettikleri zaman dua etmeyi bir hak görürken, kendilerini fasık ve günahkâr hissettikleri zaman duadan kaçıyorlar. “Allah'tan bir şey istemeye yüzüm yok.” diyorlar ki bu da problemli bir bakış açısıdır. Oysa Allah ile ilişkimiz bizim hâlimizden bağımsızdır. Biz iyi olduğumuzda da günahkâr olduğumuzda da Allah'ın kuluyuz ve kullukla mükellefiz. Dua da bir kulluk biçimi olarak her durumda edilebilir, "Sadece iyi işler yaparken dua edebilirim." düşüncesi çok yanlıştır.

 

Allah İnkarcıları Niçin Cezalandırır?

 

Kur’ân’ın bu konudaki temel mesajı şudur: “Kâinatı ve içindeki her zerreyi Allah yarattı; mülk bütünüyle O’nundur. Dilerse ödüllendirir, dilerse cezalandırır.” (10) Bu ontolojik hakikati kabullenip realiteyi benimseyenler için konu aslında kapanmıştır zira mülkün sahibinin tasarrufu tartışma kabul etmez.

 

Ne var ki kimi insanlar beşerî ilişkilerde geçerli “hak–haksızlık” ölçülerini ilâhî kudrete de tatbik etmeye çalışır. Kimileri belli meselelerin hikmetleri olabileceğini düşünüp bu hikmetleri araştırırken, kimileri de “Belki cevap bulursak biri imana adım atar ya da imanını korur.” ümidiyle pek çok soruyu hikmet penceresinden ele almaya çalışır.

 

“Namazın hikmeti nedir?”, “Domuz eti neden haramdır?” gibi sorular bu arayışın tipik örnekleridir. Çoğu zaman “Abdest statik elektriği boşaltır, namaz eklemleri rahatlatır.” yahut “Domuz eti yağlıdır, insan vücudu için zararlı bir kurt taşıyabilir.” gibi fayda-zarar merkezli cevaplar üretilir. (11) Oysa Kur’ân bu hükümlerin sebebini fizyolojik veya sosyolojik verilerle açıklamaz. İbadet ve helâl-haramların asıl manası Allah’ın emri olmalarıdır.

 

Aynı ilke cennet ve cehennem meselesi için de geçerlidir: İlâhî adaletin ölçüsü beşerî mantık kalıplarına sıkıştırılamaz. İnsanların çoğu “Sormaktan vazgeç.” nasihatinden tatmin olmayacaktır fakat şu da bilinmelidir kuvvetin bir hakkı vardır, Mutlak Kudret’in hakkı da mutlak bir haktır.

 

Hikmet peşinde olanlara özetle Allah Teâlâ inkârcıyı cezalandırır çünkü böyle dilemiştir denilebilir. Bu hükmün gerisindeki latif hikmetleri tam manasıyla ancak Kendisi bilir. Bediüzzaman (12) dâhil âlimlerin getirdiği izahlar ise, hakikatin insan idrakine yakınlaştırılmış yorumları olarak ele alınmalıdır.

 

Bir insan Allah’ın varlığını inkâr ettiğinde kâinatı rastgele sebeplere havale eder ve varlık ağacının her dalındaki sayısız hikmeti bütünüyle reddetmiş olur.

 

Nizamı Tanımayan Yabancı Örneği

 

Afrika’nın en ilkel kabilelerinden birinden kopup Avrupa’nın en medenî şehrine sığınmış bir yolcu hayal edin:

 

Yeni dahil olduğu dünyanın kurallarını bilmediğinden park göletindeki kuğu ve ördekleri avlayıp pişiriyor, otobüse binerken bilet basmıyor, rastgele bir eve girip "mülkiyet” kavramından habersizce oradaki eşyaları kullanıyor. Davranışları o kentin hukukuna göre illegal ve rahatsız edicidir, çünkü mevcut düzeni tanımamaktadır.

 

Allah’ı inkâr eden kimse de—farkında olsun ya da olmasın—benzer bir konumda durur. İlâhî nizamı reddettiği için kâinatın “mülkiyet haklarını” hiçe sayar, potansiyel olarak her varlığın hakkına zarar verebilecek bir noktadadır.

 

Ne var ki, modern insan çoğu zaman “din” adını telaffuz etmese bile dinlerin öğrettiği pek çok hakikati bilim, ahlâk, medeniyet gibi başlıklar altında kabul eder. Bu yüzden her ateistin tüm fiilleri tahripkâr olmadığı gibi, “Müslümanım” diyen herkes de İslam'ın gerektirdiği biçimde hareket etmeyebilir.

 

Bediüzzaman’ın ifadesiyle: “Her Müslümanın her hâli Müslümanca olmadığı gibi, her kâfirin de bütün hâlleri kâfirce olmayabilir.” (13) Gerçekten de “Müslüman” kimliği taşıyan ama elinden-dilinden başkalarının zarar gördüğü topluluklar bulunduğu gibi; evrensel hukuk prensiplerini içselleştirmiş, başkalarına saygılı inkârcılar da vardır. Bazı “kâfirane” fiiller müminlerden, bazı “müminane” fiiller de kâfirlerden sadır olabilir.

 

Her ne kadar biz isim ve etiketler üzerinden düşünmeye alışkın olsak da bu tavır bizi yanıltır, asıl bakmamız gereken sıfatlar ve niteliklerdir. İnsanları ve fiilleri Allah katında değerli kılan da işte bu vasıflardır. Sıfat merkezli düşünmeye başlarsak meseleler zihnimizde çok daha sağlıklı bir zemine oturur.

 

İnançsızlık ve İlahi Adalet Bağlamında Suç Kavramının Yeniden Değerlendirilmesi

 

Bizler insan olarak kendi dünyamızda bir önem sıralaması yaparız. Listeler kişiden kişiye değişse de çoğumuz can, mal, akıl, aile gibi meseleleri en yüksek öneme sahip olarak görürüz. Bir şeye verdiğimiz önem o şeyin bizdeki anlam katsayısını (14) belirler, tersinden söylemek gerekirse anlamı büyüyen olgunun önemi de büyür.

 

Esas olansa bizim kendi kriterlerimizden ziyade Allah için neyin önemli olduğudur. Neyin adil olup olmadığı inananlar için insanın sınırlı idrak kapasitesinin ötesinde, Allah Teâlâ'nın belirlediği ölçütlerle tayin edilir. Bu bağlamda bazı insanların inkâr, küfür ve şirk gibi olguları yalnızca birer düşünsel tercih veya basit bir kişisel eğilim olarak algılaması ve bu eylemlerin Allah katında ağır bir şekilde cezalandırılmasını akıl veya adaletle bağdaştıramaması muhtemeldir. Ancak kâinattaki her şeyin mutlak hakikati Allah'ın nezdinde tecelli ettiğinden, asıl olan O'nun önem atfettiği ve değer biçtiği hususlardır.

 

Şirk: En Büyük Zulüm ve Varlığa Yönelik Bir Hakaret

 

Dolayısıyla küfür, şirk veya inkârı basit birer saygısızlık ya da hakaret olarak nitelendirmek, Kur'an'ın buyruklarıyla çelişir. Zira Kur'an-ı Kerim'de, Hazreti Lokman'ın (a.s.) dilinden bizlere aktarılan "Şirk, pek büyük bir zulümdür." (15) ayeti, bu fiilin ciddiyetini açıkça ortaya koymaktadır. "Şirk neden zulüm olsun ki? Kime ne zararı var?" diye soranlar olacaktır. Soyut kavramların büyüklüğü veya küçüklüğü, değeri veya değersizliği konusunda insan aklı ve duyguları nihai bir ölçüt olmaktan uzaktır.

 

Anlamla ilgili hususlar, fiziksel gerçekliklerden çok daha büyük bir ağırlığa sahiptir. Örneğin bir insana fiziksel bir zarar vermekten ziyade, onu toplum nezdinde ötekileştirmek veya şeytanlaştırmak, o birey için çok daha yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Çeşitli coğrafyalarda kimlik mücadelesi veren gruplara karşı takınılan "Ben seni tanımıyorum ve tanımayacağım." tavrı, bir varoluşsal cinayetle eşdeğerdir. (16) Bu bağlamda, bir kâfirin küfrüyle birlikte onun nazarında her şeyin anlamsız ve manasız hâle gelmesi, aslında eşyaya ve hadiselere karşı büyük bir hakarettir. Daha derin bir perspektiften bakıldığında bu durum, varlıklara fiziksel zarar vermekten daha ciddi bir kabahattir.

 

Linus Torvalds'ın Paradoksu

 

Linux işletim sisteminin yaratıcısı Linus Torvalds'ın (17), inançlı insanları anlamadığını ifade ederken sarf ettiği "Bir çiçeğe bakıyorlar ve 'Tanrı ne güzel yaratmış' deyip geçiyorlar. O çiçekteki güzelliği, sanatı incelemiyorlar." sözleri aslında ciddi bir paradoksa işaret eder. Torvalds'ın burada ateizm lehine bir argüman olarak sunduğu argüman mümince bir duruşa işaret etmektedir. Zira bir mümin bir çiçeğe bakarak yalnızca "Allah ne güzel yaratmış." demekle yetinmeyip o çiçekteki güzelliği, sanatı ve inceliği daha derinlemesine araştırmalı; Allah Teâlâ'nın Cemîl, Musavvir, Vedud gibi isimlerinin yanı sıra Hakîm, Rezzak, Rahman gibi isimlerinin de o çiçekte tecelli ettiğini düşünmeli ve kavramalıdır. (18) Torvalds'ın eleştirdiği yüzeysel bakış açısı, aslında iman idrakinin derinliğine aykırı bir tavırdır ve bir kusur olarak kabul edilebilir.

 

Sonuç olarak; küfür yaratılmışları görmezden gelerek, O’nu yok sayarak işlenen büyük bir anlam cinayetidir. Çünkü Allah’a ve O’na iman eden her varlığa iftira atmak, onları yalancılıkla suçlamaktır. Okyanuslardaki mikroskobik canlılardan gökyüzündeki meleklere kadar Allah’ı zikreden her varlığın doğruladığı bir hakikati inkâr etmek, bu cinayetin boyutunu daha da büyütmektedir.

 

Yazıyı bitirirken Yüce Allah'tan niyazımız şudur: “Ey Kalpleri evirip çeviren Allah'ım, senin nezdinde önemli olanı bize de önemli göster; değersiz olana gönlümüzü bağlama.” (19)

 

Dipnotlar:

 

1-) Müslim, “Îmân”, 95; Tirmizî, “Birr ve’s-Ṣıla”, 17.

 

2-) “Dinin nasihat olması ne demektir?”, Kurantime, erişim 14.06.2025, https://kurantime.com/dinin-nasihat-olmasi-ne-demektir.

 

3-) Kur’ân-ı Kerîm, Nahl 90.

 

4-) Bediüzzaman Said Nursî, Dîvân-ı Harb-i Örfî, Eserin çeşitli yerlerinde bu ifadeye ve açıklamasına rastlanır.

 

5-) Sevan Nişanyan, “cinayet” maddesi, Nişanyan Sözlük, erişim 14.06.2025, https://nisanyansozluk.com/?k=cinayet.

 

6-) Ömer Nasuhi Bilmen, Hukûk-ı İslâmiye ve Istılahât-ı Fıkhiyye Kâmûsu, cilt 3, Bilmen Yayınları, s. 279.

 

7-) Kur’ân-ı Kerîm, Lokman 12.

 

8-) Kur’ân-ı Kerîm, Âl-i İmrân 176.

 

9-) Kur’ân-ı Kerîm, Hucurât 17.

 

10-) Bu ilke, Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayette vurgulanır. Örneğin, “Mülk (mutlak hükümranlık) elinde olan Allah, yüceler yücesidir ve O’nun her şeye gücü yeter.” (Mülk Suresi, 67:1) ayeti, Allah'ın kâinat üzerindeki mutlak sahipliğini ve egemenliğini ifade eder.

 

11-) Bu tür açıklamalar, ibadetlerin hikmetini modern bilimle temellendirme çabasının bir ürünüdür. İslam alimlerinin çoğunluğuna göre ibadetlerin asıl gerekçesi (illeti), Allah’ın emri olmasıdır (taabbüdîlik). Bilimsel faydalar, emrin hikmetlerinden sadece biri olabilir fakat emrin kendisi değildir.

 

12-) Bediüzzaman Said Nursî (1877-1960): 20. yüzyılın en etkili İslam alimlerinden ve düşünürlerinden biridir. Kur'an tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatı'nın yazarıdır. Eserlerinde iman hakikatlerini modern insanın anlayışına akıl ve mantık delilleriyle sunmaya çalışmıştır.

 

13-) Bu söz, Bediüzzaman Said Nursî'nin Sözler adlı eserinde Lemeat bölümünde yer alan bir prensibin ifadesidir. Burada asıl vurgu, kişilerin kimlik etiketlerinden ziyade eylemlerinin ve niteliklerinin (sıfatlarının) değerli olduğunadır.

 

14-) Anlam katsayısı: Kurantime Araştırma ekibi tarafından kullanılan modern bir kavramdır. Bir kişi veya düşünce sistemi için bir olgunun, varlığın veya ilkenin taşıdığı göreceli değeri ve önemi ifade eder.

 

15-) Kur’an-ı Kerim, Lokman Suresi, 31:13. Ayetin tamamı şöyledir: “Hani Lokman, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: ‘Yavrum! Allah’a ortak koşma! Çünkü şirk, elbette büyük bir zulümdür.’”

 

16-) Varoluşsal cinayet: Burada felsefi bir metafor kullanılmaktadır. Bir kişinin veya topluluğun varlığını, kimliğini, kültürünü veya manevi değerlerini tanımayı reddetmenin, onları yok saymanın, fiziksel bir cinayet kadar ağır bir manevi yıkıma yol açabileceği fikrini ifade eder.

 

17-) Linus Torvalds (d. 1969): Finlandiya asıllı Amerikalı bir yazılım mühendisidir. İnternet altyapısından akıllı telefonlara kadar pek çok sistemde kullanılan Linux işletim sistemi çekirdeğini geliştirmesiyle tanınır. Kendisini ateist olarak tanımlamaktadır.

 

18-) Bunlar, Allah’ın Kur’an’da ve hadislerde geçen güzel isimlerinden (Esma-ül Hüsna) bazılarıdır. Sırasıyla anlamları: Cemîl (Mutlak ve eşsiz güzellik sahibi), Musavvir (Varlıklara şekil ve suret veren), Vedud (Çok seven ve çok sevilen), Hakîm (Her işi ve emri hikmetli olan), Rezzak (Tüm mahlukatın rızkını veren), Rahman (Dünyada bütün mahlukata merhamet eden).

 

19-) Peygamber Efendimiz'in (sas) sıkça yaptığı bir duadan ilhamla hazırlanmış yazının içeriğiyle uyumlu bir duadır. Hadis kaynaklarında “Yâ mukallibe’l-kulûb, sebbit kalbî alâ dînike” (Ey kalpleri evirip çeviren Allah'ım! Kalbimi dinin üzere sabit kıl) şeklinde geçmektedir. (Bkz. Tirmizî, Kader, 7; İbn Mâce, Dua, 2). Metindeki ifade bu duanın bir uyarlamasıdır.