11 dk.
17 Ocak 2023
Kur'an'da geçen kadın tasvirleri | 2. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Kur'an'da geçen kadın tasvirleri | 2. Kısım

Not: Bu yazı, Kur'an'da Kadın Tasvirleri konusundaki yazı dizisinin ikinci yazısıdır. Serinin ilk yazısına bu linkten erişebilirsiniz. 

Altıncısı: Kur’an’da Kadın-Huri Tasvirleri Hakkındadır

 

Bu konu bazı insanlar için rahatsız edici olabilir. Fakat Kur’an’a dair bir mesele olduğu için konuya bu nazarla, Kur’an’ın bir beyanı olması açısından bakılmalıdır. 

 

Meal yazarlarının da bu nazarla bakmaları aslında daha isabetli olurdu. Çünkü meal yazarlarının en büyük handikaplarından birinin okurların algılarını fazlasıyla hesap etmeleri, yanlış anlamalardan fazlasıyla korkmaları olduğunu söyleyebiliriz.

 

Bu korkunun pek çok meal yazarını literal, lafızperest davranmaya ittiği de olmuştur. 

 

Örneğin bir meal yazarı Nebe Suresi 33. Ayete geldiğinde “Kevâib” kelimesi için sözlükleri açınca ve çok geniş hacimli bir sözlük de kullanmıyorsa bir sözlükte ilk anlamın “göğüsleri tomurcuklanmış” olduğunu görecektir. Bu manayı da aynen nakledecektir. 

 

Problem de burada başlamaktadır. Yani asıl problem “anlam” üzerinde geniş düşünmemek, geniş ve alternatifli akıl yürütmelerden kaçınmaktır. 

 

Örneğin “kevâib” kelimesinin Kur’an’ın indiği dönemdeki Arap dilinde deyimsel olarak nasıl kullanıldığı pek düşünülmemiştir ve bu yönde bir çalışma da yapılmamıştır. Örneğin “eli delik” dediğimiz kişilerin elinin gerçekten delik olması gerekmez. Bunun gibi “eli kolu uzun” dediğimiz kimselerin gerçekten de el ve kollarının ortalamadan daha uzun olması veya Orta Asya Türk Dünyasında “Aksakallı” denilen insanların gerçekten de beyaz sakallarının olması, “baldırı çıplak” dediğimiz bir kişinin gerçekten de baldırlarının örtülmemiş olması şart değildir. Bunların ne manaya geldiğini ve lafız ile mana arasında bire bir uyum olması gerekmediğini de biliriz.

 

Diğer yandan dillerin gelişimi incelendiğinde, bir dilin daha basit dönemlerinde soyut kavramların henüz tam oluşmadığı görülür. Bu nedenle bir dildeki soyut bir kavramın etimolojisine inilince altında somut bir kavramın bulunduğuna dilbilim çalışmalarında sıkça rastlanılır. 

 

Bu bağlamda “kevaib” kelimesinin etimolojik olarak en temel manasıyla “Bir şeyin belirgin hâle gelmesi” olduğu görülür.

 

Diğer yandan “Bir erkek ne zaman yetişkin kabul edilir?” veya “Bir kız çocuğu ne zaman genç kız sayılır?” sorularını sorduğumuzu varsayalım. Bu sorulara farklı kültürlerde farklı cevaplar verilecektir. Burada “yetişkin erkek” veya “genç kız” kavramları soyut kavramlardır. 

 

Yüzlerce yıl önceye gittiğimizde “yetişkin erkek” veya “genç kız” gibi soyut kavramların nasıl tarif edilebileceğini az çok tahmin edebiliriz. 

 

Örneğin bir kız çocuğunun artık genç kız olduğunu onun regl olmaya başlamasından anlayamazsınız. Çünkü regl olmak toplumsal olarak gözlemlenebilir bir durum değildir. Ayrıca sadece regl olma özelliği fizyolojik bir gelişimi ifade etse de hem fizyolojik hem de psikolojik bir bütünlük içinde gelişmiş olmayı ifade etmez. Büyüme sürecinin sadece başlangıç noktasını ifade eder. Yani büyüme dediğimiz şey, regl olmaya başladıktan birkaç sene sonra gerçekleşebilecek bir durumdur.

 

Benzer durum erkek çocukları için de geçerlidir. Bir erkek çocuğun büyüme sürecine girmesi de aşağı yukarı aynı süreç içinde devam eder.

 

Bu durumda bir kız çocuğunun genç kız hâline gelmiş olması bir kültür habitatı bağlamında somut olarak onun göğüslerinin belirgin hale gelmesiyle açıklanmıştır.

 

Bizim kültürümüzde de bir erkek çocuğu için “bıyıklarının terlemesi” gibi bir tabir kullanılır ki aşağı yukarı benzer bir süreci ifade etmektedir.

 

Bir kız çocuğunun artık büyüdüğünü ifade etmek için kullanılan göğüslerinin tomurcuklanması ibaresi bizim için rahatsız edici olabilir. Bunun sebebi Kur'an'daki bahsi geçen ayetin dilimize literal olarak çevirilmesidir.

 

Diğer yandan şöyle bir örnek düşünelim: Türkiyeli olmayan, sonradan Müslüman olmuş ve Türkçeyi de sonradan öğrenmiş Avrupalı bir arkadaşınızı Türkiye’de Cuma namazına bir camiye götürdüğünüzü varsayın. Vaaz esnasında vaizin bir ara “baldırı çıplak insanlar” gibi bir tabiri kullandığını farz edin. Avrupalı arkadaşınız cami çıkışında bu tabiri ne kadar yersiz, yakışıksız hatta müstehcen bulduğunu söyleyebilir. Siz ise bıyık altından güler ve o deyimin aslında ne manaya geldiğini, bu deyimin işsiz, güçsüz ve serseri insanlar için kullanılan bir tabir olduğunu rahatlıkla, çekinmeden ve mahcup olmadan anlatırsınız. 

 

Burada şu ayrıntı da unutulmamalıdır: Avrupalı arkadaşınız konuyu zihinsel olarak anlayacak ve size hak verecektir ancak duygusal olarak o deyimi sizin kullandığınız rahatlıkta kullanamayacak, o deyimi duyduğunda sizin kadar rahat olamayacaktır. Çünkü mesele, kültürel ortamın oluşturduğu dilsel-duygusal haritanın ömür boyu değişmeyecek olmasıdır.

 

Yedincisi: Kültürel Görecelik ve Kısmî Tarihsellik Hakkındadır

 

Evet! Kur’an’da “göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar” gibi bir deyimle karşılaşmak o deyimi ilk kez bir Kur’an mealinde gören insanlara tuhaf ve abes gelebilir. Bu normaldir, doğaldır. 

 

Ancak kültürel görecelik, bir deyimin kendi kültürü içinde sorunsuz olarak anlaşılırken farklı kültürlerde farklı duygusal çağrışımlarla anlaşılabileceği ve bunun normal olduğu unutulmamalıdır.

 

Keşke meal yazarları Arap dilinin incelikleri ile Türk dilinin inceliklerine aynı derecede vâkıf olsalardı da Arap dilinde kullanıldığı zaman hiç kimse için rahatsızlık oluşturmayan bir deyimi Türkçeye çevirirken de hiç kimse için rahatsızlık oluşturmayacak bir deyimle karşılayabilselerdi. Böylece ne yersiz mahcubiyetlere girmeye gerek kalırdı ne de ayetin manasını aşırı savunmacı reflekslerle çarpıtma ihtiyacı duyarlardı.

 

Diğer yandan, “yaşıt” kavramının da en az diğer tasvir kadar önemli olduğunu söyleyebiliriz. Mesele, tazelik ve gençliktir. Ne ergenlik psikolojisiyle sorunlu bir hâle gelen gençlik ne de orta yaş bunalımlarıyla kendini heba etmeye yatkın bir gençlik değildir bu. Buradaki gençlik ve tazelik tam orta karar, biyolojik olduğu kadar psikolojik açıdan da yeni başlayan bir günün insana yeniden doğum, tazelik, yenilik, yenilenme hislerini yaşatması gibi bir gençliktir.

 

Meselenin tarihsellik boyutu da göz ardı edilmemelidir. 

 

Yanlış anlaşılmasın. Kur’an, tarihsel bir metin değildir. Ancak bu, ayetlerin üslup, anlam katmanları ve bazı deyimlerin kullanılması gibi açılardan bazı tarihsel özellikler taşımadığı anlamına da gelmez. Yani Kur’an, salt tarihsel değildir ancak bazı ayetlerin bazı vecihleri, anlam ve üslup bakımından bazı özellikleri ve bazı anlam katmanları tarihsel bir iz de taşımaktadır. 

 

Bu bağlamda Kur’an’ın indirildiği dönemde cennetle ilgili bazı tasvirler yerel ve tarihsel özelliklere sahiptir. Cennet kadınları veya hurilerle ilgili tasvirler de bu çerçevede anlaşılmalıdır. Meselenin tarihsel olan yönü cennet kadınlarının tasvirinde kullanılan deyimlerdir. Evrensel olan yönü ise cennette kadın ve erkek cinselliğinin var oluşudur. 

 

Bu bağlamda “göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar” gibi ibarelerin “bıyıkları yeni terlemiş genç” gibi bir deyim olduğunu ve Kur’an’ın indirildiği dönemde kimseyi rahatsız etmediğini bilmemiz gerekir. Değişen zaman, farklılaşan kültürel çevre açısından ise aynı tabirin meallerde ve tefsirlerde aynıyla kullanılması literal açıdan normal olsa da gerekli dipnotlar veya farklı kültürler için o kültürün içindeki aynı anlamı verecek deyimlerin kullanılması daha uygundur. Bunun manayı tahrif değil, aksine daha iyi yansıtacağı da dilbilimsel olarak zaten açıktır.

 

Sekizincisi: Cismânî Hazların Realite Boyutu ve Gereksiz Mahcubiyet Duyguları

 

Kur’an’da cennet tasvirleri ve bu tasvirlerde kadın cinselliğinin kullanılması dönemin kültürel anlayışı bakımından anormal ve rahatsız edici bir durum değildir. Anormal olan, dönemin anlayışına ve kültürel yapısına uygun tabirlerin değişen zaman ve kültürel şartlar hesaba katılmadan aynen aktarılmaya çalışılmasıdır. Söz konusu rahatsızlıkların asıl nedeni de Kur’an ayetleri değil, bu aynıyla aktarma çabalarıdır.

 

Diğer yandan bu tasvirlerin günümüz için de anormal ve rahatsız edici olmaması gerekir. Çünkü Kur’an, bâtılı tasvir etmemiştir. İnsanların cinsel hülyalarını sömürerek onları bir şeylere davet etmiş değildir. Kur’an, bir realiteyi ortaya koymuştur. O realite de cismaniyetin var olduğu, yok edilmesi gereken bir özellik değil sadece sınırlandırılması, Allah Teala’nın istediği ve razı olduğu çerçevede kullanılması gerektiği realitesidir.

 

Cismaniyet hak olduğu gibi cismânî lezzetler de haktır. Yani bu cins hazlar da vardır. Allah Teala tarafından yaratılmışlardır. Allah Teala bizden onları yok saymamızı, öldürmemizi istememiş; kendi rızası istikametinde, meşru dairede kullanmamızı istemiştir. Çünkü ilahi isimlerin en kapsamlı aynaları cismâni varlıklardır. Kainatın yaratılmasındaki İlahi maksatların zengin ve aktif bir merkezi cismaniyettedir. Rabbanî ihsanların zengin çeşitleri ve renkleri de yine cismaniyettedir.

 

Bu hikmetlere binaen cismani bir madde olan bir elmanın yenilmesinden elde edilen haz ile güneş ışığından elde edilen faydaların oluşturacağı haz arasında her ikisinin de “haz” olması açısından bir fark yoktur.
 

Benzer şekilde bir kadının erkek için, bir erkeğin de kadın için nimet olması sadece ruhani, psikolojik, manevi ve metafizik bir olgu değildir. Meselenin cismani ve biyolojik bir yönü de vardır ve bu yön, her ne kadar tabu haline getirilse de tarih boyunca insanlığın varlığı ve gelişimi açısından en önemli itici kuvvetlerden biri olmuştur. Bu kuvvetin Kur’an’da yer almasında hiçbir beis yoktur. Anlatılanlar, realitenin kabulü ve her nimet gibi bunun da Allah’ın bir nimeti olması noktasındandır. Konunun esası budur.

 

Rahatsızlık hislerimiz ise;
 

-İçinde yaşadığımız dönemin dengesiz değer yargılarına maruz kalmamız,

-Kültürel göreceliği hesaba katmamamız, farklı kültürlerin farklı deyimlerinin bir başka kültürde rahatsız edici olabileceğini göz ardı etmemiz,

-Bir kültürdeki herhangi bir deyimi kullanan Kur’an’ın farklı kültürlere ve dillere mealen aktarılmasında, aktarılan dildeki deyimin hedef dil düşünülmeden çevirilmesi gibi nedenlerden kaynaklanmaktadır.

 

Bu nedenle Nebe 33 veya benzeri bir ayetin meali okunduğunda rahatsız olunması garip değildir. Ancak bu rahatsızlığa neden olan algı, Kur’an’ın indirildiği dönemde ve kültürde mevcut değildir. Kullanılan tabir son derece normal ve uygundur.

 

O dönemin ve o kültürün insanı olmadığımız için rahatsız olmamız anlaşılabilir ancak bu rahatsızlık Kur’an’la ilgili değildir. Ayetin ve benzeri ayetlerin mealleri ve tefsirleriyle ilgilidir. Bu da meal ve tefsir yazarlarının, ayetin manasını farklı dillere ve kültürlere taşırken hedef dili ve kültürü düşünmeden taşımalarından kaynaklanmaktadır.

 

Örneğin Kur’an Türkçe inmiş olsaydı ve Türk dilinin eski dönemlerinde kullanılan herhangi bir tabirini kullanmış olsaydı, bu tabir de bugünün Araplarına, Avrupalılarına ve Ruslarına tuhaf, abes gelebilirdi.

 

Dokuzuncusu: Kadın-Erkek İlişkilerinin Ahiretteki Hâlleri Hakkındadır

 

Bizler insan olarak ahiret alemi veya gayb alemi gibi bir varlık boyutunu bu dünyadaki zihinsel parametrelerimizle tam olarak kavramaktan uzağız. 

 

Ancak “tam olarak kavranamamazlık”, o alemlerin hiçbir şekilde anlatılamayacağı, o alemler hakkında hiçbir bilgi verilemeyeceği anlamına da gelmez.

 

Konuşmayı yeni öğrenen veya anne sütü ile devam mamasından yeni kesilmiş, yeni yeni kuru gıda almaya başlayan çocuklar için bütün yemeklerin adı “mama”dır. Bizim de bu dünyadaki zihinsel ve dilsel kapasitemiz itibariyle ahiret hallerini ancak böylesi tabirlerle bir parça anlamamız mümkün hale gelebilmiştir.

 

Kur’an, bize gayb olan hakikatleri anlatırken bizim için bilinebilir olan nesneleri kullanır. Bizim mevcut algılarımızla algılamamız imkansız olan şeylerle tecrübe edebildiğimiz, deneyimleyebildiğimiz şeyler arasında benzerlik kurarak anlatır. Gayb alemine ait hakikatlerin nesneler dünyasına ait örneklerle somutlaştırılması şeklindeki anlatım tarzını tercih eder. Bu da gayet doğaldır. 

 

Bu bağlamda, ahiretteki durum ile dünyadaki durum arasında tam bir kıyas yapmak mümkün değildir. Bu nedenle de ahiretteki kadın-erkek ilişkilerini bu dünyadaki kadın erkek ilişkileriyle tam olarak karşılaştırmak da doğru bir sonuç vermeyecektir.

 

Dolayısıyla, Kur’an’ın dünyada kadın erkek ilişkilerini meşruiyet çerçevesinde sınırlandırmasına bakıp da aynı durumun ahirette de devam etmesi gerektiğini düşünmek makul ve mantıklı bir düşünce değildir. Çünkü ahiretin (tabiri caizse) yapı taşlarıyla dünyanın yapı taşları son derece farklıdır.

 

Allah Teala’dan Kur’an’ı doğru, kendi muradına uygun bir şekilde anlamamızı, Kur’an’a ait hakikatlerle aramızda perde olabilecek her türlü engeli kaldırmasını diler ve dileniriz!