Kur'an insanın uzaya çıkamayacağını mı iddia ediyor? | 1. Kısım
Soru: Rahman suresinde uzaya çıkılamayacağı, yerin sınırlarının aşılamayacağı söylenmektedir. Oysa insanlık yeryüzünün sınırlarını aşmış, uzaya da çıkmıştır. Kur'an bu noktada haksız çıkmamış mıdır?
Cevap: Öncelikle Rahman suresinde uzaya kesinlikle çıkılamayacağı, yerin sınırlarının asla aşılamayacağı söylenmemektedir. Hatta ilgili ayetin uzaya veya yeryüzünün sınırlarından dışarıya çıkmakla bir ilgisi de yoktur.
Ayetin meali şu şekildedir: “Ey cin ve insan topluluğu! Arzın ve semaların herhangi bir kenarından nüfuz etmeye gücünüz yetiyorsa geçin gidin. Ancak ekstra bir güç, bir kudret olmadıkça geçemezsiniz.”1
Ayetin Arapça cümle yapısı önemlidir ve dikkate alınmalıdır. Örneğin “Lâ ilâhe illallah” kelimesini Türkçeye çevirirken “Allah’tan başka ilah yoktur” diye çeviririz. “İlah yoktur, ancak Allah!” şeklinde çevirmeyiz ve öyle anlamayız. Bu ayet de her ne kadar meallerde ve bizim de tercihen yukarıya aldığımız mealde “Gücünüz yetiyorsa geçin gidin. Ancak ekstra bir güç olmadıkça geçemezsiniz.” şeklinde çevrilse de Türkçe gramer, semantik ve akış içerisinde “Ey cin ve insan toplulukları! Aslında ekstra bir güç olmadan arzın ve semaların herhangi bir kenarından nüfuz etmeye gücünüz yetmez ama isterseniz deneyin ve görün, gücünüz yetiyorsa geçin gidin.” şeklinde çevrilmeli ve anlaşılmalıdır. Yani ortada arzın ve semaların hiçbir şekilde geçilemeyeceği, uzaya çıkılamayacağı, aya gidilemeyeceği, insanların yeryüzünün sınırlarında hapis kalacakları gibi bir anlam yoktur.
Ayeti “Uzaya çıkılamaz, aya gidilemez, yeryüzünün sınırları aşılamaz.” şeklinde anlayanlar ve doğrusu açıklandığında bu şekilde anlamakta ısrar edenler ister Müslüman ister ateist ister başka bir din mensubu olsun, dar zihinli ve anlayışsız insanlar olmalıdır. Bu durumda mesele Arapça, meal, tefsir, dilbilim, mantık ve tutarlı argüman üretme gibi bir zeminden çıkıp psikolojik bir hâl almaktadır.
Gerçekten anlamak isteyen, bu konuda zihni karışmış birisine “Ayette uzaya çıkılamayacağı söylenmiyor, ancak ekstra bir güçle çıkılabileceği söyleniyor. O ekstra güç de roket gücüdür, uzay mekiği gücüdür.” gibi açıklamalar yapılabilir. Bu da yanlış değil eksik bir yorum olacaktır ancak kafa karışıklığına neden olan pürüzün giderilmesi adına kullanılabilir bir argümandır. Çünkü hakikaten ayette uzaya hiçbir şekilde çıkılamayacağı söylenmemektedir. Eğer illa meseleyi uzaya çıkmak, aya gitmek seviyesine getirmek ve öyle anlamak isteyenler varsa bu durumda “Öyle olsa bile yine uzaya çıkılamayacağı söylenmemekte, ekstra bir güç ile ancak çıkılabileceği söylenmektedir.” denilebilir ki bu açıklama ayeti bağlamından koparmak değil, muhatabın yanlış anlayışını düzeltmektir.
Kur’an ayetleri her zaman doğruyu ifade eder. Ancak insanların Kur’an ayetlerini yanlış anlaması mümkündür. Burada bütün iyi niyetli çabalara rağmen bilgi eksikliği, yöntem yanlışlığı gibi hatalar sonucu yanlış anlamaları kastetmiyoruz. Kur’an’a, ayetlere karşı hastalıklı yaklaşımların, anlamazlıktan gelmelerin, küçümseyici tavırların, çelişki ve hata bulmaya odaklanmış bakışların, kendi bilgilerinin doğruluğundan şüphe etmeden ayetlerle alay etmelerin, kısacası Kur’an’ın ifadesiyle “Kalplerinde hastalık bulunanların” bu hastalıklı yaklaşımlarının sonuçları onların inkarlarına inkâr katacaktır.2
Çünkü Kur’an, kendisini anlamak isteyenlerden en azından iyi niyetli bir yaklaşım, ilim ahlâkı ve ortalama bir anlama gayreti beklemektedir. Bu onun hakkıdır.
Bu bağlamda Kur’an’ın her bir ayetinin başını ve sonunu görmeyip cümlenin ortalarından bir anlam çıkarmaya çalışmak biz yanlış sonuçlara götürecektir. O ayetin, sûrenin geneli içindeki yerine bakmadan da pek bir anlam çıkmayacaktır.
Bu yönüyle Rahman suresi, Allah Teala’nın insanlara, cinlere veya şuur sahiplerine ve hatta tüm mahlukata bahşettiği nimetleri olduğunu, bizim varlığımızın da Allah’ın bir nimeti olduğunu, o nimet dışında bir varlığımızın olmadığını ve olamayacağını, her şeyimizi Allah Teala’ya borçlu olduğumuzu anlatan bir suredir. “O halde Rabbinizin hangi nimetini yalanlayabilirsiniz?” şeklindeki tekrarlar da bunu ifade etmektedir.
Hepimiz Allah Teala’nın saltanatının bir parçasıyız. Canlı cansız, şuurlu şuursuz bütün varlıklar, arz ve semalar ile içindekiler, insanlar, hayvanlar ve cinler, yeryüzünün en küçük parçasıyla göklerin bütün cisimleri O’nun mülküdür. Hepimiz O’nun mülkünün içinde doğduk, o mülkün içinde yaşıyoruz ve o mülkün içinde öleceğiz. Öldükten sonra da O’nun mülkü içinde kalmaya devam edeceğiz. Hâl böyleyken “Allah’ın mülkünün dışına çıkabilir misiniz?” manasındaki bir ayete karşı “Evet çıkabiliriz ve uzaya çıkarak, aya giderek bunu gerçekleştirmiş olduk.” şeklinde bir cevap vermek tahta atıyla, oyuncak kılıcıyla ülkeler fethettiğini zanneden çocuk aklıyla verilmiş bir cevaptan daha kıymetli ve anlamlı değildir.
Arz ve Sema Kavramları
Diğer yandan ayetteki “semâ” kavramının dünya atmosferiyle özel bir ilgisi de yoktur. Yani bu ayetteki “semâ” kavramı uçakların uçabildiği irtifa kadarını veya dünya ile ay arasındaki bir mesafeyi de ifade etmemektedir ki aya gidilmesi nedeniyle sema geçilebilmiş olsun.
Kur’an’da “semâ” kavramının farklı kullanımları vardır. Bizim için bu ayete özel olarak semânın dünya seması da denilebilecek olan ve dünyadan bakılınca ister çıplak gözle, ister gelişmiş teleskoplarla, ister uzaya gönderilen uzay araçlarının elde ettiği görüntülerle görülebilecek bir alan olarak anlaşılması daha uygundur.
“Arz” kelimesinin ise “dünya” olarak çevrilmesi eksik olacaktır. Çünkü Kur’an’da arz kelimesi gezegen olarak dünyadan bahsederken “dünya” kelimesi bir gezegenin ismi değil bir sıfat olarak kullanılır. Örneğin “Dünya hayatı” (Hayatü’d-Dünya) kavramı daha alçakta olan veya ahiret hayatına göre daha aşağı derecede olan bir yaşam formunu ifade etmek için kullanılmıştır.
Dolayısıyla dünyadan aya gitmek veya diğer gezegenlere uzay araçları gönderip çeşitli veriler toplayabilmek ile herhangi bir semanın geçildiğini söylemek abes olacaktır. Zaten ayette “Kesinlikle geçemezsiniz, hiçbir şartta uzaya gidemezsiniz, aya ve diğer gezegenlere araç gönderemezsiniz.” denilmemekte, “Ekstra bir güç olmadan gidemezsiniz, kendi doğal durumunuzla, size verilen doğal donanımlarla gidemezsiniz.” denilmektedir.
Sonuç olarak ayetteki “semavat” kavramına bakıp da meseleyi aya gitmeye veya diğer gezegenlere araç göndermeye bağlamak son derece dar bir bakış açısının ürünü olmalıdır.
Sûrenin genel bağlamı içinde baktığımız zaman ise meselenin Allah Teala’nın hakimiyet alanı, saltanatı ve mülkü olan bütün varlık alanıyla ilgili olduğunu görürüz. Dolayısıyla meselenin odak noktası da burası olmalıdır.
Bu bağlamda ilgili ayete yüzyıllar boyunca müfessirler tarafından verilen anlamları kısaca özetleyelim:
-“Eğer Allah’tan kaçarak, kaza ve kaderinden firar ederek göklerin ve yerin kenarlarından çıkabilirseniz haydi çıkın.”3
-“Allah Teala’nın mülkünden, hüküm ve saltanatı altından kaçabilirseniz, haydi çıkıp gidin, mümkünse kendinizi kurtarın… Fakat çıkamazsınız. Bir sultan, yani bütün o göklerin ve yerin kuvvetlerini mağlup edecek başka bir kuvvet ve saltanat olmadıkça çıkamazsınız.”4
-“Allah'ın emrinden ve takdirinden kaçamazsınız. O, sizi kuşatmıştır. O'nun hükmünden ve hakkınızda vereceği karardan kurtulamayacaksınız. Nereye gitseniz kuşatılmış olacaksınız.”5
-“Gücünüz yeterse” yani benim hükmümden kaçabilme, benim mülk ve saltanatımdan, göğümden ve ‘yer’imden çıkmaya gücünüz yeterse, hiç durmayın çıkın! Ama buna nüfuz edemezsiniz; bu ancak güç, kuvvet ve galebe ile olur… da bunlar nerede siz nerede?! Tıpkı “O’nu ne yerde âciz bırakabilirsiniz ne de gökte!” [Ankebût 29/22] âyetindeki gibi.”6
-“Buradaki geçme ile geçmeden murad edilen netice (yani azabtan kurtulma) kastedilmiştir. Bu böyledir çünkü onların geçebilmeleri, kurtuluşu istemelerine bir işarettir. Bu sebeple Cenâb- Hak, “Sizler göklerin bucaklarından (sınırlarından) geçip gidemezsiniz” buyurmuştur ki bu "Sizler, o azaptan kurtulamazsınız ve geçme ile elde etmek istediniz neticeyi, o azabtan kurtuluş neticesini bulamazsınız. Ancak Allah'tan olan ve sizi kurtaran bir sultan (kudret, araç) ile, bunu elde edebilirsiniz. Aksi halde, sizin için kurtuluş yoktur” demektir.7
-“…Eğer göklerle yerin aktarından {yani, iki tarafından} kaçmaya gücünüz yetiyorsa kaçın {yani, ölümden kaçmak amacıyla göklerin ve yerin köşe bucaklarından kaçabiliyorsanız kaçın}, ama bir sultan ile olmadıkça {mülkümden} kaçamazsınız. Çünkü nereye yönelirseniz orası Benim mülküm altındadır ve Ben sizi ölümle yakalayacağım}”8
-Arkasından korkutmanın ve sarsmanın dozajı arttırılarak insanlara ve cinlere meydan okunuyor. Bu meydan okuyuşta ellerinden geliyorsa göklerin ve yeryüzünün boyutları dışına kaçarak Allah'ın sillesinden kurtulmaları öneriliyor. “Ey insanlar ve cinler! Eğer göklerin ve yerin sınırlarını aşarak kaçmaya gücünüz yetiyorsa kaçınız.” Fakat nasıl ve nereye kaçacaklar? “Ancak özel bir gücünüz varsa bunu başarabilirsiniz.” Oysa böyle bir güç, ancak onun ortaksız sahibinin elinde vardır. İnsanlar ile cinler bir kere daha yanı soru ile karşı karşıya geliyorlar: “Peki, Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?” Acaba zavallıların yalanlamaya kalkışacak, hatta ağızlarını açıp bir şey söylemeye yeltenecek en ufak bir güçleri, bir cesaret kırıntıları kaldı mı? Fakat bu ezici baskı son noktasına kadar götürülüyor ve korkunç tehdidin soluğu, bu zavallıların (Allah’ın nimetlerini, saltanatını, hükmünü, mülkündeki hakimiyetini yalanlayanların) ense kökünü yoklamaya devam ediyor.”9
Görüleceği üzere mesele, Allah Teala’nın kudretinden, hükmünden, mülkünden, hakimiyetinden kaçmakla ilgilidir ve bunun imkansızlığı ayette veciz bir şekilde anlatılmıştır.
Bunun dışındaki anlamlandırma ve yorum çabaları ikinci, üçüncü ve dördüncü planda kalabilecek yorumlardır.
1 ) Rahman, 33
2 ) Tevbe, 125
3 ) Beydavi, Tefsir, c. 5, s. 167
4 ) Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, c. 7, s. 379
5 ) İbn Kesir, Tefsir, c. 14, s. 7652
6 ) Zemahşerî, Keşşaf, c. 6, s. 514
7 ) Fahreddin Razi, Mefatihü’l Gayb Tefsiri, c. 21, s. 114
8 ) Mukatil, Tefsir-i Kebir, c. 4, s. 137
9 ) Seyyit Kutup, Fi Zılali’l-Kur’an, c. 9, s. 490-491