Latifeleri Yeniden Canlandırmanın Yolları | Latifelerin Ölmesi | 2. Kısım
Not: Bu yazı, latifelerin ölmesi başlıklı yazı dizisinin ikinci yazısıdır. Serinin ilk yazısını buradan okuyabilirsiniz.
Kalbi/Latifeleri Yeniden Canlandırmanın Yolları
İmam Gazali (ra) hazretleri bir insanın bir günahı işlemeye imkân bulması halinde o imkân içerisinde Allah’ı ve ahireti düşünerek o günahı işlememesi ve bunun on kere tekrar etmesi durumunda geçmiş günahlarının silineceğini söyler. Örneğin harama bakan bir insanı düşünelim. Bu insan Allah’ı hoşnut etmek, cehennemden korkmak veya iyi bir kul olmak gibi çeşitli motivasyonlarla imkânı olduğu halde harama bakmamaya karar verdiğinde ve bunu on defa tekrar ettiğinde o kişinin bu türden işlediği günahlarının bağışlanacağı ümit edilebilir. Ancak buradaki on sayısını mutlak düşünmemek gerekir. Kimileri için bu sayı üç, beş kimileri için de yirmi, elli vb. olabilir. Günahın yaygınlığına, çapına, etkisine göre değişebilir.
Bu noktanın konumuzla ilgisine gelince: Günah işlememe azmini fiili olarak tam bir şekilde ortaya koyma günahın affına yol açtığı gibi kalpteki kirin-pasın temizlenmesine, ölmüş ise ilgili latifenin yeniden canlanmasına da yol açabilecektir.
Bir günahı tam kesemediğimiz/bırakamadığımız durumlarda, o cinsten günahların en kötüsünü kesmeye başlamak da faydalı olabilir. Örneğin gözün harama bazen kayması ayrı bir şeydir. Bu günahın bizzat peşine düşmek, bu amaçla evden çıkıp bu günahı rahatlıkla işleyebilecek yerlere bu niyetle gitmek ayrı bir şeydir. Bu günahların seviyeleri de farklıdır. Bu noktada günahı tümden terk edemiyorsak, o günahı terk etmeye yaptığımız en kötü şeyi terk ederek başlamamız verimli olacaktır.
Bildiğimiz, farkında olduğumuz günahlarımız arasında büyük günahın kendisini bırakmak yahut o günaha yakın olanları terk etmenin latifelerimizin yeniden canlanması adına işe yarayacağını söyleyebiliriz.
İstiğfara Devam Etmek
Latifelerin kısmen de olsa sönmesi imanın sona ermesi demek değildir. Latifeler solabilir, sonra yine yeşerir, öldükten sonra dirilebilir. Ancak insanın iç dünyasında bir haramın öldürdüğü latife, örneğin bir yalan söylemekle ölen bir his, bir iftiranın bozduğu manevi bir duygu, bir harama bakmanın söndürdüğü ilahi bir mekanizma mümkün olan en kısa zamanda tevbe ve istiğfarla tamir edilmezse işin içinden çıkmak daha zor olacaktır. Mesela bir insan bir yalan söyler ve o insanın o gün bir kısım latifeleri ölebilir. O latifeyi yeniden canlandırmak için bazen bir gün bazen bir hafta gerekebilir. Bir harama bakmakla insan artık ibadet ve zikirlerinden eskisi gibi manevi zevk duymuyor olabilir. Bu arızayı da tamir etmek için bazen günler bazen haftalar bazen aylar hatta yıllar gerekebilir. Ancak sonunda o günah sanki hiç işlenmemiş gibi insanın latifesi yeniden parlak bir şekilde canlanabilir.
O hâlde hangi günahımızı biliyorsak veya farkındaysak onu önce bırakmamız gerekir. Bunu da yapamıyor ve ilgili günahları terk edemiyorsak istiğfara ısrarla devam etmemiz çok önemlidir.
Hem bir günaha hem de istiğfara devam etmek bir çelişki değil midir? Hayır! Değildir.
Burada istiğfarla ilgili az bilinen, ilk etapta garip gelebilecek bir noktayı ifade edelim: İstiğfar sadece günahı işledikten sonra edilmez. Günahı işleme esnasında dahi istiğfar edilebilir ve edilmelidir. Örneğin gıybet alışkanlığı olan ancak bu günahından rahatsız olan birisi “Allah’ım! Gıybet edip durduğum için beni ve gıybet ettiklerimi affet!” diyerek istiğfara devam etmelidir. Hatta bir muhabbet esnasında hoşlanmadığınız birinin lafı geçse ve o kişi hakkında gıybet ederek konuşacak olsanız konuşmadan önce içinizden veya dışınızdan “Allah’ım! Bana bu bırakamadığım gıybeti sen bıraktır!” diye dua edip konuşmaya öyle başlamak iyi olacaktır. Bu durum insanlara başlangıçta münafıklık yahut çelişki gibi gelebilir. Fakat bu davranış insanın iradesini destekleyecek bir davranıştır.
Bu noktada şu örneği hatırlayabiliriz:
Bir adam Efendimiz’e (sas) gelerek: “Ya Rasulallah! Ben Medine’nin uzak bir yerinde bir kadından yararlandım. Kendisine dokunmadan (onunla zina etmeden) ondan istifade ettim. İşte ben buradayım. Hakkımda dilediğin hükmü ver.” der. Orada bulunan Hz. Ömer (ra) o adama “Gerçekten Allah senin kusurunu örtmüş bulunuyor. Keşke sen de kendi kusurunu saklamış olsaydın.” der. Efendimiz (sas) o esnada bir cevap vermez. Adam kalkıp gidince de Efendimiz arkasından birisini gönderip adamı çağırtır ve kendisine “Gündüzün iki tarafında gecenin de birbirine yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl! Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, iyi düşünenler için bir öğüttür.”1 ayetini okur. Orada bulunanlardan birisi “Ey Allah’ın Nebisi! Bu (iyiliklerin kötülükleri gidermesi) özel olarak sadece o adam için mi?” diye sorar. Efendimiz (sas) “Hayır. Bütün insanlar içindir.” buyurur.2
Görüleceği üzere Efendimiz (sas) kendisine günahını itiraf eden adamı ne azarlamış ne de ona bir ceza vermiştir. Ancak günahın arkasından namaz kılmasını hatırlatan ayeti okumuştur. “Utan ve Allah’ın huzuruna çıkma.” dememiş hatta önce istiğfar edip sonra namaz kılmasını da söylememiş, salih bir amel işlemesini ve böylece o işleyeceği salih amelin günahını temizleyeceğini hatırlatmıştır.
İstiğfarda, Allah'tan af dilenmede sınır yoktur, derinlik çoktur. İsteyen bir köşede oturup yetmiş defa “Estağfirullah” veya “Estağfirullah ve etübü ileyh” gibi kısa istiğfar zikirlerini çeker. İsteyen Hazreti Ali’den veya Şah-ı Nakşibend’den nakledilen, Büyük Cevşen veya Mecmüatül Ahzab gibi eserlerde geçen istiğfar manalı duaları okuyup o duaların iklimine girmeye çalışır. İsteyen kendi kendine, kendi kelimeleriyle “Allah'ım beni affet, günahlarımı bağışla, bana azap etme.” der, ila ahir... Bu istiğfarlar ve Allah'a sığınma hâlinde derinleşme zaman içinde kalbi yumuşatır ve bazı latifeleri canlandırıp yeniden parlatır.
Bir kudsi hadiste şöyle buyrulur: “Kul günah işleyince “Allah’ım! Günah işledim, mağfiret et.” der. Ben bunun üzerine şöyle buyururum: “Kulum günah işledi. Kendisini mağfiret edecek bir Rabbinin bulunduğunu yani Beni kabul etti. Ben de onu mağfiret ettim… Daha sonra bir daha günah işleyerek, “Ya Rabbi! Yine günah işledim.” der. Ben yine şöyle derim: “Kulum günah işledi. Kendini mağfiret edecek birisinin bulunduğunu kabul etti. Ey kulum! Sen dağlar kadar büyük günahlardan istiğfar edip benim karşıma gelirsen Ben seni yine mağfiret edeceğim.”3
Demek ki kul ne kadar günah işlerse işlesin istiğfara devam etmelidir. İstiğfar, Allah’a teveccühün önemli bir unvanıdır. Allah’a teveccüh etmek, her günahtan veya her yanlış yola sapmadan sonra yeniden O’na yönelmek kıymeti hiçbir şeyle ölçülemeyecek kadar değerli bir ameldir. Bu nedenle insan ne kadar düşerse düşsün, kaç günaha girip çıkarsa çıksın hemen istiğfar ile “Bismillah.” deyip kulluğuna kaldığı yerden devam etmelidir.
Tebliğ
Pörsümüş latifelerin canlanmasının yollarından biri de tebliğdir. Allah'ın dinine yardım istikametinde her türlü samimi çalışma ilk etapta kişideki latifelerin paslanmasının önüne geçer. İnsan bu yönde çalışmaya devam ettikçe, latifelerin üzerindeki buğular silinir, pörsüyen latifeler yeniden canlanır.
Bizzat tebliğ faaliyetinde bulunmak zor geliyorsa yahut imkânsız ise bu konuda samimi olduğunu düşündüğünüz kişilere de bu vazifelerinde yardımcı olmak tebliğ sevabından istifade etmenize vesile olacaktır.
Diğer yandan “Ey Rasul! Rabbinden sana indirilen emirleri tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini (elçilik vazifeni) yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Allah kâfirleri istediklerine eriştirmez.”4 ayetinin de işaretiyle tebliğ vazifesini yerine getiren insanlar (ki bu vazife her müminin ve Müslümanın vazifesidir) Allah Teala’nın özel koruması altındadır. Buradaki “koruma” kavramı sadece maddi musibetler için değil, nefis ve şeytanın insanı bulaştırmak istediği günahlara karşı koruma olarak da anlaşılmalıdır.
Tebliğ konusunda “Ben daha namazlarımı istediğim gibi kılamıyorum. Hem terk edemediğim günahlarım var. İman ve İslam’ın hakikatlerini, güzelliklerini tebliğ etmek nerede ben nerede?” diye düşünmemeli, tebliğin (veya emr-i bil maruf nehy-i anil münkerin) insanın kendisini de ıslah etme özelliği olduğu unutulmamalıdır.
İhtiyaç Sahiplerine Yardım Etme
Latifelerin canlanması adına yapılabilecekler arasında bir diğer mesele olarak kişinin ihtiyaç sahibi kimselere yardım etmesi söylenebilir. Merhamet edilecek insanları bulma ve onlara yardımcı olmaya çalışma bu noktada bir parça işe yarar. Örneğin hasta çocukları, bakıma muhtaç yaşlıları, ciddi fakirlik çeken insanları tespit edip onlara maddi-manevi yardımcı olmaya çalışmak önemlidir. Gerçekten şefkate ihtiyacı olan insanlara o şefkati göstermek latifelerin canlanması adına faydalı olacaktır.
Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var. Çok hazır değilseniz bu gibi durumlarla yoğun şekilde karşılaşmak kişiyi ağır bir depresyona sokabilir. İnsan manevi olarak hazır olmadığında üst üste bu tarz durumlarla karşılaşınca o kimselere şefkat etmek yerine hayattan nefret etme gibi bir psikolojiye bürünebilir. Bu yönde sinyaller alırsanız bu sinyalleri dikkate almalısınız. Bununla birlikte genelde şefkatin zirvede olacağı yerlerde hizmet etme veya bu tarz durumları görme kişinin kalbini yumuşatabilir. Deprem zamanından sonra insanların genel olarak gördükleri manzaralar karşısında kalplerinin yumuşadığına şahit olabiliriz. Yahut huzurevleri, yetimhaneler gibi yerlerde gönüllü olarak çalışmak da benzer neticeleri verebilmektedir.
Rabıta-i Mevt
Rabıta-i mevtin her türlüsü latifelerin canlanmasına yardımcı olur. Mezarlık ziyaretleri, kişinin kendi vefatını düşünmesi, vefat etmiş yakınlarını hatırlaması gibi hususlar rabıta-ı mevtin önemli vesileleridir. Bu bağlamda insana gerçekten ölümü hatırlatacak her şey rabıta-i mevt çatısı altında değerlendirilebilir ve rabıta-i mevt de insanın kalbinin paslanmasına mâni olur. Elbette burada kastedilen ölümü gerçek manasıyla hatırlama, bir gün kendisinin de öleceğini, toprağa gömüleceğini ve ilgili durumları tam manasıyla, hissederek hatırlamadır. Alışkanlık hâline gelen ve insanda manevi bir değişikliğe neden olmayan çabalar değil de insanı gerçekten ölüm düşüncesiyle karşı karşıya getiren, kişinin öteleri hatırlamasına vesile olacak eylemler latifelerin canlanmasına katkıda bulunacaktır.
Bu noktada şu hususu da belirtelim: Mezarlık ziyaretleri kültürümüz içinde bir âdet haline geldiğinden bir rabıta-i mevt vesilesi olmaktan çok bir geleneği yerine getirme ritüeline dönüşmüş olabilir. Dolayısıyla mezarlıkları ziyaret etme rabıta-i mevt noktasında bazılarımız için işe yaramayabilir. Bu durumda direkt ölüm değil, onun yakını olan hastalık olgusu kullanılabilir. Yani hastaneleri arada sırada ziyaret etmek, mümkünse yoğun bakım ünitelerinin önlerini yahut yatan hasta servislerini kısa süreli gezmek, dünya hayatının zevkli ve eğlenceli atmosferinden kurtulup insanın ağzının tadını bozacak bir vesile olabilir. Bu da günaha müptela, haz peşinde koşan ancak acıdan kaçan insan nefsini dünyevi yönüyle rahatsız edecek ancak kalp ve ruh dünyası adına farklı ve aydınlık bir kapı açabilecektir.
Özetlemek gerekirse: Latifelerimizin yeniden canlanması için bize lazım olan şey, doğru amele devam etmektir. Yani günah işliyorsak o günahı bırakacağız. Bırakamıyorsak bırakmaya çalışacağız. Her durumda istiğfara devam edeceğiz. Manevi bir zevk alsak da almasak da, içimizde kasvet ve huzursuzluk hissetsek de hissetmesek de namaza devam edeceğiz. Namazı daha güzel kılma adına ne biliyorsak uygulayacağız. Konsantrasyonu sağlamaya çalışacağız. Sünnetlerin edasına dikkat edeceğiz, nafileleri alışkanlık edinmeye gayret edeceğiz, namaz sonrası tesbihatlar yapacağız ila ahir... Yani namazımızı güzelleştirme adına bildiğimiz ne varsa onları yapmaya devam edeceğiz.
Bu noktada kendisi hissetmediği ve kendisini günahkâr bildiği hâlde doğru davranışa, pozitif amele devam etmek ve negatif ameli bırakmak, bırakmaya çalışmak ve o negatif ameller için istiğfar etmek yapmamız gerekenlerin özetidir. Kişinin kendisini başarısız ve verimsiz gördüğü hâlde bile, o kapıyı bırakmaması çok kıymetlidir. Hatta denebilir ki en kıymetli hâllerden biri odur. Çünkü zaten namazda derin bir huşu hissederken siz namazı o hissettiğiniz huşu için mi kılıyorsunuz, Allah için mi kılıyorsunuz tam belli olmayabilir. Veya namazı kıldığınız gün hemen işleriniz düzeliyor, bol bol bereket geliyorsa o namazı kılmaya devam etmek için ekstra bir iştiyak duymanız normaldir. Ama namaz kılınca hiçbir şey hissetmezken, hatta içiniz daralırken, kaçmak isterken, hala kapıdan gitmiyorsanız o ahiret adına da kalbin değişmesi adına da kişiye ciddi imkanlar sağlar.
Sabır
Bu noktada biraz sabretmek gerekebilir. Çünkü bir yere kadar yaklaşmışsak, sonra o seviyeden geri aşağı inmişsek, tekrar kapıyı çaldığımız vakit bizi kapı önünde biraz bekletebilirler. Mesela diyelim ki dua etme adına Cevşeninizi her gün okuyordunuz. Buna üç yıl devam ettiniz. Sonra bir şey oldu ve Cevşen okumayı tamamen bıraktınız. Akabinde tekrar okumaya karar verdiniz. İşte o zaman okurken biraz zorlanma hissedebilirsiniz. Ya çocuk ağlar ya araba bozulur ya da günlük hayatın içinde başka aksilikler çıkar. Bunun sebebi şudur: Size bir imkân, bir rahatlık verilmiştir. Daha içeride, daha özel bir daireye alınmışsınız ancak sonra onu bırakıp gitmişsinizdir. Ne kadar yakına gelmişseniz yiyeceğiniz tokat veya çekeceğiniz ıstırap o kadar büyük olur. Bu noktada yine Tebük Savaşı'na katılmayan o üç sahabeyi hatırlamalıyız. Onlar mukarrabin yani Allah ve Rasulüne çok yakın idiler. Allah ve Rasulünün katında kıymetli idiler. O eski makamlarını tekrar elde edebilmeleri için dünyanın kendilerine tamamen dar gelmesi gerekmişti ve öyle de oldu. Yeryüzü onları sıkıştırdıkça sıkıştırdı ancak onlar direndiler ve sonunda af müjdesine nail oldular.
Allah Teala’dan kalbimizi/latifelerimizi iman, İslam ve ihsan üzere yani dininde sabit kılmasını, günahlarımızdan dolayı bizi gözden çıkarmamasını, bozulan latifelerimizin canlanması için bize yardım etmesini diler ve dileniriz.
1 Hud, 114
2 Müslim, Tevbe, 45
3 Buhari, Tevhid, 35; Müslim, Tevbe, 29
4 Maide, 67