Meal okumak ve Kur'an çalışmaları | 2. kısım
Bu, Meal Okumak ve Kur'an Çalışmaları isimli yazı dizisinin ikinci yazısıdır. Birinci kısma linkten ulaşabilirsiniz.
Meal Okumak
Meal okumak, öyle dümdüz, basit bir okuma değildir. Kendine özgü bazı teknikleri, yöntemleri, şartları vardır, olmalıdır.
Örneğin şu iki hususa özellikle dikkat edilmelidir: (Bunlar hadis okurken de dikkat edilmesi gereken hususlar olduğu için “ayet ve hadisler” olarak yazılmıştır.)
Birincisi: Tek bir ayet ve hadisten hüküm çıkmaz. Yani meal (veya hadis) okuyacak kişinin genel olarak bildiği yerleşik hükümlere muhalif bir ayet-hadis meali görülürse o muhalif ayetin-hadisin asıl doğru ve esas hüküm olması da mümkündür. Ancak okuyan kişinin bilmediği başka ayetler ile hadisler olması da mümkündür. Dolayısıyla bir ayeti-hadisi okuyunca hüküm vermede acele edilmemelidir.
İkincisi: Okunan ayet veya hadis okuyana tuhaf gelebilir, onun önceki yerleşik din anlayışıyla, Peygamber veya sahabe tasavvuruyla uyuşmayabilir. Bu durumlarda duygu ve düşünceler zapt edilmeli, fevri davranılmamalıdır. Gerekirse bilen birisine sorulmalı, Kur’an’a, Efendimiz’e (sav), hadislere ve sahabeye saygısızlık edilmemelidir.
Zaten geçmiş ulemanın meal ve hadis okumaktan sakındırması da bu nedenlerle olmuştur. Fakat “Okumayın.” demek, “Cahil kalın.” demek değildir. Aksine hadis de meal de okunmalıdır.
Peki, her meal doğru mudur?
Değildir. İki açıdan doğru değildir:
Birincisi: Mealler hiçbir şekilde Kur’an’ın orijinalliğini, asliyetini, belagatini, bütüncül anlatımını aksettiremez. Bu durum her çeviri için geçerlidir. Hiçbir çeviri aslının yerini tutmaz. Kur’an gibi bir metnin yerini hiç tutmaz.
İkincisi: Meal yazarlarının kendi ufuklarının sınırlı oluşu ve yazdıklarında belirli bir amaca yönelik yazmaları da meallerin mükemmel, tam, eksiksiz oluşunun önündeki bir başka engeldir.
Meal yazarlarının ufukları, bakış açıları, dünya görüşleri, insana dair algıları, modern telakkileri kavrayışları, bilimsel bilgiyi ve yöntemi bilme ve hazmetme dereceleri, pozitif bilimlerle ilgileri ve benzeri özellikleri sınırlıdır. Bu bir insan olma sorunudur ve meal yazarları da insan olduklarından her insan için geçerli olan sınırlı düşünce, sınırlı bakış açısı, sınırlı bilgi, sınırlı zeka ve anlayış eksikliklerinden arınmış olamayacaklardır. Dolayısıyla her meal yazarı ayetleri kendi bildiği kadar, kendi anlayışı, zekası, kültürü ve örfü kadar anlayıp değerlendirecek ve ayetin mealini o şekilde aksettirecektir. Çünkü meal veya çeviri salt teknik bir işlem değil, aynı zamanda kelimeler ve anlamları üzerinde tasarrufta bulunabilme yeteneği de istemektedir ve bu yetenek yukarıda sayılan insani özelliklerden etkilenir. Bundan kaçamayız. Dolayısıyla her meal ve izah çalışmasına az çok gölge düşecektir. Bu durum sadece meal yazarları için değil her insan için geçerlidir. Hatta herhangi bir meal yazarı Efendimiz (sav) döneminde yaşasa idi dahi geçerli olacaktı. Çünkü o dönemde takıldığı bir konuyu bizzat Efendimiz’e (sav) sorsa bu sefer de yine kendi bilgisi, anlayışı, zekası, kültürü ve örfü kadar anlayıp değerlendirecekti. Dolayısıyla meal okuyacak kimseler bu durumdan kaçışın olmadığını bilerek kendilerini maksimal derecede hem dünyevi bilgiler hem de manevi gelişim açısından geliştirmeye çalışabilirler.
Meal yazarlarının yazdıklarını belirli bir amaca ve belli bir hedef kitleye göre yazmaları da mealleri kaçınılmaz olarak gölgeler çünkü belirli bir amaca göre yazmak diğer amaçları geride bırakacak, bu da mana genişliğini daraltacaktır. Bu aslında kötü veya yanlış değildir ancak meal okurlarının meallerin bu özelliğini de bilmeleri ve göz önünde bulundurarak okumaları gerekir. Örneğin Muhammed Esed “Kur'an'ın henüz hiçbir Avrupa diline hala doğru kavranabilir bir şekilde çevrilmediği gerçeği”(1) olarak yorumladığı durumdan hareketle hedef kitle olarak kendisine daha çok gayr-i Müslim Batılı okurları seçmiş, onların okuyup değerlendirmeleri için bir meal yazmıştır. Bunu yaparken de gayr-i Müslim Batılılar Kur’an’ı sevsinler, problem yaşamasınlar, benimsesinler amacındadır. Bu çerçevede de Batının eğitimli kitlesinin materyalist anlayışı nedeniyle mucizeleri anlatan ayetleri birebir çevirmek ona makul gelmiyor. Sanki mucize yokmuş veya doğal ama nadir rastlanan bir olaymış gibi aktarıyor. Örneğin Fil suresinin tefsirinde Ebrehe’nin ordusunun tehlikeli bir tifüs veya çiçek hastalığına yakalandığını söyler.(2) Bazı savaş hükümleriyle ilgili ayetlerin meal ve tefsirinde de (Batılıların tepki gösterebilecekleri hükümlerdir bunlar) Batılıların anlayışına uygun olabilecek yorumlarda bulunur. Benzeri yorumlara küçük nüanslarla Mustafa İslamoğlu’nun veya Mehmet Okuyan’ın meallerinde de rastlanabilir.
Yahut tasavvufi eğilimi olan bir başkası bazı ayetler için tasavvufi kavramlara işaret edecek bir tercümeyi ve meali tercih edebilir. Bu tarzda telif edilmiş bir meal Türkçede henüz yoktur ancak tefsir olarak İsmail Hakkı Bursevi’nin Ruhu’l-Beyan(3), İmam Alusi’nin Ruhu’l-Meani(4) tefsirleri gibi tefsirler tasavvufi bakış açısıyla yazılmış tefsirlerdir.
Ahmet Tekin gibi bir başkası da kısa meallerin Kur’an’ın mesajını tam yansıtamadığı, çünkü zikir, cihad gibi kelimelerin insanların zihnine dar anlamda yerleştiği, bu kavramların daha ayrıntılı açıklanması gerektiği düşüncesinden hareketle diğer meallere nazaran daha açıklayıcı, dolayısıyla daha uzun bir meal yazmıştır.
Sonuçta okunacak meallerin hepsinde yukarıda anlatılan eksikliklerin var olacağını bilerek karşılaştırmalı okumalar yapılabilir. Zaten peygamber kıssaları gibi pek çok konuda neredeyse bütün meallerin birbirinin aynısı gibi olduğu görülecektir. Bu kısımlarda pek bir sorun çıkmayacaktır. Ancak mucizeler, kölelik-cariyelik, savaş hükümleri, ceza hukuku gibi tartışmalı olabilecek konularda her okuyanın zihnine tam yatmayacak yerler de bulunacaktır. Bu nedenle de internette rahatlıkla bulunabileceği gibi birden fazla mealin karşılaştırmalı olarak okunması faydalı olacaktır.
Meal okumada genel bir ölçü; mealler okunmalıdır. Okumadıkça ilmimiz artmaz, cahil ve dar ufuklu insanlar olarak kalırız. Ancak okunan bir meal mutlak doğru kabul edilmemelidir. Her mealin kendine göre artıları olduğu gibi eksileri de olacaktır. Mealler, bu noktalar akılda tutularak okunmalıdır.
Bu arada işin en ideal yönü aslında Arapça öğrenmektir. Giriş seviyesinde Arapça öğrenmek çok zor değildir. Ortalama bir kitap okuruysanız zaten kelime kalıplarının bir kısmına aşinasınızdır. Kalan kısmı ise öğrenmesi zor olmayan gramer kurallarından ibarettir. Böylece bir miktar Arapça çalışıp birkaç yüz kelime öğrendikten sonra kısa bir süre kelime mealli Kur’an okursanız zaten Kur’an’ın neredeyse % 80-90’ını Arapça olarak anlar hale gelirsiniz. Günde 1 saatlik çalışmayla bu seviyeye ulaşmak en fazla 6 ayınızı alacaktır. Bireysel zeka, anlayış ve hafıza farklılıklarına göre bu süre ve yüzdelik kısım bir parça farklılaşabilir. Ancak sonuçta hem namazdaki okumalarınız, hem namaz dışındaki Kur’an okumalarınız ciddi şekilde derinlik kazanacaktır.
Bizim çağımızın dramatik bir durumu da şudur: İslam’a ve İslami ilimlere bakış yüzyıllardır yenilenmiş değildir. Hatta daha kötüsü hicri 2. ve 3. asırlardan sonra bu konuda sürekli bir tedenni, bir gerileme var denilebilir. İlk dönemde yazılan tefsirler ve hadislerden sonra yazılan tefsirlere ve hadislere maalesef çokça uydurma rivayetler girmiştir. Mesela Fahreddin Razi’nin tefsiri pek çok açıdan çok güzel bir tefsirdir ancak kitabın neredeyse çeyreğinden fazlası “Mutezile bunu söylemiş, Cebriye şunu söylemiş. Onlar şu yüzden haksız, bunlar bu yüzden haksız.” şeklinde cedel ve reddiyelerle doludur. Bu, o dönem için güncel ve aktif bir durum olabilir ama günümüz için bir anlam ifade etmemektedir. Diğer pek çok tefsiri de buna kıyas edebilirsiniz. Yani güncelliğini yitirmiş, bugün için bir anlamı kalmamış konular, günümüz pozitif bilimlerinin bulgularıyla örtüşmeyen iddialar, İsrailiyat rivayetleri, o günün toplum yapısıyla uyumlu olabilecek ama bugün için geçerliliği kalmamış toplumsal, hukuki ve idari teoriler ve benzeri anlatımlar o tefsirlerden ayıklansa geriye örneğin 10 ciltlik bir tefsirden en fazla 2 ciltlik bir tefsir kalacaktır.
İnsanlığın tarihsel serüveni de birbirinden kopuk dönemler değil birbirini izleyen dönemler şeklinde ilerlediğinden o dönemlerin anlayışı bazen yoğun bazen hafif bir şekilde bugüne kadar ulaşmış durumdadır. Dolayısıyla o dönemin tefsirlerindeki bazı yanlış telakkiler bugünün bazı meallerine de yansımıştır. Mesela ayetlerin nüzul sebepleriyle ilgili rivayetlerin en az yarısının aslı yoktur. O konudaki hadisler de genellikle sıhhat yönünden problemli görülmüştür. Yine bazı tefsirlerde kelimelerin kökenlerine ve etimolojik anlamlarına dair verilen bilgilerin de önemli bir kısmı yanlıştır. Çünkü o dönemlerde şimdiki anlamda etimolojik-filolojik çalışmalar bulunmamaktadır ve bu konudaki bilgiler duyuma dayalıdır. Örneğin alkollü içki anlamındaki "hamr" kelimesi aynı zamanda “örtü” anlamına da geliyor. Bazı kitaplarda ve yazılarda “İçki içmek aklı örttüğü için ona da hamr denilmiştir.” şeklinde ifadeler görürsünüz ki bu bilgi ve rivayet de uydurmadır ve yanlıştır. Çünkü etimolojik-filolojik araştırmalarla öğreniyoruz ki Aramice veya İbranice gibi Arapça olmayan diğer Semitik dillerde köpürmek, köpük atmak, mayalanmak gibi anlamlara gelen bir hamr kelimesi vardır. O zaman yapılan şaraplar da mayalanan, köpüren içkilerdir. Dolayısıyla etimolojik-filolojik olarak bu anlam daha uygundur.
Sonuçta bu çağda yaşayan ve aklı biraz çalışan insanlar olarak şöyle bir açmaz içerisindeyiz: Mealleri ve tefsiri okumazsak cahil kalacağız, Kur’an ve hadisi hiç tanımamış olacağız. Bundan Allah’a sığınırız, bu kötü bir akıbet olur. Ama o meal ve tefsirlerdeki her şeyi de aynen kabul edersek bu durumda 12. yüzyılda çakılı kalmış olacağız. En iyi ihtimalle Suyuti’lerin, Ebussuud’ların devri olan 15. yüzyıla kadar gelebileceğiz. En iyi ve İslam’a uygun yönetim sistemini padişahlık zannedeceğiz. Kadınların dışarıda kocasının dört adım gerisinde yürümesini savunacak, yabancı dilde eğitime karşı çıkacak, kız çocuklarını okutmayı, hoparlörle ezan okumayı, hutbede Türkçenin kullanımını, pantolon giymeyi, roman okumayı, müzik dinlemeyi haram veya bidat sayacağız. Bu da abes olacak, hem kendimize, hem Kur’an’a hem hadislere haksızlık olacak.
Bu durumda takip edilmesi gereken yöntem bellidir: İnsanlar mutlaka okumalıdır ama dikkatli okumalıdır. Bu dikkatli olma zaten bir Müslüman için hayatın her alanında geçerlidir. İnsan ticaretle uğraşmak isteyebilir ancak harama girmekten korktuğu için ticaretten vazgeçerse fakir kalır. Ticaretle uğraşıp harama helale dikkat etmezse, bunlara hiç aldırmazsa, umursamaz ve küçük görürse de cehenneme gider. Bu işin normali ise hem ticaretle uğraşmak hem de harama girmemek için dikkatli olmaktır. Meal veya tefsir okurken de böyle davranmak zorundayız. Aksi halde yıllar geçecek, yaş otuz olacak, kırk olacak ama Kur’an ve hadis adına pek az şey biliyor olunacak, o iklimden uzak kalınacaktır. Bu da istenen, hoş bir durum olmayacaktır.
Yazının ikinci kısmı burada sona ermektedir. Üçüncü kısım, yarın internet sitemizde yayımlanacaktır.
1 ) Muhammed Esed, Kur’an Mesajı – Meal Tefsir. Önsöz.
2 ) Esed, a.g.e, Fil 105/giriş ve 2. Notlar.
3 ) https://islamansiklopedisi.org.tr/ruhul-beyan
4 ) https://islamansiklopedisi.org.tr/ruhul-meani