12 dk.
10 Ağustos 2023
Nazar Boncuğu Takmak Şirk Midir?-gorsel
Youtube Banner

Nazar Boncuğu Takmak Şirk Midir?

Soru: Nazar boncuğu takmanın şirk olduğunu söyleyenler var. Nazar boncuğu takmak şirk midir? Nazardan korunmak için tavsiye edilen rukyeleri uygulayabilir miyiz?
 

Eğer bir kişi nazar boncuğu takarak “Ben hayrı ve korunmayı bu taşın kendisinden değil Allah’tan bekliyorum.” diyorsa o kişiye klasik manasıyla müşrik veya dinden çıktı denilemez. 
 

Diğer taraftan nazar boncuğunu görenlerin “nazar” kavramını hatırlamaları ve baktıkları şey için “Maşaallah” “Barekallah” gibi ibarelerle dua etmeleri de mümkündür. Bu da bazen şer gibi görünen şeylerden hayır çıkabileceği kabilindendir.

 

Ancak bir insan herhangi bir taşın enerjisi olduğuna, o taşın şans ve uğur getireceğine, insanı kötülüklerden koruyacağına imaen veya işareten de olsa inanmamalıdır. Geçmiş dönem alimlerimiz bu konuda oldukça hassas davranmışlardır. Bir mümin zaten böyle bir anlayıştan da kendisine hayır atfedilen herhangi bir taş parçasından da aynen içkiden veya domuz etinden kaçınır gibi kaçınacaktır. Bu da çok büyük ve harikulade bir takva göstergesi değil sıradan, gayet normal bir mümin refleksidir. Çünkü zihnin veya kalbin Allah Teala’dan bir an kopması, Allah’tan başka bir şeye az da olsa ümit bağlanması ciddiye alınmalıdır. Böyle bir kapı hiç açılmamalıdır.

 

Hakkında açık ayet veya hadis bulunmasa da Hasan Basri (ra) gibi önemli alimlerimizin de tavsiye ettikleri Kalem suresinin 51 ve 52. ayetlerinin, Ayetül Kürsi’nin, Felak ve Nas surelerinin, hadislerde geçen korunma ve sığınma dualarının yazılı olduğu parçaları da insanın okumasının yanında üzerinde taşımasının da bir mahsuru yoktur. Ayetler ile hadislerdeki dualar dışında bazı ibarelerin yazılması konusuna gelince: Örneğin bir insan kâğıda Allah, Muhammed, Ali, Fatma, Hasan, Hüseyin isimlerini yazsa, bu isimlerin etrafına da Cebrail, Azrail, Mikail, İsrafil gibi büyük meleklerin isimlerini yazsa ve bunların vesilesi ile korunma umsa buna da doğrudan haram veya şirk diyemeyiz. Çünkü bunların hepsi Allah ve Rasulü ile doğrudan ilgili kavramlardır. 

 

Veya yine bir insan İmam Gazali’nin (ra) Cennetül Esma duasından bazı parçaları, Ayetül Kürsiyi yazsa veya Kalem Suresinin 51-52. ayetlerini bir daire halinde yazsa, dairenin içine de Ashab-ı Kehf’in isimlerini, dairenin ortasına da Ashab-ı Kehf’in mübarek köpeği Kıtmir’in ismini yazsa ve bunu nazardan korunma amacıyla üzerinde taşısa bunun da haram veya şirk olduğu söylenemez. Çünkü ayetler, hadisler, Kur’an ve hadislerle irtibatlı isimler veya duaları birer vesile kılmak, asıl beklentiyi ise Allah’tan ummak şirk değildir, haram değildir. 

 

Rukye Meselesi

 

Rukye kavramı kelime olarak okuyup nefes vermek suretiyle tedavi etmek, tesirli sözler okuyarak korunmak anlamlarına gelir. Terim anlamı da sözlük anlamıyla benzer olarak hastalıklardan ve (nazar dahil) her türlü kötülüklerden korunmak veya onlardan kurtulmak amacıyla yazılan, okunan ve üflenen özel türden lafızlar, kelimeler demektir. Rukye kavramı muska kavramından daha geniş bir anlama sahiptir ve muska, bir rukye türüdür. Daha doğru bir ifadeyle rukyenin bir kağıt üzerine yazılıp taşınan türlerine muska denmektedir. Geçmiş dönem Araplarında sihir ve tıp kelimeleri birbirlerinin yerine kullanılabilmektedir. Hatta Araplar sihirbazları doktorların öncülü olarak görmektedirler. Bu nedenle hadis kaynaklarında rukye ve muskalarla veya nazarla ilgili hadisler genellikle tıp bölümünde zikredilmiştir.

 

Efendimiz (sas) döneminde de bazı Müslümanlar çeşitli durumlarda Yahudi bilginlerine başvurmakta ve onlardan kendilerini okumalarını istemekteydiler. Kendilerine başvurulan Yahudi bilginleri de İbranice ve Süryanice dualar ve tılsımlar okumaktadırlar. Efendimiz’in (sas) bu durumdan haberdar olduktan sonra bu uygulamayı yasakladığı kaydedilmiştir.1

 

Rukye, muska, okuyup üfleme konularındaki hadislerin bütününe baktığımızda bu hadislerin bir kısmının rukyeyi yasakladığı, bir kısmının da serbest bıraktığı görülür. O hâlde önemli olan hangi tür rukyelerin yasaklandığı, hangilerinin serbest kılındığını anlamaktır.

 

Avf bin Malik el-Eşcai’nin rivayet ettiği ve rukyeye cevaz veren hadislerin biri şu şekildedir: Av bin Malik; “Biz cahiliye döneminde okuyup üfleme ile tedavi yapardık. Allah Rasulüne (sas) “Bu konuda ne dersin ey Allah’ın Rasulü?” diye sorduk. “Okuduklarınızı bana getirin.” buyurdu. Dinledikten sonra “İçinde şirk olmayan bir sözle dua etmenizde sakınca yok.” buyurdu.2

 

Hz. Aişe (ra) validemizin rivayet ettiği bir hadiste de Efendimiz (sas) ensardan bir aileye her türlü zehire (veya zehirlenmeye) karşı rukye yapmaya izin vermiştir.3 

 

Yine Hz. Aişe (ra) validemizin bir beyanı “Rasulullah (sas) göz değmesine karşı rukye yapmamızı emrederdi.”4 şeklindedir.

 

Bazı hadislerde rukye, muska ve benzeri şeylerin yasaklandığına dair ibareler görmek mümkündür. 

 

Rukye, muskalar ve sevgi büyüsü şirktir.”5 hadisi bunlardan birisidir.

 

Ayrıca “Kim (muska cinsinden) bir şey takarsa ona havale edilir.”6 hadisi de Efendimiz’in (sas) izin vermediği içeriklerden oluşan muskaların hükmünü göstermektedir.

Rukye veya muskalarla ilgili hadislerdeki farklılıklar göstermektedir ki; Efendimiz (sas) bir cahiliye adeti olarak devam ettirilen ve şirk unsurları barındıran rukyelerle muskalara kesinlikle izin vermemiştir. Ayrıca içinde anlaşılmayan bazı sözler ve işaretler bulunan rukyelere de müsaade etmemiştir. Ancak okunan veya yazılan şeylerde şirk barındırmayan, Kur’an ve sünnete uygun ibarelerin bulunduğu rukyeler ve muskalar serbest kılınmıştır.

 

Hz. Aişe (ra) validemizin anlattığına göre de Efendimiz (sas) gece yatağına girince Felak, Nas ve İhlas surelerini okuyup ellerine üfler sonra ellerini yüzüne ve vücuduna sürer, bunu da üç kere tekrar ederdi. Ayrıca Hz. Aişe validemize de hastalandığı zaman aynı şeyi kendisine yapmasını emretmişti.7

 

Efendimiz’in (sas) bu uygulaması da kelime anlamıyla bir cins rukyedir ve tamamen Kur’an ayetleri ile yapılmıştır. 

 

Zaten rukye, genel bir isim olup sözlü olarak okuma, suya veya yiyeceğe okuma, yazılı bir metni üzerinde taşıma, yazılı bir belge hâlinde verme, okurken hastaya doğru nefes veya tükürük kullanma gibi farklı türlerde uygulanmaktadır ve bunların hepsi rukye kavramına dahildir. 

 

Efendimiz (sas) yaptıktan sonra da bizim artık “Nefesin neyi var?” diye sormamız abes olacaktır. Demek ki nefesle, üflemekle, eli mesh etmekle bazı etkiler aktarılabiliyormuş. Efendimiz (sas) abes ve çirkin bir fiil yapmayacağı gibi şirk olan bir şey de yapmayacaktır.

 

Sonuç olarak tamamen ayet ve hadislerden oluşan veya ayet ve hadislerden oluşmayıp da içinde şirk ifadesi bulunmayan sözlerin rukye olarak kullanılmasına haram diyemeyiz. Bununla birlikte bunların yapılması gereklidir de diyemeyiz.

 

Ancak bazı kültürlerde bizzat şirk nesnesi olarak kullanılan, hiçbir yerde şirk unsuru olarak kullanılmasa da kendisinden bir şans ve uğur beklenen nazar boncuğu, çeşitli taşlar veya semboller gibi nesnelerin ve objelerin üstte taşınması, evlere asılması gibi durumlar haramdır. Çünkü bu uygulamalardan şirke ciddi anlamda bir kapı açılmaktadır.

 

Farklı bir nokta olarak, örneğin evinin kapısına Ayetül Kürsi yazıp asan bir insana da şirk işliyor diyemeyiz. Çünkü öncelikle Ayetül Kürsi bir Kur’an ayetidir ve onu yazıp evine bir zarar gelmemesi için kapısına asan bir insanın Allah’ın hükmünü ve kudretini unutup da tamamen Ayetül Kürsi’nin anlamını bilmediği lafızlarına birer büyülü tılsım gibi bakması neredeyse imkansızdır.

 

Ancak nazar boncuğu veya çeşitli taşlar gibi nesnelerin şirke dolaylı olarak kapı açması mümkündür. Çocuğuna nazar boncuğu takılı oldukça kendini rahat hisseden, nazar boncuğu kırılınca veya kaybolunca veya bir şekilde takılmayınca da çocuğun başına en ufak bir şey geldiğinde “Keşke nazar boncuğu takılı olsaydı.” diye düşünen ebeveynleri görmeniz mümkündür. Zaten Efendimiz de (sas) açıkça “Sen sana faydalı olan şeye gayretle yönel, Allah’tan yardım dile ve acze düşme. Sana herhangi bir şey gelip çatarsa eğer ben yapsaydım şöyle şöyle olurdu deme. Fakat: Allah’ın kaderidir, o dilediğini yapar de. Şüphesiz eğer (veya keşke) demek şeytanın ameline (kapı) açar.”8 buyurmuştur.

 

Şirk Kırıntısı

 

Aslı sünnette olan şeyler dışında manevi korunma adına herhangi bir konsept ve kavram, aslında adı açıkça konulmadan vahiy dışında bir şeylerden medet ummak demektir. Ancak Allah Teala işleri ayırmıştır. Bu dünyada insanların deneme yanılma yoluyla veya kontrollü deneylerle bazı şeylerin daha iyisini öğrenmesinin mümkün olduğu olağan şeyler vardır. Depreme dayanıklı binaların nasıl daha iyi yapılabileceği, ulaşım araçlarının nasıl geliştirilebileceği, bir etin nasıl daha iyi pişirilebileceği gibi hususlar bunlardandır. Bunları bir Hristiyan’dan da bir Budist’ten de öğrenebiliriz. 

 

Fakat manevi ve metafizik alanda Allahu Teala'nın hükmü, araya esbap kurmadan görmemiz bilmemiz gereken bir alandır. O alan için zihnin herhangi bir biçimde kayması o anda olmasa bile çok kısa bir zaman içinde kalbi doldurur. 

 

Bu nedenle bir medet beklemeyi, bir fayda ummayı bir taşa, bir boncuğa veya herhangi bir objeye bağlamak; manevi/metafizik bir olguyu Allah Teala dışında bir şeylere bağlama anlamına gelecektir. Bu da hakikatte kalbi Allah’tan koparacaktır ve insanı manevi anlamda daha zayıf hale getirecektir. 

 

En basitinden en büyüğüne kadar kumar oyunları kişinin hayatında az buçuk bir yer kaplamaya başladığı zaman kumar oynayan insanlar rastgele bir yerlerden kolay para kazanma fikrinin cazibesine kapılırlar. Böylece kısa sürede kumar bir bağımlılık haline gelir. Nesnelerden manevi bir yardım uman bir insan da bir alkoliğin karaciğerinin zamanla çürümesi veya bir asidin içine atılan bir maddenin çözünmesi gibi manevi dünyasını günden güne tahrip eder ve şirke açık hâle getirir.

 

Putperestliğin asıl tanımı manevi ve gaybî meseleleri nesnelere bağlamaktır. Taşlar, boncuklar gibi nesnelerden şans veya uğur gibi küçük beklentiler içinde olmak da zamanla hatta kısa sürede şirke dönüşebilecek bir potansiyel taşımaktadır.

 

Benzeri bir durum türbe ziyaretleri gibi İslam’a uygun görünen durumlar için de geçerlidir. Bir insan evinde dua edeceği zaman “Ben evimde değil de gideyim Hacı Bayram’da (veya Mevlana’nın kabrinde) dua edeyim.” dese ancak bunu örneğin kalbinin kasvetli olduğunu hissettiği veya derin bir ıstırap içinde olduğu nadir zamanlarda yapsa, yahut tevazu ile “Benim duam pek kıymetli olmaz ama belki mübarek insanların mekanlarında dua edersem daha kıymetli olabilir.” düşüncesiyle yapsa bu düşüncenin makul bir yönü vardır. Öyle mekanlarda insanın manevi hisleri daha fazla yoğunlaşabilir, insan kendisini daha iyi ifade edebilir. 

 

Ancak “Ben evimde dua etmek yerine önemli hususlar için her zaman gidip Hacı Bayram’ın (veya Mevlana’nın) orada dua edeceğim.” dese, bunu kendisi için bir gelenek hâline getirse bu gelenek bile mahzurludur. Buna haram denilemese de en azından mekruh denilebilir. Çünkü bu durumda insan, Allah Teala’nın kişiyi her zaman ve her yerde duyduğunu, ihsan etmek istediği zaman istediği yerde istediği kadar ihsan edebileceğini, evinin de (yeryüzünün inananlara mescit kılınması hasebiyle) bir yönüyle mescit olduğunu gözden kaçırıyor demektir. Bu açıdan da (Allah korusun) Allah ile hakiki bir irtibat kurulmuş olmamaktadır veya o irtibat zayıf kalmış demektir. Ayrıca bu insan, mübarek zatların mekanlarından uzak kalınca, örneğin başka bir şehre gidince kendini dua edemeyecek bir hâlde de bulabilecektir.

 

Tekrar edelim; mübarek zatların mekanlarındaki manevi atmosferden faydalanma, oralarda manevi hislerin daha yoğun hale gelebilmesi gibi açılardan o mekanlarda dua edilmesinin ciddi bir sakıncası yoktur. Mesele bu durumu ritüel haline getirmektir. Efendimiz (sas) “Ancak üç mescidi ziyaret için yola çıkılır; Mescid-i Haram, Mescid-i Aksâ ve benim şu mescidim!”9 buyurarak bu üç mescit dışındaki mekanlarda ibadet veya dua etmenin ekstra bir getirisi olmayacağını, bu üç mescit dışındaki yerlerden özel bir sevap umulmaması gerektiğini zaten açıkça beyan buyurmuştur.

 

Evet! Allah’la irtibat, Allah’ın kudreti ve müdahalesi meselelerinde bu kadar bir ritüelin bile problemleri vardır. 

 

Bu meseledeki yaklaşım aslında Hz. Ömer’in (ra) Hacerül Esved’e karşı yaklaşımı gibi olmalıdır. Bilindiği üzere Hz. Ömer Hacerül Esved’i öper ve sonrasında “Ben senin taş olduğunu, bir fayda ve zarar veremeyeceğini biliyorum. Eğer Rasulullah’ın (sas) seni öptüğünü görmeseydim, ben de öpmezdim.”10 der. Yani dini içerikli, manevi boyutlu meselelerde, özellikle de ritüellerde Efendimiz’in (sas) bizzat yapmadığı, bizlere öğretmediği her şeye temkinli yaklaşmak önemlidir.

 

Sonuçta dua, manevi korunma, sığınma gibi her türlü metafizik konuda Allah Teala’dan istemek dışında başka herhangi bir şeyi aracı kılma, bunun mümkün olduğunu düşünme farklı yönleriyle itikadın altını kazan şeylerdir. 

 

Dışarıdan bakılınca çok masum gibi görülebilen hâllerde de sistem yukarıda anlatıldığı gibi işlemektedir. Bu nedenle bu konuda hassas olunmalı, itikadın az da olsa zarar görmesine, içine yabancı şeyler bulaşmasına izin verilmemelidir. 


 

1 ) Müslim, Selam, 43

2 ) Müslim, Selam, 22/64; Ebu Davud, Tıp, 18

3 ) Buhari, Tıp, 37; Müslim, Selam, 21

4 ) Buhari, Tıp, 35; Müslim, Selam, 21

5 ) Ebu Davud, Tıp, 17; İbn Mace, 39

6 ) Ahmet b. Hanbel, Müsned, IV, 210

7 ) Buhari, Fedailul-Kur’an, 14, Tıp, 39; Müslim, Selam, 50; Muvatta, Ayn, 5; Tirmizi, Daavat, 21; Ebu Davud, Tıp, 19

8 ) Müslim, Kader, 34

9 ) Buharî, Enbiya, 8, Hac, 26; Müslim, Hac, 288; Tirmizi, Salat, 243

10 ) Buhari, Hac, 50; Müslim, Hac 251