Ölüm Korkusu ve İman Zayıflığı | 2. Kısım
Beşincisi: Dayanılmayacak kadar fiziksel acı çekmeleri nedeniyle ötenazi benzeri uygulamalara başvuranlar gibi uç noktadaki istisnalar dışında normal bir insanın ölmek istememesi, ölmekten sakınması gayet doğaldır. Allah Teala’nın cephede ölüm riskini almamızı emrettiği nadir durumlar dışında insanın kendi hayatını, sağlığını koruması zaten önemli bir vecibedir, farzdır. Dolayısıyla intihar etmek haram olduğu gibi belli bir faydaya, bir hikmete yönelik olmadıkça ölüm riskini kabullenerek bir davranışta bulunmak da haramdır. İnsan, imkanları ve bilgisi ölçüsünde ölümden kaçmaya çalışmalıdır. Bu noktada depremde enkaz altındakileri kurtarmak, salgın esnasında hastalara müdahale etmek gibi durumlarda bazı arama kurtarma ekipleri ile doktorların ve diğer sağlık personelinin yaptıkları işlerdeki ölüm riski spesifik bir istisnadır. Bu istisnalar dışında insanın kendi hayatını sağlık üzere sürdürmeye çalışması bir vecibedir.
Altıncısı: İnsan genellikle gafildir, maneviyata karşı miyoptur ve mana alemine karşı çok dar bir alandan bakarak konsantre olabilmektedir. Bu nedenle aslında hepimiz ölümlü olduğumuz hâlde ölümü pek hatırlamayız ve o konuda pek hazırlık yapmayız.
Efendimiz’in (sas) İbn Ömer’in (ra) omzunu tutarak “Dünyada tıpkı bir garip hatta bir yolcu gibi davran!”1 buyurması belli bir şuur seviyesinin yakalanması ve muhafaza edilmesinin önemini göstermektedir. İnsan hayatının her anında bir gün öleceği şuurunu hatırında tutamayabilir. Mesele de zaten her gün örneğin 500 defa “Bir gün öleceğim, bir gün öleceğim.” deyip durmak değildir. Mesele, bir gün öleceği şuuruna sahip olduktan sonra o hâli muhafaza edebilmektir ki bu da insanın ahiret eksenli yaşamasını gerektirir.
Bununla birlikte “Yanında vasiyet edeceği bir şeyi olan bir Müslümanın vasiyetini yazmadan iki gece uyuması doğru değildir.”2 hadisi de ölüm gerçeğiyle iç içe olmanın önemini belirtmektedir.
“Lezzetleri bıçak gibi kesen (veya tıraş eden) ölümü sıkça hatırlayın, zikredin.”3 hadisi de oldukça manidardır. Bu hadiste kullanılan kelime tam olarak “tıraş eden” anlamına gelmektedir. Sakal tıraş edilir ancak bir süre sonra tekrar uzar. Dünya lezzetleri de ölümü hatırladıkça tıraş edilmiş olunur ve bir süre sonra tekrar nükseder. Bu çerçevede yüzünün sürekli traşlı olmasını isteyen birisinin kendi spesifik durumuna göre bazen her gün bazen iki günde bir tıraş olması gerektiği gibi dünya lezzetlerinden kalbî alakasını kesmek isteyen bir insanın da gaflete düştükten sonra ölümü hatırlaması, belirli aralıklarla ölümü yâd etmesi ve ölümü hatırlatacak şeyler yapması önemlidir.
Deprem gibi durumlarda ölümü bir anda hatırlamanın verdiği bir şok yaşanması mümkündür. Ölümlü olduğumuz gerçeğini unutup zihnimizin derinlerine gömebiliriz. Bu hâlde iken bir depremi görünce ölümlü olduğumuzu bir şok halinde hatırlamış oluruz.
Türkiye’nin deprem bölgesi olduğu bilinmektedir. Bu da demektir ki periyodik olmasa da bazı aralıklarla depremler yaşanacaktır. Diğer yandan pek çok binanın deprem yönetmeliğine uygun olmadığı, depreme dayanıksız olduğu da bilinmektedir. Ancak deprem gibi şiddetli bir olay olmadıkça insanlar deprem gerçeği hiç yokmuş gibi yaşamaya devam edebilmektedirler.
Kontrolsüzce araba kullanan insanlar da vardır. Bunlar da ölüm tehlikesi doğuracak bir kaza geçirmedikçe böyle araba kullanmanın sakıncasını düşünmezler. Ancak şok hâlinde yaşanacak bir kazadan sonra daha dikkatli kullanmaya başlarlar. Bir trafik kazasında ölme ihtimalini o kazayla öğrenmiş ve anlamış olmaktadırlar.
Bu örnekler göstermektedir ki: Ortada bir realite vardır ancak biz o realiteye karşı gözlerimizi kapayarak sahte bir emniyet alanı, yapay bir mutluluk ortamı oluştururuz. O sahte ortam bir anda ve sert bir şekilde bozulunca başımızdan aşağıya kaynar sular dökülmüş gibi hissederiz. Çünkü böyle bir duruma psikolojik olarak da hazırlanmış değilizdir. Bu da bir şok etkisi oluşturacaktır. Bu şok etkisiyle panik ve anksiyete yaşanabilir. Ancak bu durum tek başına bir iman zayıflığını, imani bir problemi göstermez.
İslam’ın ve imanın şuurunda olan bir insanın ölüm gerçeğini kendi bireysel hayatına diğer insanlardan daha fazla aktarması, dahil etmesi beklenilir. Bu doğrudur. Fakat diğer yandan hayatın içindeyken ölümlü olduğuna dair şuuru sürekli yaşamak, ölümü sürekli düşünmek de kolay değildir.
Bu noktada insanın kendi kendisine uygulayacağı rabıta-ı mevt veya ölümü hatırlatacak uygulamalar mekanik bir hâle gelebilir. Örneğin bir Müslüman bir mezar resmi bastırsa, üzerine de “Başıboş değilsin. Bir vazifen var. Kabre gireceğini bil, öyle hazırlan.” yazdırsa, bunu da odasının duvarına astırsa, birkaç gün o resim ve yazılar kendisi için uyarıcı bir mesaj vazifesi görebilir. Ancak bir süre sonra o resim ve yazılar evin basit bir dekoru haline gelecek, o kişi için daha fazla bir anlam ifade etmeyecektir.
Hatta bazı insanlar mezar kazıp içine uzanırlar veya bir tabutun içine girerler. Böylece rabıta-i mevt adına bir şeyler hatırlamak ve anlamak isterler. Ancak insan o tabutun içine girince de dünyevi hayallere dalabilir. Yahut aynı uygulama birkaç tekrardan sonra hiçbir anlam ifade etmez hâle gelebilir. Aynen gayr-i Müslimlerin bir İslam ülkesine giderek Müslümanların ibadetlerini turistik bir merakla tecrübe etmek istemeleri, bu nedenle oruç tutup namaz kılma hareketlerini yapmaları gibi bir uygulama hâline gelebilir. Gayr-i Müslimlerin o uygulamaları onları Müslüman yapmamaktadır. Benzer şekilde bir insanın rabıta-i mevt adına yapacağı uygulamalar da her zaman işe yaramayabilir.
Bazen mezar ziyaretleri bu konuda etkili olabilir. Hatta sadece mezar ziyaretleri değil, örneğin bir hastanenin yataklı hasta servisinde, onkoloji bölümünde veya yoğun bakım ünitesinde hasta ziyaretleri de işe yarayabilir. Ancak her uygulama bir süre sonra mekanik ve şuursuz bir uygulamaya dönüşebilir.
Bu mesele zaten genellikle karşılıklı bir etkileşim hâlinde ilerlemektedir. Yani insan bir süre dünya hayatının dağdağasına kapılıp ölümü ve sonrasını unutacak, daha sonra ya hastalanacak ya gurbete düşecek ya bir yakınını kaybedecek ya da deprem, sel gibi büyük veya kaza gibi küçük afetler yaşayacak, böylece kendi iradesinin dışında ölümü hatırlayıp ahirete yönelecek bir hâle gelebilecektir. Bazen de bu yönelmeyi kendi iradesiyle yapmaya çalışacak, mezarlık ve hasta ziyaretleri ile ölümü ve sonrasını düşünüp o konuda bir şuur geliştirmeye, böylece içinde bulunduğu kuvvetli veya zayıf gaflet hâlini kırmaya çalışacaktır. Dünyanın geçici olduğu, ölümün ve ahiretin var olduğu şuurunu iradi bir şekilde 7/24 muhafaza edebilmek ve bu konuda bozulmaz bir kıvam yakalamak uzun süreli çalışmalar ve şuurlu gayretlerle ulaşılabilecek bir seviyedir.
Diğer yandan insan, kendisinin öleceğini bildiği, anladığı vakit dünyaya dair ufak tefek meseleleri pek sorun etmeyecektir. Bir insan örneğin 2 yıl ömrü kaldığını, 2 yıl sonra hastalığı nedeniyle büyük ihtimalle öleceğini bilse ve bu gerçeği kabullense dünyevi meseleler kendisi için eskisi kadar sorun hâline gelmeyecektir. Hatta bu durum o insana bir cins cesaret kazandıracak, dünyevi kaygılar nedeniyle yapamadığı hayırlı işlere daha çok yoğunlaşabilecektir.
Kişisel gelişim literatüründe “Karşılaştığınız her insana onun bilmediği gizli bir kanseri varmış ve üç ay sonra ölecekmiş gibi davranın.” şeklinde bir tavsiye vardır. Gerçekten de böyle düşünen bir insan birisi kendini trafikte solladı diye, bir başkası kendisi hakkında dedikodu yaptı diye insanlara pek aldırmaz. Kendisini sollayanın ve kendisi hakkında dedikodu yapanın 3 ay sonra öleceğini bildiği için onlar adına üzülebilir bile. Şunu hatırlamak gerekir ki o insanlar kanser olmasalar da, 3 ay içinde ölecek olmasalar da zaten bir şekilde öleceklerdir. Onlar da ölümlüdür biz de ölümlüyüz. Dolayısıyla ölüm bilinci insanlar arası davranışları da derinden etkileyecek önemli bir faktördür ve mümkün olduğunca yaşatılması, hayatın içine dahil edilmesi gereken bir realitedir.
Yedincisi: Hakiki imandan gelen şöyle bir hâl vardır: Hakiki bir mümin kendi ölümüyle gerçek anlamda karşılaşınca o kadar da büyük bir şok, bir sürpriz yaşamayacaktır.
Tabii buradaki hakiki imandan kastın, insanın kendi duygusal, zihinsel ve fiziksel yönlerini iman ve Kur’an hakikatlerine göre eğitmiş, ölüm ve ahiret gerçeğini hazmetmiş, ibadetlerini eksiksiz yerine getirme cehdinin yanında insanlara zulmetmeme, borçlarını ödeme, insanlara ahiretleri adına da faydalı olmaya kilitlenme, kendisini muhasebeye çekme gibi amelleri ciddiye almayı ve uygulamayı sağlayan bir iman olduğunu söylememiz gerekir.
Böyle bir insan ölüm karşısında paniklemeyecek, şoka girmeyecektir. Bu yönüyle ani gelişen ölüm tehlikeleri karşısında bir şok yaşamanın iman zaafiyeti olduğu söylenebilir. Ancak bu Allah’a ve ahirete iman etmede bir eksiklik anlamında değil, o imanın insan iradesine bütünüyle etki edecek bir hâle, duygu ve düşüncelerine tam tesir edecek bir hâle gelememesi, insanın içine tam işlememesi anlamındadır. Çünkü bu açıdan bir insanda iman tam yerleşmiş, tam hazmedilmiş olsaydı ölüm de sürpriz olmayacak, zaten beklenen bir şey olacaktı.
Bu noktada şu dipnotu da düşmemiz gerek: Efendimiz (sas) en mükemmel imana sahip insandır ve bu yönüyle de ölüme en hazırlıklı olandır. Ancak O dahi oğlu İbrahim’in vefatıyla ağlamıştır ve yanındaki sahabe de bu ağlamaya şaşırmışlardır. Demek ki hakiki iman sahibi birisi için de ölümden kaynaklanan ayrılık hüznü yaşanabilmektedir. Çünkü insanın böyle bir yönü vardır.
Sekizincisi: İnsanların mizaçları farklı farklıdır. Bazı insanlar bir şokla karşılaşınca bu durumu içselleştirerek, bazıları da dışsallaştırarak çözmeye çalışırlar.
Örneğin deprem konusunda kimi insanlar öfke hâlinde birilerini suçlamak gibi dışsal reaksiyonlar, kimi insanlar da anksiyete, panik atak gibi içsel reaksiyonlar geliştirirler. Bazılarında da depresif durumlar gözlemlenebilir. Bazıları da dünyanın geçiciliğini anlamış ancak çok yanlış anlamış bir hâlde “Madem dünya geçici o zaman gülelim, eğlenelim.” şeklinde bir reaksiyon geliştirebilirler.
Bu tip reaksiyonların davranışa dökülmemiş halleri olarak içsel şekilde gelişmeleri bizim irademizin haricinde bir durumdur.
1 ) Buhari, Rikak, 3
2 ) Buhari, Vesaya, 6; Müslim, Vesaya, 4; Ebu Davud, Vesaya, 1; İbn Mace, Vesaya, 2
3 ) Tirmizi, Zühd, 4