10 dk.
18 Eylül 2025
Rûm Sûresi, Farklı Muhataplar ve Delil Eşiği: Mucize İddiasına Nasıl Bakmalı?-gorsel
Youtube Banner

Rûm Sûresi, Farklı Muhataplar ve Delil Eşiği: Mucize İddiasına Nasıl Bakmalı?

Soru: Rûm Sûresi mucizesi ile ilgili yazınızda Batılıların bu ayet ve hadislerin tarihini güvenle tespit edemeyeceğini, bu sebeple Rum Sûresi'ne dair verilen haberin onlar için bağlayıcı bir delil ve mucize sayılamayacağını söylemişsiniz. Müslümanlar açısından ise hadislerin yardımıyla bir tarih okuması yapılabileceğini ifade ediyorsunuz. Oysa bazı müsteşriklerin eserlerinde bu olayın tarihini kabul ettiklerini görüyoruz. Acaba siz bu konu hakkında yeterince araştırma yapmamış olabilir misiniz? 

 

Cevap: Soruda bahsi geçen ayet-i kerime Rûm Sûresi'nde geçmektedir:


"Elif Lâm Mîm. Rumlar, en yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Halbuki onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Eninde sonunda emir Allah'ındır. O gün müminler de Allah'ın yardımıyla sevineceklerdir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok esirgeyicidir.”(1)

 

Bu konu hakkında ifade etmek istediğimiz hususları maddeler hâlinde listeleyelim:

 

1) Nüzul tarihinin dışarıdan, bağımsız biçimde tespiti mümkün değildir.
“Elif Lâm Mîm. Rûmlar, en yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Oysa bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir…” ayetlerinin  ayetlerinin indiği tarihi objektif olarak ifade ve ispat etmemiz mümkün değildir. Çünkü bu ayetlerin tam olarak hangi yıl nazil oldukları kayıt altına alınmamıştır. Hadis ve tefsir kitaplarımızda bu ayetlerin Mekkî olduğu konusunda ittifak olduğu belirtilse de bu, Müslüman alimlerin ittifakıdır. Harici bir kaynak yani Mısırlılar, Bizanslılar, İranlılar veya Hintliler gibi dışarıdan birileri bu olayı gözlemleyip kaydetmiş değildir.

 

2) Metin ekstra bilgi olmadıkça tek bir savaş/tarih çıkarmaya elverişli değildir.
Ayetin metni “Rumlar yenildi!” demektedir ancak Doğu Roma yahut Bizans gibi spesifik bir devlet ismi vermez. Ayette hangi savaşa atıfta bulunulduğu da net bir şekilde belirtilmemektedir. Metinde savaşa dahil olan kimselerden bazılarının isimlerinin geçmesi durumunda daha objektif bir delilden söz edebilirdik fakat böyle bir şey de söz konusu değildir. Kısacası biz konuyla ilgili hadisleri, tefsirleri yahut tarihi anlatımları önceden bilip okuduğumuz için “Rumlar yenildiler ancak birkaç sene içerisinde tekrar galip gelecekler.” ayetlerini okuduğumuz zaman bunun Doğu Roma (Bizans) ve Sasaniler arasındaki savaşa bir atıf olduğunu düşünmemiz normaldir. Ancak bu tür ek okumaları devre dışı bıraktığımızda göreceğiz ki metnin kendisinde literal olarak böyle bir mana yoktur.

 

Bu bir parça pozitivist yahut literalist bir yöntem gibi görülebilir ve oldukça da sert, tavizsiz bir bakış açısı sayılır. Ancak biz bu sitede bir soruya cevap verirken teorik ve pratik boyutların hiçbirinde mantıksal boşluk bırakmamaya çalışıyoruz.

 

3) Müsteşrik literatüründeki “kabul” ayetlerin bir mucize içerdiğine dair değildir.


Meseleye bu kadar sert bakmayan veya İslami konularda Müslümanların tarihi rivayetlerini kabul eden müsteşrikler bu mevzuyu kabul etmiş olabilirler. Nitekim E. Gibbon gibi Batılı araştırmacılar bu durumu bir vakıa olarak kabul etmiş ancak bir mucize olarak değil “önsezi” olarak değerlendirmişlerdir.(2)



Metnin Literalliği, Rivayet ve “Delil” Eşiği

 

“Rûmlar yenildi!” cümlesi tek başına okunduğunda belirli bir savaş, tarih ya da isim vermeyen kısa bir bildiridir. Hadisler ve erken tefsir rivayetleri devreye girmeden, bu ifadenin Bizans–Sâsânî savaşlarına gönderme yaptığı sonucuna salt metinden ulaşmak güçtür. Hatta biri “Bu, Rûmların falan ülkeye yenilmesinden bahsediyor.” dese, sadece metnin iç malzemesiyle bunu kesin biçimde çürütmek kolay değildir. Dolayısıyla Bizans–Sâsânî çerçevesini biz ayetin lafzından değil hadislerin  sağladığı bağlamdan öğreniyoruz.

 

Burada ikinci bir gerçek daha var: Hadisler Müslümanların kendi iç kayıtlarıdır. Evet, bugün elimizde olan Buhârî, Müslim gibi muteber derlemeler(3) “tedvin”(4) sürecinin ürünüdür ve bu derlemeler Hz. Peygamber’den (sas) yaklaşık iki asır sonra kitaplaşmıştır. Elbette aradaki zaman boşluk değildir; isnad (sened) sistemi(5), yazılı–sözlü aktarım kanalları, râvilerin titizce tenkidi ve bölgesel ilim halkaları gibi mekanizmalar bu hafızayı taşımıştır. Müslümanlar olarak bu aktarımın nasıl gerçekleştiğine dair ayrıntılı bir iç tarih anlatımız vardır ancak bu süreç eşzamanlı “dış” kaynaklarla (Bizans, Sâsânî, Hint vb.) sistematik biçimde kayda geçirilmiş değildir.

 

Bu tablo iki farklı “kanıt eşiği” doğurur. Mümin için rivayet–tefsir külliyatıyla birleşen tarihsel arka plan güçlü ve ikna edicidir. Kur'an-i Kerim'deki “Ghulibati’r-Rûm(6) pasajını Bizans’ın Sâsânîler karşısında yaşadığı geçici mağlubiyet ve takip eden toparlanma dalgasıyla okumak makuldür. Fakat aynı metni İslâmî rivayetleri zaten otorite saymayan bir ateist ya da gayrimüslim muhataba, haricî ve eşzamanlı belgeler olmaksızın “bağımsız tarihsel mucize kanıtı” diye sunmak metodolojik olarak zordur. Kısacası bahsi geçen metnin delil değeri, kime ve hangi epistemik standartla konuştuğumuza göre değişir.

 

Buradan şu yanlış çıkarıma da düşmemeliyiz: “Dış kaynak yoksa bilgi yanlıştır.” Siyer, esbâb-ı nüzûl(7) ve erken dönem İslâm tarihine ilişkin pek çok bilgiyi olayların birinci el tanıkları ve onları izleyen kuşaklardan öğreniyoruz. Bu durum bilgiyi geçersiz kılmaz, sadece “objektiflik”ten anlaşılan şeyin —yani dıştan, eşzamanlı teyidin— her zaman mevcut olmadığını gösterir. 

 

Hasılı Ghulibati’r-Rûm ifadesi, metinsel olarak tek başına belirli bir savaşın adını ve tarihini vermiyor; Bizans–Sâsânî savaşına dair bağlamı hadislerden alıyoruz. Bu nedenle rivayet otoritesini başlangıçta reddeden biri için burada “bağımsız, dış kaynaklı” bir kanıt yoktur. Fakat bu, Müslümanların sahip olduğu tarihsel okumanın yanlış olduğu anlamına gelmez. İnşa edilen anlam, kendi kaynak evreni içinde tutarlı ve rasyoneldir. Bu noktada sadece muhatabın talep ettiği kanıt standardı farklı olduğunda dilimizi ve iddia düzeyimizi ona göre ayarlamamız gerekir.

 

Bayesçi akıl yürütme(8) bize şunu öğretir: Bir önermenin önsel (başlangıçtaki) olasılığı ne kadar düşükse, onu güncellemek ve makul kılmak için gereken delilin gücü de o kadar yüksek olmalıdır. Halk dilindeki “iddia büyüdükçe delil de büyümeli” cümlesi, teknik olarak Bayes teoreminin bir sonucudur.

 

Bu perspektiften bakınca Kadeş Antlaşması(9) ile Bedir Savaşı’nı(10) karşılaştırdığımızda, Kadeş’in tarihsel gerçekliği için iki bağımsız medeniyetin (Mısır–Hitit) eşzamanlı kayıtlarında bulunduğu için posterior güvenimiz daha yüksektir. Bedir ise büyük ölçüde İslâmî iç kaynaklar üzerinden bilinir; bu, Müslümanlar için yeterli ve tutarlıdır ancak “bağımsız dış teyit” kriterini esas alan biri için kanıt eşiği doğal olarak daha yüksekte durur.

 

Aynı şey Rûm sûresinin başındaki haber için de geçerlidir. “Doğu Roma birkaç yıl içinde Sâsânîleri yenecek.” tarzında gerçekleşmiş bir öngörü iddiası, Bayesçi ölçekte büyük bir iddiadır. Böyle bir iddiayı İslami çizgiye uzak Batılı, rasyonalist veya realist bir ateist muhataba sunmak istiyorsak, onun bakacağı yer şurasıdır: O döneme ait eşzamanlı ve haricî (Bizans, İran, Mısır, Hint vb.) kayıtlarda, hem söz konusu ayetlerin indiğine dair bir iz hem de savaşın o anda Sâsânîler lehine seyrettiği ve kısa süre sonra Bizans’ın lehine döndüğü bilgisinin birlikte kayda geçmiş olması. Böyle bir “çift taraflı/çoklu tanıklık” paketi, Bayesçi güncellemede iddiayı hızla güçlendirirdi.

 

Müslümanlar içinse durum farklıdır: Siyer, hadis ve erken dönem tarih külliyatı, hem metne mana kazandırır hem de iç bütünlük sağlar. Biz “Bu sûrede bundan hiç bahsedilmiyor.” demiyoruz fakat şunu ayırt ediyoruz: Metnin literal düzeyi tek başına, belirli bir savaşın adını mutlak bir tarihle vermez, bu bağlamı hadisler verir. Bu yüzden haricî eşzamanlı dokümantasyon olmadıkça Batılı bir araştırmacıya bu metnin mucizevi bir tarafının bulunduğuna dair ikna etmek metodolojik olarak zordur.

 

Sonuç şu: Bir metne bizim aşina olduğumuz varsayımlarımızla yüklediğimiz anlam o metnin kendi lafzının söylediğiyle birebir aynı olmak zorunda değildir. Bu fark, meseleyi rasyonalist/pozitivist bakışta “herkesi kabul etmeye mecbur bırakan mucize” kategorisinden çıkarır, nitekim bazı Batılı araştırmacıların bunu “öngörü” ya da “ilerigörüşlülük” gibi daha yumuşak etiketlerle anması da bu kanıt eşiği farklılığının bir neticesidir.

 

Biz ise şuna inanıyoruz: Rûm sûresindeki haber, Bizans–Sâsânî savaşlarının seyrine işaret etmekte ve tarihsel akışla telif edilebilir bir anlam üretmektedir.

 

Özetle, müminler için İslâmî rivayet ve tefsir geleneği çerçevesinde bu pasaj güçlü bir işaret olarak görülebilir. Fakat dışarıya "tarih bakımından kesin ve bağımsız bir mucize kanıtı” sunmak istediğimizde; nüzul zamanının haricî tespiti, metnin isim/tarih belirtmemesi ve eşzamanlı dış kaynakların yokluğu gibi metodolojik engellerle karşılaşırız. Bu tespit vahyin değerini azaltmaz; sadece hangi zeminde, kime karşı hangi delil dilinin makul olduğuna dair bir tartışmaya işaret eder.

 

Allah Teâlâ’dan hakikati bize olduğu gibi göstermesini niyaz ederiz.

 

Dipnotlar

 

¹ Kur'an-ı Kerim, Rûm Sûresi, 30:1-6. Ayetlerde bahsedilen olay, genellikle 602-628 yılları arasında süren Bizans-Sasani Savaşı'na atıf olarak yorumlanır. Sasanilerin 613-614 yıllarında Suriye ve Filistin'i ele geçirerek Bizans'ı büyük bir yenilgiye uğratması, ayetlerin nüzul sebebi olarak kabul edilir.

² Edward Gibbon (1737-1794), Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi, c. 5, s. 101

³ Sahih-i Buhârî ve Sahih-i Müslim, Sünni İslam geleneğinde Kur'an'dan sonra en güvenilir iki kaynak olarak kabul edilen hadis koleksiyonlarıdır. İmam Buhârî (ö. 870) ve İmam Müslim (ö. 875) tarafından derlenmişlerdir.

Tedvin: Sözlükte "toplayıp kitap haline getirme" anlamına gelir. Hadis ilminde ise, Hz. Peygamber'den (sas) ve sahabeden gelen rivayetlerin sözlü kanallardan toplanarak yazıya geçirilmesi ve sistematik olarak eserlerde derlenmesi sürecini ifade eder. Bu süreç ağırlıklı olarak Hicri 2. ve 3. yüzyıllarda yoğunlaşmıştır.

İsnad (Sened): Bir hadisi rivayet eden kişilerin, metne kadar kesintisiz olarak sıralandığı ravi zinciridir. Hadis ilminin temelini oluşturan bu sistem, bir bilginin kaynağını ve aktarım zincirinin güvenilirliğini tespit etmeyi amaçlar.

Ghulibati’r-Rûm (غُلِبَتِ الرُّومُ): Rûm Sûresi'nin ikinci ayetinin başlangıcıdır ve "Romalılar (Rumlar) yenilgiye uğradı" anlamına gelir.

Esbâb-ı Nüzûl: Kur'an ayetlerinin veya surelerinin hangi olay, durum veya soru üzerine indiğini araştıran ilim dalıdır. "Nüzul sebepleri" anlamına gelir ve ayetlerin bağlamını anlamada önemli bir rol oynar.

Bayesçi Akıl Yürütme (Bayesian Reasoning): İngiliz matematikçi Thomas Bayes'in (1701-1761) adıyla anılan bir olasılık teorisidir. Mevcut bilgi veya inançların (önsel olasılık), yeni kanıtlar ışığında güncellenerek daha isabetli sonuçlara (sonsal olasılık) ulaşılmasını sağlayan bir mantık ve istatistik yöntemidir.

Kadeş Antlaşması: MÖ 1259 (yaklaşık) yılında Mısır Firavunu II. Ramses ile Hitit Kralı III. Hattuşili arasında imzalanan ve tarihin ilk yazılı barış antlaşması olarak kabul edilen metindir. Varlığı hem Mısır hem de Hitit kaynakları tarafından teyit edilmiştir.

¹⁰ Bedir Savaşı: MS 624 yılında, Medine'deki Müslümanlar ile Mekkeli Kureyşliler arasında yapılan ilk büyük savaştır. İslam tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilir ve bilgileri büyük ölçüde Siyer ve Hadis gibi İslami kaynaklara dayanır.