Yeni fetvalar ve İslam anlayışı
Soru: Günümüzde İslam fıkıh otoriterleri ekonominin sahasına giren sorunlara çözüm fetvaları sunmak için ciddi bir çaba harcıyorlar. Bu tip sorulara cevap bulup İslamiyet’i günümüze yaklaştırma çabasının binde biri sosyal meselelerin diğer konularıyla ilgili sorunlarda nedense bir karşılık bulmuyor. Örneğin; “Kadının çalışma hayatındaki yeri” türünden konularda dahi fetvaların içeriği ne kadar ılımlı olsa da bir türlü günümüze hitap edecek cinsten olmuyor. Bunun sebepleri neler olabilir?
Cevap: Öncelikle ulusal ya da uluslararası arenada genel fetva otoriteleri veya Müslüman ulema-aydınlar için teorik olarak üç durumdan bahsedilebilir.
Birincisi, bu otoritelerin bir kısmının ufukları görece geniştir. Bunlar, toplumsal problemler henüz ortaya çıkmadan o sorunlarla ilgili fetvalar ve çözüm yolları üretebilecek kapasitedeki kişilerdir. Bunlar dünyayı inceleyip farklı ülkelerde var olan ekonomik, teknolojik, siyasi, ailevi vb. sorunları daha önceden yaşayan ülkeleri gözlemlemiş kişilerdir. Böylelikle kendi ufuklarını açık hâle getirmiş, zihinsel kapasitelerini daha da genişleterek içlerinde bulundukları toplumun zaman ve ufuk açısından önlerindedirler. Bu otoriteler, problemler ortaya çıkmadan fetvalar bularak Müslüman toplumun yaşayacağı yolu kolaylaştırabilirler. Bu kesim en azından toplumla beraber yaşarlar ve toplum ilgili problemi yaşarken konuya hızlıca odaklanıp çözümü kolaylaştıracak veya gidilecek yolu açacak bir şeyler söyleyebilirler, yapabilirler, fetvalar bulabilirler. Tabii ki burada “fetva bulma” ibaresi Kur’an ve sünneti didik didik ederek ilgili sorunun da farklı yönlerini birlikte değerlendirmek, çözüm yolunu araştırıp bulmak şeklinde anlaşılmalıdır.
İkincisi, Müslüman ulema toplumun gerisinden gelebilir, toplumun zaten kendi içinde çözdüğü veya yıllardır çözemediği meselelere dair ortaya bir takım fetvalar koyabilir.
Üçüncüsü, yine Müslüman ulema, artık oluşmuş, sabit hale gelmiş, yerleşik bir durum almış meselelere dair insanların sadece içlerini rahatlatmaya yönelik söylemler üretebilirler.
Günümüz Müslüman âlimlerinin yine günümüz problemleriyle ilgili çözüm sunma, fetva verme davranışları genel olarak ve teorik açıdan bu üç özelliğin birine sahiptir.
Uzun yıllardır bizim ulemamızın ağırlıklı olarak, maalesef üçüncü özelliğe sahip oldukları görülüyor. Nadiren güçlü bir irade oluştuğu zaman da bu, bazen devlet yöneticilerinin inisiyatif almasıyla, bazen bir konunun toplumda çok güçlü yankı uyandırmasıyla mümkün olabiliyor. Her durumda ulemamızın toplumla aynı zamanı ve aynı gündemi yaşamalarına rağmen ilmî söylem veya fetvalar konusunda geriden geldiklerini görüyoruz. Bu durum ilmî açıdan da, entelektüel ve zihinsel açıdan da ciddi bir problemdir.
Konuyu bir bütün olarak değerlendirdiğimizde ise bu durumun aslında normal sayılabileceğini görürüz. Çünkü dinen İslam’ın ya da hak dinin değil de halkın yaşadığı dinin muhafazakarlık gibi bir özelliği vardır. Muhafazakar eğilimler ve davranışlar da çok zor değişir. Bu durum aslında bilim camiası için de geçerlidir. Fizikçi Max Planck’in meşhur “Bilim cenazeden cenazeye ilerler.” deyişi bu gerçeği ifade eder. Yani yeni bir bilimsel teorinin kabul görmesi bu yeniliğe başlangıçta karşı çıkan bilim insanlarını tek tek ikna etmeye bağlı değildir. Aksine, mevcut bilim insanları birer birer hayatlarını kaybederler, onların yerlerine gelecek yeni nesil bu yenilikleri içselleştirir ve bilimsel ilerleme bu şekilde sağlanır. İnsanlar bir defa doğru buldukları, onun içinde yetiştirildikleri fikirleri kolayca terk edemezler. Bu fikirleri savunarak yaşarlar ve o şekilde ölüp giderler. Genç bir nesil gelir ve onlar bu yenilikleri benimsedikten sonra yeni paradigmalar hayata geçmiş olur. Bu durum pozitif bilimler için geçerli ise sosyal bilimler veya yaşamın kendi içinde de geçerli olması beklenir. Her ne kadar üzüntü verici olsa da işin doğasında böyle bir gerçeğin var olduğunu kabul etmek zorundayız.
Diğer taraftan her durumda geleneksel kalıpların dışında ve sınırlarda bulunan, daha farklı görüşleri ifade edebilen âlimler zaten var olsa da bunlar yine işin doğası ve tanımı gereği kamuoyuna mâl olmayacaklardır. Kamuoyuna mâl olmuş, dindar-muhafazakar çoğunluk tarafından bilinen, anlaşılan veya kabullenilen fetvalar yine o büyük çoğunluğun anlayışını yansıtacaktır.
Konunun özüne dair ise şunlar söylenebilir: Bizim genel olarak bildiğimiz İslam (bu konuda özel çalışmalara sahip değilsek) halkın genelinin anlayışını, bakış açısını ve ufkunu yansıtacaktır. Dolayısıyla (son zamanlarda açıklanan araştırma sonuçlarının gerçeği tam olarak yansıttığını varsayarsak) Türkiye'de eğitim süresi ortalama 9 yıl ise ve çoğunlukla dindar olan kesimde bu süre ortalama 7-8 yıl ise, bu ortalama insanın bildiği İslam da o seviyede olacaktır. Ayrıca bu ortalama insan bir cins az gelişmiş veya gelişmekte olan bir kapitalist (kavramı hakaret ya da övgü değil sözlük anlamıyla kullanıyoruz) ülkenin ekonomik ilişkileri çerçevesinde yaşıyor ise, bunların da bir kısmı feodal, akraba, aşiret bağlantıları üzerinden bir yaşam formunu sürdürüyorsa; bu kişinin ekonomik yaşamı ve anlayışı böyle olacağı gibi İslam’ı kendi yaşamına uyarlaması da o kadar ve o çerçevede olacaktır. Genel ortalaması ve yaşam biçimi bu şekilde olan bir toplumda da bilinen fetvalar kamuoyunun genel olarak bilebileceği fetvalar düzeyinde kalacaktır.
Bu kaçınılmaz durum toplumbilimler ile yeterince ilgilenmemiş insanlar için ağır, tuhaf veya rahatsız edici olabilir. Çünkü insan ister ki; inandığı dinin dönüştürücü gücü içinde yaşadığı toplumu da kendi istediği biçimde dönüştürsün. Dinin tabii ki dönüştürücü gücü vardır ancak kendiliğinden değil. Dinin; bu konuya adanmış bir araştırma gayreti, öğrenme çabası, aynı zamanda öğrendiklerini yaşama, kendisini değiştirme çabası olan insanlar için bir dönüştürme gücü olacaktır.
Böyle bir ortamda ve zeminde kadının çalışma hayatına dair ve benzer konularla ilgili yeni fetvaların gelip gelmemesi konusunu yeniden düşünebiliriz. Aslında bu konularda bir yönüyle yeni açılımlar, yeni söylemler oluşturuluyor ancak bunlar uçta kalıyorlar. Bu kişilerin yazdıkları dergiler çok satılmıyor, konuştukları kanallar çok takip edilmiyor, konu hakkında genele mâl olan açıklamalar-fetvalar ise genelin ufku ve yaşam düzeyiyle, genel kabulleri ve eğitimleriyle sınırlı kalıyor.
Ayrıca Diyanet veya bir başka otorite kadınların çalışmasına dair son derece hoşgörülü ve yenilikçi bir fetva yayınlasa bu fetva zaten halkta karşılık bulmayacaktır. Çünkü halkın çoğunluğunun eğitimi ve toplumsal yaşamın şartları buna müsait değildir. Hatta bu konuda Kur’an ve Efendimiz (sav) çok doğru, hakikatli şeyler söylese de halkın bunlardan anladığı ve anlayacağı yine kendi anlama çapı, bilgisi, kültürü, görgüsü kadar olacaktır.
Son tahlilde; İslam’ı kaliteli bir şekilde yaşamak için her şeyden önce kaliteli insanlar, ufku açık ve geniş insanlar gerekmektedir. İslam’ı ancak genel hayat bilginiz, genel bilgi, zeka, kültür düzeyiniz, ufkunuz, başarılarınız, çapınız ve sermayeniz kadar kaliteli yaşayabilirsiniz. Dininizi veya dini hayatınızı güzelleştirmenin yolu da din ile (kavramsal olarak din ile) birebir bağlantılı olmayan alanlarda kendinizi geliştirmeniz, genişletmenizdir. Bir başka ifadeyle Kuran'ı daha iyi anlamak için bir Arapça sözlük (Arapça da elbette lazım, o ayrı bir konu) veya yüzlerce yıl önce yazılmış bir tefsiri ayrıntılı bir şekilde çalışmaktansa bugünkü dünyanın ve hayatın içinde bilginizi daha çok artırmak gerekecektir. 1000 yıl önce yazılmış bir tefsiri daha teferruatlı çalışmaktan daha işinize yarayacak şey, bugünkü dünya ve hayat içinde bilginizi, tecrübenizi daha çok arttırmaktır.