Zülkarneyn Kıssasını Nasıl Anlamalıyız?
Zülkarneyn Kıssası ve Benzeri Konulara Bakış Açısı
İnsanlar soyut, aşkın ve yüksek hakikatleri zihinlerinde somutlaştırmak için uğraşırken hakkında kesin bilgi sahibi olamayacakları teorileri de aynı anda kesinleştirmeye çalışıp bazı hatalara düşebilmektedirler. Ne yazık ki o hataya sadece kendileri düşmüş olmuyorlar. Böylece sonradan gelen insanlar için de aynı hata yayılarak güçlenebiliyor. Bu hatalara düşmemek için bazı ilkeleri iyi bilmemiz gerekir:
Birinci İlke: Öncelikle bilinmelidir ki; bir şeyin varlığını bilmek ile o şeyin mahiyetini, iç yüzünü bilmek farklıdır. Örneğin bir masanın varlığı ile mahiyeti farklı şeylerdir. Bir odanın ortasında duran bir masanın varlığı sabittir. Ancak o masanın metal mi ahşap mı olduğu, ahşap ise hangi ağaç türünden yapıldığı onun mahiyetiyle ilgilidir. Her ikisinin bilgisi de farklı bilgi türleridir ve masanın varlığını bilmek ile mahiyetini bilmek birbirinden farklıdır. Yahut “Etraflarında kendi hizmetlerine sunulmuş, sedef içinde saklı inci gibi Gılmanlar dolaşır.”1 ayetinde ifade edilen Gılman Kur’an’da geçtiği için varlığı sabit bir varlıktır. Cennet ehline hizmet etmekle görevli gençlerdir. Ancak bunların mahiyetleri hakkında bir bilgi verilmemiştir.
İkinci İlke: Bir hüküm veya bir önerme birden fazla hüküm veya önermeyi kendi içinde ve aynı anda taşır. Yani bir önerme/hüküm cümlesi birden fazla terimle yapılır ve her bir terim genel önerme/hüküm içinde ayrı birer alt hüküm/önerme oluştururlar. Aynı hükmün/önermenin içindeki diğer hükümlerin/önermelerin bir kısmı kesin/zaruri, bir kısmı da teorik/varsayımsal veya sübjektiftir. Varsayımsal veya sübjektif olan alt önermelerde görüş ayrılıkları, yorum farklılıkları bulunabilir. Örneğin masanın ceviz ağacından yapılmış ahşap bir masa olduğu kesin olabilir ancak o masanın şekli, yemek için mi üzerinde çalışma yapmak için mi olduğu konuları sübjektif ve tartışmalı konular olabilir. Yahut yine Gılman kavramının varlığı zaruri/kesin iken bunların cennet hizmetçileri mi yoksa müminlerin ve kafirlerin dünyada iken buluğ çağına girmeden ölen çocukları mı olup olmadığı belli değildir. Meselenin bu yönü de zaruri değil teorik ve sübjektif yorumlara açıktır.
Üçüncü İlke: Bir kişinin sorusuna her zaman doğrudan ve tek boyutlu cevaplar verilmeyebilir. Bazen soru yanlış olabilir, bazen soruyu soranın niyeti farklıdır, bazen de soru soranın seviyesine, mizacına, niyetine göre çok boyutlu ve farklı cevaplar vermek gerekebilir. Bazen de cevap soruyla ilgisiz görülür çünkü soru soran kişi sorduğu konunun kendisi için asıl önemli ve faydalı olan kısımlarına yönlendirilmek istenmiştir.
Kur’an, müşriklerin ve ehl-i kitabın pek çok sorularına cevap vermiştir. Kasıtlı yöneltilen soruları da cevapsız bırakmamıştır. Bununla birlikte kasıtlı sorulan soruları soru sahiplerinin beklentileri dışında cevaplandırmıştır ki onların asıl niyetlerinin bilindiği kendilerine belli edilsin.
Efendimiz’e (sas) Zülkarneyn, ruh ve Ashab-ı Kehf hakkında soranların da niyeti bu konular hakkında gerçekten bilgi veya ders almak değildir. Bu sorular Efendimiz’e (sas) kötü niyetli sorulmuş sorulardır. Amaç Efendimiz’i (sas) zor durumda bırakmaktır. Ancak bu soruları soranlar inen ayetlerle hiç ummadıkları cevaplarla karşılaşmış ve hayal kırıklığına uğramışlardır.
Sonuç olarak: Bir soruya verilen cevap soruyla her bakımdan, tam uyumlu olmak zorunda değildir. Örneğin; halkının çoğu okuma yazma dahi bilmeyen, tarla anlaşmazlığı, kan davası, gruplaşma, kız çocuklarının okula gönderilmemesi gibi pek çok sorunun olduğu bir köy okuluna yeni gelen bir öğretmen varsayalım. Köyün muhtarı okuma yazma bilen, ortaokul seviyesinde bir eğitim almış, köylü üzerinde otoriter tavırlar sergileyen ve öğretmeni de daha baştan pasifize etmek isteyen birisidir. Muhtar, yeni gelen öğretmenin bilgisini sınamak için ona “Söyle bakalım! Muhtarın görevleri nelerdir?” diye bir soru sorar. Aslında bir muhtarın resmi görevleri kanunlarda açıkça belirtilmiştir ve öğretmen de bu görevleri bilmektedir. Ancak öğretmen; “Muhtarın görevleri köyde huzuru, birliği ve dirliği sağlamak, insanlara karşı adaletli davranmak, zayıfları ezmemek, imkânlarını köylünün menfaati için kullanmaktır.” şeklinde bir cevap verir. Bu cevap doğrudur ancak soruyla uyumlu değildir.
Benzer şekilde Zülkarneyn (as) kıssasıyla ilgili Efendimiz’e (sas) sorulan sorunun da niyeti farklıdır ancak Efendimiz (sas) vahiy yoluyla o kötü niyetli soruya karşı meselenin özünü, hakikatini, insanlara asıl lazım olan yönlerini açıklayan gerekli cevabı vermiştir.
Tefsircilerimizin büyük bir çoğunluğu hem cevabın soruyla tam uyumlu olması gerektiğini düşünmüş, hem cevaptaki varlık ve mahiyet bilgisine dair ayrımı pek yapmamış, hem de cevaptaki zaruri bilgi ile sübjektif yorumları birbirine karıştırarak birini diğerinin yerine geçirebilmiştir.
Bu nedenle tefsirlerimizde Zülkarneyn (as) kıssası ile ilgili meselenin aslından olmayan pek çok gereksiz detaya, İsrailiyat türünden anlatımlara yer verilmiştir.
Bu bağlamda yukarıdaki ilkeleri konumuza uyarlayalım:
Birinci ilke açısından, Zülkarneyn’in (as) varlığı sabittir. Böyle bir zat vardır, yaşamıştır. Ancak kim olduğu, ne zaman ve nerede yaşadığı, dünyanın doğusunda ve batısında tam olarak nerelere gittiği bu zatın varlığı değil mahiyetiyle ilgili durumlardır. Zülkarneyn’in mahiyeti hakkında ise net ve zaruri bilgimiz yoktur. Önemli olan verdiği mesajdır. Bu mesaj da zaten ilgili ayetlerde açıktır.
İkinci ilke açısından, Zülkarneyn (as) Allah Teala tarafından güç, iktidar, ilim, iman ve hikmetin yanında çeşitli imkânlarla da donatılmış bir şahıstır. Onun irşat ve girişimleriyle iki dağ arasında zalim kavimlerin saldırılarına karşı bir set yapılmıştır. Yecüc ve Mecüc de iki zalim ve bozguncu kavimdir. İlahi emir geldiği zaman inşa edilen bu set harap olacaktır. İlgili ayetlerden çıkarılabilecek zaruri-kesin bilgiler bunlardır. Fakat bu bilgiler dışındaki yorumlar, tahminler, sübjektif değerlendirmeler kesin bilgi değildir. Bazı noktalarda kişilerin bakış açısına, eğitim düzeyine, mizaçlarına göre kabul edebilecekleri yorumlar bulunabilir. Ancak bu da o yorumların kesin ve zaruri bilgi olduğunu göstermez.
Üçüncü ilke açısından, (ki bu ilke Kur’an’ın üslubuyla da ilgilidir) Zülkarneyn’in (as) kıssasının asıl lazım olan yönleri Kur’an’da anlatılmıştır. Gerisi olsa da olur olmasa da olur türünden bilgilerdir.
Sosyolojik Bir Realite ve Farklılaşan Anlatımlar
Sahabe efendilerimiz kasten yalan söylemez. Ancak bunun yanında bir sahabi bir meseleyi anlatırken, örneğin dünyanın yaratılışına ve tarihine dair bir konuyu konuşurken Efendimiz’den (sas) duyduğu bir cümlenin yanına kendi aile büyüklerinden yahut başkalarından duyduğu hususları da ekleyebilir. Bazen böyle anlatımların hepsi hadis olarak kabul edilebilir. Hadislere ilave edilen sahabi sözleri gibi cümleler daha sonra ciddi alimler tarafından tespit edilerek hadislerden ayıklanmıştır ancak tefsirciler bu gibi anlatımlarda hadisçiler kadar dikkatli davranmamış ve anlatıların hepsini bir bütün hâlinde tefsir kitaplarına alabilmişlerdir.
Efendimiz’in (sas) yaşadığı dönemde Ashab-ı Kehf ve Zülkarneyn gibi meseleler Yahudiler veya Hristiyanlar tarafından insanlara anlatıldığı için bilinen konulardır. Yani insanlar Zülkarneyn ismine yabancı değillerdir. Bu anlatılara abartılar, eklemeler, zenginleştirmeler de yapılmıştır.
Diğer yandan Vehb bin Münebbih gibi tabiin alimleri yahut Kabu’l Ahbar gibi ehl-i kitap arasında da alim sayılan ve sonradan Müslüman olan zatların da bu İsrailiyat rivayetlerinin yayılmasında bir payı vardır. Bu zatlar, özellikle Kabu’l Ahbar, Müslüman olmadan önceki bilgi birikimini Müslüman olduktan sonra da elbette kullanmaya devam etmiştir. Ancak anlattıkları bir doğruluk kriterinden her zaman geçirilmemiş, kitaplara alınmış ve kritik edilmeden gelecek nesillere aktarılmıştır.
Bugün tefsir, fıkıh, hadis gibi alanlarda yerleşmiş kurallar vardır ve bu ilim dallarının metodolojisi bellidir. Ancak bu zatlar tefsire, hadise dair bir şeyler anlatırken tefsir veya hadis ilmi anlatıyor değillerdir. Genellikle kendilerine sorulan sorulara kendi bilgileri çerçevesinde cevap vermişlerdir. Bu cevapların kritiği çok sonraları yapılmıştır. Bu süreçte de İsrailiyat rivayetleri yahut hadisten olmayan bazı ekleme anlatılar bir takım dini kitaplarda kendine yer bulabilmiştir.
Bize düşen ise Zülkarneyn (as) gibi sembolik yönleri ağır basan kıssalarda objektif bilgi ile sübjektif yorumları ayırt edebilmek, Kur’an’ın bu kıssalardaki ana mesajına odaklanmaktır.
1 Tur, 24