13 dk.
23 Mayıs 2022
Hangi meali okuyalım? | Meal okumak ve Kur'an çalışmaları | 3. kısım-gorsel
Youtube Banner

Hangi meali okuyalım? | Meal okumak ve Kur'an çalışmaları | 3. kısım

Bu, Meal Okumak ve Kur'an Çalışmaları isimli yazı dizisinin üçüncü yazısıdır. Birinci kısma buradan, ikinci kısmaysa buradan ulaşabilirsiniz.

Hangi meal okunmalıdır?


Mevcut Türkçe meallerin aslında tercüme açısından birbirlerinden pek farkları yoktur. Günümüzün bazı popüler tartışma konularıyla ilgili (mucizeler, kadın hakları, savaş hükümleri gibi) kısımlar dışında hemen hepsi benzer şeyleri söylemektedirler. Dolayısıyla meallerin hangisi okunursa okunsun çok fark etmeyecektir. En fazla o tartışmalı konularla ilgili, kişisel bakış açısından kaynaklanabilecek sorunlar yaşanırsa onlarla ilgili ek okumalar gerekebilir ya da zaten o konularda kendi görüşünüzü, pozisyonunuzu netleştirmişsinizdir, hepsi bu kadar.

 

Diğer yandan Müslüman ya da (az-çok) dindar Türkler olarak Kur’an’ı anlama çabamızın ve Kur’an’ın (paralel olarak hadislerin) anlamına kitlesel olarak yönelmemizin çok uzun bir geçmişi olmadığını belirtmemiz lazım. Her ne kadar elimizde 14. Yüzyıldan Osmanlı'nın son dönemine kadar uzanan döneme ait birkaç tane Türkçe meal nüshası olsa da bunlar dar dairede kalmış, geniş halk kesimlerine ulaşmamış ürünlerdir. 

 

Selçuklular devrinde Türkçe meal adına hiçbir ürüne rastlanmaz. Anadolu Beylikleri ve Osmanlı’nın ilk dönemlerinde ise kısa surelerin meal ve tefsirlerine rastlamak mümkündür. Bunlar da genellikle idarecilerin emirleriyle yazdırılmış ve bir veya birkaç kişinin istifadesiyle sınırlı kalmış meal ve muhtasar (özet) tefsirlerdir. Diğer yazılanlar da en fazla medrese talebelerinin istifadesi amacıyla telif veya tercüme edilmiştir. Geniş halk kesimlerinin faydalanması için yazılıp neşredilen bir meal veya tefsir yoktur. Tarihsel olarak bunun tek bir istisnası vardır: Mehmed Niksari isimli bir âlimin İhlas suresi tefsiri… 

Bu zat, tercüme ve tefsirinin önsözünde cami cemaatinden birisinin kendilerinin Arapça bilmediklerini, ilim ehlinden birinin namazda okudukları surelerden birisini tercüme etse namazda bunun manasıyla huzur bulacaklarını söylediği için bu tercüme ve tefsiri yazdığını belirtmiştir.(1) Bunun dışında hem Selçuklu'da hem Osmanlı'da ulema sınıfından birilerinin çıkıp da halkın Kur’an’ı anlaması, öğrenmesi amacıyla bir meal ya da tefsir yazdığı görülmemiştir. Halktan da bu noktada arz oluşturacak yeterli bir talep gelmemiştir. Kur’an’ı öğrenmek isteyenin zaten medreseye geleceği, bunun dışında halkın camilerde, vaazlarda, hutbelerde, tarikat meclislerinde öğrendiklerinin yeterli olduğu düşüncesi hâkimdir. Burada suç tabii ki sadece ulema sınıfında değildir. Halk da zaten okumaya, öğrenmeye, daha iyi anlamaya meyilli değildir. Tanzimat ve meşrutiyet dönemlerinde bu yönde bir hareketlenme görülse de artık ya geç kalınmış ya da bu hareketlenmeler çeşitli tartışmaların arasında kalıp gitmiştir. 

 

Cumhuriyetten sonra Türkçe meal ve tefsirlere yönelik ciddi bir hareketlilik başlamıştır. Bir araştırmaya göre 1923-1960 arasında 17 tam meal (Fatiha’dan Nas suresine kadar) yazılmış, bunların dışında ayet ve surelerin parça parça meal ve tefsirleri de telif edilmiştir. Ancak bunların çoğu Arapçaya vakıf olmayan ve liyakatsiz kişilerce yapılmış tercüme ve meallerdir. Hatta bazıları Kur’an’ın Fransızca ve İngilizce tercümelerinden Türkçeye çeviri şeklindedir. Hâliyle çoğu hatalarla doludur ve ciddi tepki almışlardır. Zamanla TBMM duruma el koymuş, tercüme işiyle resmi olarak Mehmet Akif, tefsir işiyle de M. Hamdi Yazır görevlendirilmiş, Akif çalışmasını tamamlamış ancak ibadetlerde bu mealin okutulacağı gibi bir endişeyle yayımlanmasını istememiştir. Sonra aynı görevle Elmalılı M. Hamdi Yazır görevlendirilmiştir. Konyalı Mehmet Vehbi Efendi’nin bugün halen pek çok evde bulunan Hülasatü’l-Beyan tefsiri de 1926’da yayımlanır ancak dilinin ağırlığı gibi nedenlerle yeni nesli tatmin etmekten uzak olduğu şeklinde eleştiriler almıştır. Buna rağmen halk nezdinde rağbet gördüğü de söylenebilir. Ömer Rıza Doğrul’un Tanrı Buyruğu isimli meali de bu dönemdeki mealler arasında en yaygın ve en çok okunanlarından biridir. Bu meal de kendine göre yenilikleri taşımakla birlikte ilmi eleştirilerden nasibini almıştır.

 

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın meşhur Hak Dini Kur’an Dili tefsiri de 1938’de tamamlanarak basılmıştır. Bu eser, o güne kadarki en kapsamlı Kur’an tefsiridir. Günümüzde de halen yaygın olarak basılan ve okunduğu düşünülen bu tefsir, o gün için sadece dini ilimlerle meşgul olanların istifade edebileceği bir eser olmakla eleştirilmiştir. Bu tefsirin meal kısmı ise tefsire göre daha zayıf kalmıştır ve bu Elmalılı merhumun Hasan Basri Çantay’a söylediğine göre bilerek yapılmıştır. M. Hamdi Yazır, meallerin tercüme şeklini almasından korkmuştur (meal ve tercüme arasındaki farklar ayrı bir yazı konusudur).(2) Bunların dışında Hasan Basri Çantay, Abdülbaki Gölpınarlı gibi isimlerin de mealleri önemli oranda yaygınlık kazanmıştır.

 

Sonuçta Cumhuriyetin ilk dönemi ve sonrasındaki bu hareketlilik, başlangıç açısından niyet ne olursa olsun Kur’an’ı anlama açısından insanlar için bir şans ve imkan oluşturmuştur. Diğer yandan o dönemden günümüze kadar meallerin (Ahmet Tekin’in uzun açıklamalı mealini hariç tutarsak) birbirlerinden pek farkları da yoktur.

 

Burada dikkat edilmesi gereken bir başka husus özellikle kutsal kitapların çevirileri açısından belirli bir çeviri kültürünün oluşması için uzun bir zaman geçmesi gerektiğidir. Katolik dünyasında bu mesele bilindiği gibi 1530’larda Almanya’da Martin Luther’in girişimiyle başlamıştır. O güne kadar Kitab-ı Mukaddes’in metni de anlamı da Katolik din adamlarının tekelindedir. Martin Luther ise Kitab-ı Mukaddes'in kilise dışında da anlaşılmasının gerekliliğini savunmuş ve tüm toplumun Kitab-ı Mukaddes’i anlaması için çeviri faaliyetlerine başlamıştır. Bizde benzeri bir durumun başlangıcı ancak Cumhuriyet’ten sonra gerçekleşmiştir. Bu itibarla bu işte geç kaldığımız söylenebilir ancak bu, en azından bizim ve gelecek nesiller için telafisi imkansız bir ihmal olmamalıdır. Bu nedenle de elimizdeki meallerin neredeyse hepsinden ayrı ayrı faydalanılabilir. 

 

Diğer taraftan kelime ve cümlelerin tercümesi eninde sonunda anlam kayıplarına yol açacaktır. Bu itibarla kelime merkezli tercüme meallerinden çok biraz daha açıklayıcı olan meallerin tercih edilmesinde fayda vardır. Bunlara genişletilmiş meal, açıklamalı meal, tefsirî meal diyebilirsiniz. Zaten Kur’an’ın tam anlamıyla, hiçbir mana kaybına uğramadan başka dile aktarılmasının imkânsız olması nedeniyle tercüme değil de meal kavramı tercih edilir. Meal ise kelimelerin ve cümlelerin bire bir çevirisinden çok anlamın aktarılmasıdır. Bu nedenle de tercüme-tefsir arası bir form diyebileceğimiz açıklamalı mealler tercih edilmelidir. Bu çerçevede en bilindik örnek Hasan Basri Çantay’ın 3 ciltlik tefsirli Kur’an mealidir. Son zamanlarda da buna benzer çalışmalara rastlamak mümkün. 

 

Yeri gelmişken Türkiye’ye has sayılabilecek Mealcilik olarak adlandırılan bir akım üzerinde de durmak faydalı olabilir. Bu akım 90’larda daha hareketli olmak üzere 80’lerde ortaya çıkmış bir akımdır. Aslında kökenlerini Mısır ve Hindistan’da görebiliriz bu akımın. Kur’aniyyun ya da Kur’ancılık olarak da adlandırılır. Hz. Ömer’e atfedilen “Bize Kur’an yeter.” sözünü kendilerine motto yapmışlardır. Bu akımın Hindistan’daki öncüsü Seyyid Ahmed Han ve arkadaşı Abdullah Çekralevi gibi zatlar olmuştur. Bu topluluğa göre Müslümanların geri kalmasının asıl nedeni geleneksel din anlayışı ve onu besleyen hadislerdir. Böle düşündükleri için de hadisleri tamamen inkar ederek sadece Kur’an’ın yazılı metniyle yetinme yoluna girmişlerdir. Bu grup kendi içinde tek bir bütün değildir, kendi aralarında da pek çok konuda ayrışmışlardır. Kimisi 5 vakit namazı kabul ederken kimisi namazın 2 vakit olduğunu savunur. 

 

Bazı kimseler Mısır’da M. Abduh ve İran’da Ali Şeriati’yi de bu akıma dahil etmek istemişlerse de bu pek mümkün değildir. Türkiye’de ise benzeri görüşlere yer yer rastlansa da bu grubun (aslında bunlar yekpare bir grup da değildir ancak anlaşılması için bu şekilde ifade ettik) daha makul (hadislerin tümden reddi gibi uç söylemler dışında) bir zeminde durdukları söylenebilir. Sonuçta bu yaklaşımı benimseyenler Kur’an’ı okuyup anlamanın belirli bir sınıfın-zümrenin tekeline bırakılamayacağını, herkesin Kur’an’ı anlayacak seviyede ve donanımda olduğunu da savunmaktadırlar ki bu görüşe karşı çıkmak anlamsızdır. 

 

Bununla birlikte evet, Kur’an’ı anlamak belirli bir zümrenin tekeline bırakılamaz ancak bilenlerle bilmeyenlerin eşit olamayacağı hakikatinden hareketle bilenlerle bilmeyenler eninde sonunda ayrı iki zümre olarak ayrışırlar ve bu doğal bir realitedir. Önemli olan ulemanın bir zümre olarak bu konumunu istismar etmemesi, ihlas ve doğruluktan ayrılmamasıdır. Diğer taraftan, herkes Kur’an’ı anlayabilir ancak herkesin bilgisi, görgüsü, zekası, eğitimi, mizacı, yaşam deneyimi ve anlayışı aynı seviyede olamayacağı için herkes kendi bilgi, görgü, zeka, eğitim, mizaç seviyesine ve durumuna göre anlayabilecektir. Dolayısıyla evet, herkes meal okumalıdır ancak yukarıda anlatılan realiteler göz önünde bulundurularak okunmalıdır ki istifade olabilsin.

 

Son olarak Sünneti dışlayan mealcilik anlayışının da kendi içindeki önemli bir açmaza işaret edip bu kısmı bitirelim. Bu akımın Kur’an’ın her okuyanın her ihtiyacına cevap vereceği gibi bir önyargıdan hareketle Kur’an’ı mealinden okumayı önermesi önemli bir sorundur. Çünkü böyle bir okuma biçimi her şeyden önce yeni Kur’an’lar oluşturulmasına neden olacaktır. Bir kere bir metnin veya (Kur’an açısından) bir ayetin anlamı salt metnin veya ayetin içinde gizli değildir. Bizler bir metnin anlamını onun toplumsal bağlamından, tarihsel macerasından da çıkarırız. Örneğin, salt metin üzerinden yorumlanacak olursa “Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir.”(3) ayeti “Namaz kılarken Mescid-i Haram’a dönmek şart değil, bu ayet ‘yönünü Batıya çevirmek’ deyimindeki gibi bir çevirme eyleminden bahsetmektedir." şeklinde yorumlanabilir ki böyle bir yorumda bulunanlar gerçekten de olmuştur. Dolayısıyla Kur’an’ın salt metninin yeterli olduğunu iddia etmek aşırı yorumlara da meydan vermektedir. Bu sakıncalı ve çelişkili durumu sezen bazı mealci yazarlar ara sıra Kur’an’ın metni dışında İslam Tarihi, hadis ve geleneksel tefsirlerden de faydalanılabileceğini belirtirler.(4)
 

*** *** ***
 

Konulu tefsir yöntemine benzer bir şekilde akademik bir yöntem olarak değil de kendi uygulayabileceğimiz pratik bir yöntem önerebilir misiniz?

 

Konulu tefsir Kur’an-ı Kerim’in herhangi bir konusu üzerine yoğunlaşan veya bir konu hakkındaki ilgili ayetleri bir araya getirerek yapılan tefsirdir. Daha genel bir tanımı ise; bir ayeti veya konuyu, Kur’an’ı baştan sona tarayıp o ayet veya konuyla doğrudan- dolaylı olarak ilgisi olan diğer ayetlerin bir bütünlük içinde değerlendirilmesidir. Yani bu tip tefsirde farklı surelere dağıtılmış konular ve ayetler bir araya getirilerek açıklanmaya çalışılır.

 

Türkiye’de bu tarzda tefsirler yeni sayılır. Örneğin Diyanetin bu konuda 5 ciltlik bir çalışması yayımlandı. Kur’an’da anlatılan bazı kıssalarla, peygamberler ve kavimleriyle, önemli kavramlarla ilgili ayetler bu çalışmada bir araya getirilmiş . İstifade edilebilir. Yine örnek olarak Beka Yayınlarından çıkmış “Şefaat Tefsiri / Konulu Tefsir” adlı bir çalışma 2011’de yayımlanmıştı. Muhammed Gazali’nin de bütün surelerin ayetlerini kendi içlerindeki bağlantılarıyla ortaya koymaya çalıştığı farklı bir çalışma vardı ve 2000 yılında yayımlanmıştı. Ayrıca herhangi bir kitapçıda ya da herhangi bir kitap sitesinde “Kur’an’da …” diye başlayan yüzlerce kitap ismi görebilirsiniz. “Kur’an’da Mal Kavramı, Kur’an’da Hukukun Üstünlüğü, Kur’an’da İnsan Tanımı, Kur’an’da Sabır, Kur’an’da Tevhid, Kur’an’da Kibir Kavramı, Kur’an’da Cehalet Kavramı” gibi pek çok konuyla ilgili bir cins konulu tefsir sayılabilecek kitapların sayısı oldukça fazla. Ancak bu eserlerin bir kısmında ele alınan konuların dar bir çerçeveden ele alındığını söylemek de mümkündür. Çünkü genellikle bir konuya dair sadece en net, en bariz göze çarpan ayetlerin ele alınması gibi bir durum söz konusudur. Oysa başka meseleden bahseden ayetlerde de kitabın konusunu oluşturan konuyla ilgili önemli ayrıntılar ve ipuçları geçiyor olabilir.

 

Bu tip bir çalışmayı bireysel olarak kendiniz de yapabilirsiniz. Ancak bu durumda da bir konuyu ancak kendi çapımız kadar anlayabileceğimiz gerçeğini unutmamak, bunu göz önünde bulundurarak çalışmak önemlidir. Kur’an’ı kendi bilgi, görgü, eğitim, mizaç, alışkanlık, zeka ve anlayışımız kadar anlayabileceğiz. Bu, Kur’an’ın tam olarak anlaşılması, mükemmel manada anlaşılması adına bir engeldir evet, ama bir başka yönden avantaj da sağlar. Örneğin iyi bir iktisat eğitimi almış biriyseniz ticaret, alışveriş, faiz ve hatta infakla ilgili ayetleri çoğu tefsirden ve mealden daha iyi anlayabilir, anlatabilirsiniz. Veya hangi eğitimi aldıysanız, hangi alanda daha uzman ve becerikli iseniz o konuyla ilgili ayetlerin zihninizdeki yansıması daha parlak olacaktır. Yeter ki ayetlerdeki kelime kökleriyle ilgili hassas olun ve o ayetle ilgili hadisleri de göz ardı etmeyin. Hadise, siyere ihtiyacımız Kur’an’ı anlamak için mutlak değildir ancak anlayışımızın eksik kalmaması, kemal bulması için onlara da ihtiyacımız vardır. Yani bir insan kelime kökleri meselesinde hassas olması kaydı ile Kur’an-ı Kerim’den herhangi bir konudaki ayetleri derleyip toplayarak hazırlayacağı metni gayet güzel anlayabilecek, yorumlayabilecektir. 

 

Bu çerçevede mesela çocuğunuz olsun istiyorsunuzdur veya çocuğunuz vardır ancak efendi, ağırbaşlı olsun, asi ve kötü kalpli olmasın istiyorsunuzdur. Bu gibi meselelerle ilgili halk arasında “Falanca sureyi veya ayeti şu kadar okuyun, suya üfleyin sonra için.” gibi rivayetlerin aslı pek yoktur. Ancak bizzat kendiniz çocuk sahibi olmak için mesela “Rabbi heb lî mine-ssâlihîn” (Rabbim bana salih bir evlat (veya evlatlar) lütfet!”(5), “Rabbenâ heb lenâ min ezvâcinâ veżurriyyâtinâ kurrate a’yunin vec’alnâ lilmuttekîne imâmâ” (“Ey Rabbimiz! Bize gözümüzün aydınlığı olacak temiz eşler ve nesiller ihsan eyle, bizi müttakilere önder eyle!”(6), “Rabbi lâ teżernî ferden veente ḣayru-lvâriśîn” (Rabbim beni yalnız, çocuksuz, tek başıma bırakma. Sen en hayırlı, bâki olan vârissin. Her şey sonunda senindir.”(7) gibi ayetlerden iktibas edebileceğiniz duaları bir araya getirir ve tekrar tekrar aslında birer peygamber duası olan bu duaları yapabilirsiniz. Hem dua etmiş olur, hem peygamberlerin yakardığı şekilde yakarmış olur, hem de bu şekilde dua ufkunuzu ve Kur’an’a aşinalığınızı geliştirmiş olursunuz. 

 

Ya da çocuğunuzun asi ve kötü kalpli, kötü huylu olmaması adına “Veberran bivâlideyhi velem yekun cebbâran ‘asiyyâ” (Yahya) Ana-babasına saygılı ve iyi davranırdı. Hiç zorba ve isyankâr olmadı.”(8) gibi ayetleri derleyebilirsiniz.

Yazı dizisinin üçüncü kısmı burada sona ermektedir. Dördüncü kısım yarın internet sitemizde yayımlanacaktır.
 


1 ) Abdülkadir İnan, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Tercemeleri Üzerinde Bir İnceleme, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1961, s. 21. Erişim adresi: https://ia902807.us.archive.org/22/items/Kuran-Kerimzerine-Meal-TefsirTecvidVbKitaplar/Abdulkadir-Inan-Kuran-i-Kerimin-Turkce-Tercemeleri-Uzerinde-Bir-Inceleme.pdf

2 ) Sadrettin Gümüş, Cumhuriyet Döneminde (1923-1960 Arası) Meâl Çalışmaları, FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, Sayı 5, Yıl 2015, s. 317

3 ) Bakara, 144

4 ) Mealcilik ve Türkiye’deki serüveni üzerine bilgilendirici bir makale için bkz; http://isamveri.org/pdfdrg/D01910/2007_1/2007_1_OZTURKM.pdf

5 ) Saffat, 100

6 ) Furkan, 74

7 ) Enbiya, 89

8 ) Meryem, 14