7 dk.
09 Haziran 2025
Kayınvalide ve Kayınpedere Karşı Tutum-gorsel
Youtube Banner

Kayınvalide ve Kayınpedere Karşı Tutum

Soru: Kayınvalide ve kayınpederin İslam’da “anne-baba” hükmünde olduğu ifade ediliyor. Yani kayınvalide ve kayınpederimize karşı da gerçek anne babamız gibi davranmamız mı gerekir? Örneğin aramızda sevgi bağının zayıf olduğu, hatta değersiz hissettiğimiz, incitildiğimiz durumlar söz konusuysa... Böyle hallerde de İslam yine “Onlar da senin annen baban gibidir.” mi der? Özellikle kadınlar için oldukça zorlayıcı olabilecek bu konuda dinimizin kesin bir hükmü var mı? Aile hayatı açısından hayati önemde olduğunu düşündüğüm bu mesele hakkında açık ve tutarlı bir açıklamaya ulaşmak istiyorum.

 

Cevap:  “Kayınvalide ve kayınpeder, kişinin kendi annesi babası gibidir.” ifadesi, fıkıh literatüründe esasen mahremiyet bağlamında değerlendirilir. Yani bir kadın kayınpederiyle ve alt-soylarıyla; bir erkek de kayınvalidesiyle ve alt-soylarıyla evlenemez. Bu yasak sadece evlilik bağı devam ettiği sürece değil, boşanma hâlinde de geçerlidir. Çünkü bu mahremiyet, nikâh akdinin oluşturduğu bir sınırdan ziyade evlilikle gelen kalıcı bir hısımlıktır. (1)
 

Ancak bu mahremiyet “Onlara öz anne-baba gibi davranmak farzdır.” anlamına gelmez. Yani bu ifade ahlakî ve sosyal yükümlülüklerin tümünü kapsamaz. Özellikle birlikte yaşama, hastalıkta bakma, ev işlerine yardım etme gibi davranışlar hem örf hem de bireysel tercihlerin şekillendirdiği alanlardır. Din bu noktada genel prensipler koyar; her detayda tek tip bir yaşam tarzı emretmez. (2)
 

Şunu da unutmamak gerekir: Klasik fıkıh hükümleri kendi tarihsel ve sosyolojik bağlamı içinde değerlendirilmelidir. Örneğin, “Kadın çocuğunu emzirmek zorunda değildir; emzirmek istemezse koca sütanne bulmakla yükümlüdür.” (3) şeklindeki hüküm, köleliğin ve sınıfsal ayrımın geçerli olduğu bir dünyaya hitap eder. Bugünse bu hükmü evrensel geçerliliği olan mutlak bir buyruk gibi okumak yanlış olur.
 

Aynı şekilde bazı fikhi eserlerde geçen “Kadın yemek pişirmek, temizlik yapmak zorunda değildir. Bunların hiçbirisi nikahlı eşin kocasına karşı yerine getirmek olduğu sorumluluklar değildir.”(4) yaklaşımı da hizmetçilerin bulunduğu, ev işlerinin bir statü göstergesi sayıldığı aristokrat bir düzene uygundur. Bugünün geniş halk kitleleri için bu hükümleri olduğu gibi uygulamaya çalışmak birçok sorunu beraberinde getirir.
 

Örfün Belirleyiciliği

Örf, yani toplumun yazılı olmayan ama yaygın biçimde kabul gören alışkanlıkları birçok meselede bağlayıcılık gücüne sahiptir. (5) Kayınvalide ve kayınpederle ilişkilerde de bu bağlamda örf belirleyici bir rol oynayabilir.
 

Fıkhî çerçevede kadın ya da erkek eşinin anne babasına bakmakla yükümlü değildir. Fakat yaşanılan toplumda, örneğin Anadolu’da ya da Güney Asya toplumlarında, gelinin kayınvalidesine bakması veya ev işlerinde yardımcı olması gibi beklentiler örfî olarak yerleşmişse; bu beklentilerden kaçınmak isteyen bireylerin evlilik öncesinde bu konuları açıkça ifade etmesi gerekir. Aksi hâlde bu mesele evliliğin sağlıklı bir zeminde ilerlemesinin önünde engel teşkil edecektir. Zira bir toplumda aksi konuşulmadıkça genelin uyguladığı, örf açısından geçerli yaygın uygulamalara göre ilişkilerin şekilleneceği varsayılabilir.
 

Örneğin bazı bölgelerde “Mutfağı ve yatak odasını kız tarafı, diğer eşyaları erkek tarafı alır.” şeklindeki yazısız kurallar geçerli kabul edilebilir ve aksi konuşulmadığı müddetçe tarafların buna göre hareket edeceği düşünülür. Benzer şekilde  kayınvalideye gösterilecek yakınlık, ev içi sorumluluklar ve bakım ilişkileri de çoğu zaman örfen şekillenir. 
 

İslam’ın öğrettiği temel prensiplerden biri, kişinin anne ve babasına ihsan ile muamele etmesidir. (6) Bu sadece nezaketle sınırlı olmayan, ihtiyaç hâlinde maddi destekle de tamamlanması gereken bir yükümlülüktür. Ancak bu yükümlülük ne aynı evde yaşamayı ne de sürekli fiziksel yakınlığı dinen zorunlu kılar. Zira ihsanda bulunmak emredilmiştir fakat iyiliğin biçimi koşullara göre değişiklik gösterebilir.
 

Her insan farklı bir mizaca sahiptir. Bazen küçük gibi görünen detaylar —yemek saatleri, temizlik alışkanlıkları, gürültü hassasiyeti— bir arada yaşamayı güçleştirir. Hele ki mesele kayınvalide ya da kayınpederle aynı evi paylaşmak olduğunda yaş farkından kaynaklı bir iletişim mesafesi de devreye girer. Akranlar arasında konuşarak çözülebilecek meseleler, kuşak farkı olan ilişkilerde birer duvara dönüşebilir. Bu durum her zaman geçimsiz karakterleri göstermez, kimi zaman da insanın tabiatının tezahürüdür.
 

Elbette sabırlı olmak, suskun kalabilmek, alttan alabilmek, tahammül edebilmek yüce ahlâkın işaretleridir. Ve elbette en kıymetli sadakanın en yakınlara verilen olduğu gibi, en büyük tahammül de en yakınlara gösterilen tahammüldür. Fakat bu sabır, bir farz yahut vacip değildir. Zorunluluk değil erdemdir. Onurlu bir davranış biçimidir ama yokluğu günah sayılmaz. (7)

 

Bir örnekle devam edelim. Mesela kayınvalide hastadır ve kalacak yeri yoktur. Oğlunun evinde kalmaktadır. Bu durumda koca, eşinden annesine bakmasını isteyebilir. Hatta gelinin kendi ailesi de bu yönde bir beklenti içine girebilir. Toplum da benzer bir kanaatte olabilir. Yani sosyal ilişkilerin nasıl tanımlandığı ve ne durumda hangi tavırların insanlar arasında probleme sebep olabileceği gibi noktalarda örf etkin bir role sahiptir.

 

Farklı bir örnekle konuyu detaylandıralım. Amerika’da bir üniversite hocasına “hocam” demek yadırganır. “Sir” denmesi resmi kaçar, genel beklentiyse hocaya ismiyle hitap edilmesidir. Oysa Türkiye’de bir hocaya ismiyle seslenmek terbiyesizlik sayılır. Yabancı bir hoca kendisine ismiyle hitap edilmesini istese dahi öğrencilerin bir kısmı bu konuda rahat davranamazlar. Bu fark, örfün ne kadar yerel ve değişken olduğunu gösterir. İnsan bu tür kültürel beklentilere her zaman uygun karşılık veremeyebilir ve bu durum bir baskı kaynağına dönüşebilir. Ancak burada eziyetin kaynağı din değil, örftür. Bununla birlikte örf her zaman zalimane değildir, kimi zaman belli fıtratlara uymayabilir.

 

Sonuç olarak kayınvalide ve kayınpeder mahremiyet açısından bireyin öz anne babası gibidir. Fakat miras hukuku da dâhil olmak üzere diğer şer’î alanlarda böyle bir eşitlik söz konusu değildir. Dolayısıyla bir kimse, kayınvalidesine ya da kayınpederine bakmakla fıkhî anlamda yükümlü değildir. Bu ne farzdır ne de vacip. Ancak yaşanılan toplumun örfü böyle bir sorumluluğu bireylerden bekliyor olabilir. Ve bu örften tamamen kaçmak her zaman makul ya da mümkün olmayabilir.



1-) Nisâ, 23; İbn Kudâme, el-Muğnî, c. 7, s. 90-91; el-Mevsûʿa el-Fıkhiyye el-Küveytiyye, “Muṣâhara” md.
2-) Fıkıh eserlerinin “Nafaka” bölümlerinde kocanın eşine karşı sorumlulukları (yiyecek, giyecek, mesken) sayılmış, ancak kadının kocasının ailesine hizmet etmesi gibi bir yükümlülük bu sorumluluklar arasında zikredilmemiştir. Bkz. el-Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâi‘, c. 4, s. 16; Vehbe ez-Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletuhû, c. 9, s. 7338.
3-) İbn Humâm, Fetḥu’l-Kadir, c. 3, s. 358; Kur’ân-ı Kerîm, Talâk, 6
4-) İbn ʿÂbidîn, Reddü’l-Muhtâr, c. 3, s. 600-602; İbn Kudâme, el-Muğnî, c. 11, s. 430-432.
5-) Mecelle, md. 36: “ʿÂdet muḥek­kemedir” (Örf, hüküm kaynağıdır); Süyûtî, el-Eşbâh ve’n-Neẓâʾir, “el-Kâidetü’s-sâmine: el-ʿÂdetü muhakkemetün”.
6-) İsrâ, 23-24 ve Lokmân, 14; Müslim, “Birr”, 1.
7-) Sabrın büyük bir erdem ve mükafat vesilesi olduğu pek çok nasla sabittir. Örneğin bir hadiste “Sabır bir ışıktır (ziyâdır)” buyrulmuştur (Müslim, “Tahâret”, 1). Ancak fıkhî açıdan bir fiilin farz veya vacip sayılması için hakkında açık ve bağlayıcı bir emir bulunması gerekir ki, eşin ailesine karşı her durumda sabredilmesini emreden bu nitelikte bir delil yoktur.