14 dk.
10 Temmuz 2022
Yokluk mu cehennem mi?-gorsel
Youtube Banner

Yokluk mu cehennem mi?

Soru: Bazı eserlerde cehennemden bahsedilirken “Varlık öyle bir şeydir ki insan yok olmaktansa cehennem daha evladır ve insan onu seçer.” gibi ibareler geçiyor ve cehennem azabının yok edilmekten daha merhametli bir ceza olduğu belirtiliyor. Ancak üzerinde düşününce yokluk ve cehennem arasında bir tercih fırsatı verilse insanın cehennemi tercih etmeyebileceği de mümkün görünüyor. Ben şahsen cehenneme gitmektense yok olmayı tercih ederim diye düşünüyorum. Bu konuya nasıl yaklaşmamız gerekir?

 

Cevap: Bu konuda birbiri içerisinde üç farklı nokta var. 

 

Birinci Nokta: İnsanların veya normal hayatın içerisindeki ortalama insanların % 99’unun acı çekmeyi sevmediğini, acıdan kaçınmak için hem o acıyı doğuran nesne-olay-hâlden şiddetle kaçındıkları, hem de kendilerinin acı hissetme potansiyellerini azaltmak için ellerinden geleni yaptıklarını ve yapacaklarını görüyor, gözlemliyor ve biliyoruz. Yani ortalama insanın normal hayatı içinde en önemli, en ciddi eğilimi ve hedefi acıdan kaçınmaktır. İnsan, o acıdan kaçınmak için gerekirse bir organının kesilmesini kabullenir. Buna en iyi örneği diş ağrılarında görürüz. Ağrıyan bir dişin ağrısını geçirmek adına dolgu, kanal tedavisi gibi kendine göre acı veren uygulamalar kabul edilebildiği gibi o diş acı vermeye devam edince dişi rahatlıkla çektirmeye karar verilebiliyor. Burada diş çektirmenin bütün aşamalarında (uyuşturulması, iğne yapılması ve çekilmesi aşamaları) aslolan şey acıdan kaçmaktır. 
 

Acıdan kaçmanın bir başka yönü de acıyı oluşturan kaynaktan kaçmaktır. Örneğin bir insanın eli sürekli dayanılmaz bir ağrı üretse ve bu ağrı hiçbir tıbbi girişimle çözülemese, pek çok insan o elin kesilmesini kabullenecektir. Bu durumu terminal dönem kanser hastalarında sıkça görebiliyoruz. Tedavinin mümkün olmadığının kesinleşmesinden sonra ilgili kanser hastaları kanserden kaynaklanan ağrının kesilmesi için “Ben artık tedavinin mümkün olmadığını kabullendim ama ne olur bu acıyı dindirin. Tam dindiremiyorsanız bari azaltın.” diyebilmektedir. Hatta bu bağlamda ötenazi uygulamalarına da rastlanmaktadır. Yani insanlar acının kaynağını kesmek, acının dinmesini sağlamak için elinden gelen her şeyi yapabiliyor. Hatta hayatını sonlandırmayı bile düşünüp gerçekleştirebiliyor.

 

Buraya kadar fiziksel acılardan bahsettik. Bu fiziksel acılarla ilgili ağrı kesiciler temelde bir veya birden çok siniri veya belirli bir sinir bölgesini uyuşturarak çalışır ve o bölgeyi işlemez hâle getirir. Düşük dozlu ağrı kesiciler değil ama çok etkili ağrı kesicilerin çoğu beyin fonksiyonlarını durduracak kadar etkilidir ve burada da amaç ağrının-acının kesilmesidir. Alkol ve uyuşturucu maddeler de aynı işlevi görür. İnsanlar belli bir duygusal acıyı çekmemek için kendilerini acı çekemeyecek, bir şey hissetmeyecek hale getirmeyi kabul ederek alkol veya uyuşturucu kullanırlar. Uyku, dizi, maç, PC oyunları gibi şeyler de bazen bu işlemi yapar. Manevi bir acı oluşturacak şeylerden kaçınmak için uyumayı, dizi veya film izlemeyi, oyun oynamayı ve benzeri kaçış işlemlerini sıklıkla tekrarlayan pek çok insan vardır. Pek çoğu kısa süreli acının getireceği uzun dönemli maddi-manevi faydaları hiç düşünmeden en acil biçimde o acının kendisini veya kaynağını yok etmeye meyillidir.

 

Bu bağlamda insanların cehennemin oluşturacağı acıdan kaçmayı her şeye tercih edecekleri doğrudur. Normal insanlar normal yaşam şartlarında bunu tercih ederler. Ancak bu “İnsanlar cehennemde olmaktansa yok olmayı tercih ederler.” anlamına gelmez. Cehennemden veya onun vereceği acıdan kaçmak için her şeyi yapmayı istemek ve kabul etmek başka bir şeydir.

 

Konunun biraz daha derinine indiğimizde ise ikinci bir noktayla karşılaşırız:

 

İkinci Nokta: Bir insanın bir tercihinin rasyonel olması için tercih şıklarını oluşturacak alternatifleri eşit şartlarda yaşayıp hissedebilmesi lazımdır. Bununla birlikte (diğer başka şartların yanında) zaman içerisinde tutarlı olabilecek bir şuura, bir bilince sahip olması da lazımdır. 

 

Zaman içerisinde tutarlı olmaktan kasıt; bir sürecin başındaki ve sonundaki tercihlerin birbirleriyle uyumlu ve dengeli olmasıdır. Örneğin, ayın başında alınan maaşla o an için bize cazip görünen harcamalar yapabiliriz ancak bu harcamalar ay sonunda maddi açıdan bizi sıkıntıya sokabilir ve o harcamaları yapmamış olmayı dileriz. Bir öğrenci de dönemin başında kolay anlayacağını düşündüğü bir dersi pek önemsemez ve çalışmaz ancak dönem sonunda kendisine verilen nota bakarak o derse daha çok çalışmış olmayı ister. Her iki örnekte de bir olayın veya durumun-sürecin başındaki tercihlerle sonundaki durum arasında bir uyumsuzluk ve dengesizlik oluşmuştur. 

 

Diğer taraftan, bir kararın rasyonel ve anlamlı olması için bir insanın karar verilecek alternatifleri yaşaması ve bilmesi lazımdır. İnsan bazen her iki alternatifi de yaşamış olur ama duygusal olarak hatırlamaz. Örneğin, Mayıs ayının başında aldığı maaşı rasyonel değil de duygusal olarak harcayan ve Mayıs ayı sonunda bundan pişman olan bir insan Haziran ayında bu duygusal acıyı hatırlamayıp yine Mayıs ayındaki davranışı tekrarlayabilir. Yani Mayıs ayında öyle bir pişmanlık yaşanmıştır ve Haziran ayında da aynı şekilde davranılırsa aynı pişmanlık yaşanacaktır ancak o insan bunu duygusal ve zihinsel olarak hatırlayamamaktadır. Bu konuda kendisi uyarılsa, “Harcamalarına dikkat et, canının her istediğini almaya kalkma, ay sonuna doğru yine pişman olursun.” denilse “Evet, haklısın.” der ve kabul eder ama mekanik zihinle, zihnin alt bir parçasında hatırlar. İşte bu hatırlama, Haziran ayındaki harcamalarıyla ilgili kararlarını ve tercihlerini etkileyecek bir hatırlama değildir. 

 

Dolayısıyla bir insanın bizzat yaşayıp, eşit şartlarda deneyimleyip ve tam olarak hatırlayamayacağı veya değerlendiremeyeceği meselelerde yapacağı tercihler anlamlı değildir. Türkçedeki “Bekara eşini boşamak kolaydır.” deyimi de yaşanmamış tecrübelerle ilgili verilecek kararların anlamsızlığını ifade eder. Böylesi tercihler rasyonel mantıkla alınan kararlar değildir. Evet, bazı şeyler vardır ki onların varlığı ve yokluğu arasında makul bir tercih yapmak mümkün olmayabilir. Çünkü bu, açıkça şuur halini etkiler. Yani bir insan varlık ile yokluk arasında mantıklı bir tercih yaptığını söyleyemez. Çünkü yokluk halini tecrübe etmiş değildir ve yokluk hali, tecrübe edilebilir de değildir. 

Çünkü yokluk, yoktur. Yokluğa dair bir şey hissedilmemekte, yapılmamakta ve olmamaktadır. Ortada bir olmama ve yoksunluk hissi de yoktur çünkü hiçbir şey yoktur. Yoklukla ilgili meseleler doğası gereği böyle oldukları için “Ben var olmak yerine yok olmayı tercih ediyorum.” cümlesi mantıklı, anlamlı ve rasyonel değildir.

 

Bunun gerçek hayat içindeki yansıması birinci noktayla ilgilidir. Yani bir insan bir acıyı duymamak için sarhoş olmayı, ağrı kesici almayı veya uyumayı tercih edebilir. Uykuda bazı hisler yoktur ancak uyku, hem yaşam boyu pek çok kez tecrübe edilmiş bir deneyimdir hem de uyandıktan sonra daha sağlıklı ve zinde olma varsayımı nedeniyle tercih edilebilir. 

 

Yani deneyimleyebildiğimiz yokluk, var olan herhangi bir şeyin yok olma durumu olduğu için, bir şey hissetmemeye benzeyen uyku, sarhoşluk, ağrı kesici gibi şeyler kabul ve tercih edilebilir. Çünkü biz onların sonuçlarını deneyimleyebiliyor, görebiliyor, bilebiliyor ve anlayabiliyoruz. Bu nedenle aslında o sonuçları tercih etmiş oluyoruz. Yoksa mesela PTSD (Travma sonrası stres bozukluğu) hastalıklarında hastalar uyurken sürekli kabuslar görse ve bu yüzden yaşadıkları acılar tekrarlansa onlar uykuyu da tercih etmeyeceklerdir çünkü uykunun bu yönünü deneyimlemektedirler.

 

Tekrar konunun aslına dönecek olursak, “Ben yokluğu tercih ederim.” demek teknik olarak anlamlı değildir. Bu söz “Ben padişah olsam şöyle yapardım, böyle yapardım.” demek gibi bir şeydir çünkü o kişi padişah olmamıştır ve asla olmayacaktır. Dolayısıyla söyledikleri anlamlı, rasyonel ve reel değildir. Sadece ciddi acılar yaşayan birisi “Bu acının dinmesi için ölmeyi veya yok olmayı tercih ederim.” gibi bir cümle kurulabilir ancak bu cümle de teknik olarak anlamlı ve rasyonel değildir. Çünkü ölümün ve yok olmanın sonucu o an için deneyimlenmiş ve deneyimlenebilir değildir.

 

Bu nedenle yaşamak veya ölmek arasında da rasyonel bir tercih yapılamaz çünkü ölmeyi de deneyimlemiş değilizdir. Ancak farklı bağlamlarda bir insan acıdan kaçmak için ölümü tercih edebileceği gibi örneğin vatan savunması adına bir savaş durumunda da ölümü kabullenebilir çünkü o durumda ölüm, daha büyük acılardan kaçınmak anlamına gelmektedir. 

 

Yine özgür irade ile tamamen makine gibi (yani özgür iradenin olmadığı) bir hâl arasında tercih yapma imkanı da yoktur. İnsan birini deneyimleyince ötekini deneyimlemiş olmaz.

 

“Ben, cehennemde kalmaktansa yok olmayı tercih ederim.” diyen bir insanın söylediği bu cümlenin bu hayat içinde deneyimlediği durumlarla bir ilgisi ve böylece bir karşılığı vardır. Bu bağlamda bu insan yalan söylüyor değildir. Diğer taraftaki “Acılı bir hâlde dahi olsa var olmak, yok olmaktan daha iyidir. Hatta bir gün bile hayatta var olmak hiç var olmamaktan veya cansız olmaktan daha iyidir. Bir şey hissedebiliyor olmak o hissedilen şey acı da olsa hissetmemeye göre daha iyidir.” gibi cümleler felsefi, hikmete dair cümlelerdir. Bunlar, var olmak ve yok olmak arasındaki karşılaştırma cümleleridir. 

 

Bizler celcius ölçeğinde -20 derecede üşüyebiliriz ve bu sıcaklığı soğuk bulabiliriz. Ancak mesela -20 derecelik bir soğukluk, -120 derecelik soğukluğa göre daha sıcaktır denilebilir. Ancak tam bu karşılaştırma sırasında -20 derecede titreyerek üşüyen bir insan -20 derecenin bir kıyaslamaya göre dahi olsa sıcak olduğunu kabul etmeyebilir. Bu durumda -20 dereceyi -120 dereceye göre daha sıcak bulan insan da, -20 derecede üşüyen insan da bir açıdan doğru söylemiş olacaktır. Bu bağlamda “cehennemde olsa dahi var olmak” ile “cehennemde kalmaktansa yok olmak” yine kendi deneyim ve bakış açılarına göre doğrudur denilebilir. 

 

Rasyonel açıdan ise cehennem de yok olmak da bilinen ve deneyimlenen şeyler olmadığı için bu karşılaştırma pek kıyas edilebilir sayılmaz ancak burada kastedilen şudur: Bu dünyada bir insanın suffering (bir vakanın oluşturduğu tek parça düz, gerçek acı) olarak değil de pain (bir vakanın üzerine zihinsel olarak inşa edilen çoklu acılar) olarak çekebileceği acılara bakılınca var olmanın hemen her türlüsü yok olmaktan daha iyi görünmektedir. Çünkü insanın bir yerinde önemli bir ağrı varken dahi kişi nefes almak, yemek yemek, su içmek, sevdikleriyle iletişim kurabilmek gibi farklı pek çok lezzetleri yaşayabilmektedir. 

 

Mesela, bugün için evimizde elektrik, su, işleyen bir tuvalet sistemi varsa, bir cep telefonuna ve internet bağlantısına sahipsek, temel ilkokul eğitimini almışsak, temel ilaçları alabileceğimiz bir eczaneye gidip o ilaçları alma imkanımız varsa dünyadaki insanların neredeyse yarısından istatistiksel olarak daha kaliteli yaşıyoruz demektir. Ancak sadece bunlara sahip olup da istediği bir şeyi elde edemeyen ve başka eksikleri olan bir insan bu gerçeği kabul etmeyebilir. Nereden bakıldığına göre her iki bakış açısı da doğrudur denilebilir. Yani bu dünya hayatının şartları içinde “Çok şiddetli acılar çekilse bile var olmak yok olmaktan daha iyidir.” cümlesinin mantığı ve anlamı budur. Ancak "cehennemde olmak bile" gibi bir ekleme yapılınca, cehennem bilinemediği ve tecrübe edilmediği için böyle bir ekleme teknik açıdan pek rasyonel görünmemektedir. Bu bağlamda manevi anlamda farklı durumlardan, keşif-keramet gibi hâller vasıtasıyla erişilebilen ekstra bilgilerden söz edilebilir. Biz konuyu şu anda rasyonel bağlamda ele almaya çalıştığımız için bu noktalara değinmiyoruz. 

 

Üçüncü Nokta: Bu sorunun kaynağı “Allah’ın sonsuz rahmeti nasıl oluyor da cehennemde sonsuz azaba izin veriyor?’” sorusudur. Buradaki sonsuz kavramıyla ilgili olarak bu kavramın bir sayı olarak kullanılmasının yanlış olduğuna daha önceki yazılarımızda değinmiştik. Konunun kavramsal ve matematiksel açıklamasını o yazıya havale edip şu kısmını vurgulamak istiyoruz: Allah-u Teala’nın rahmet ve merhametini şefkatli bir annenin evladına yaklaşımı biçiminde düşünmemeliyiz. Allah'ın o sonsuz rahmeti, bu şekilde tezahür etmeyebilir. Çünkü bir anne çocuklarına merhameti nedeniyle kendisi hiçbir şey yemeyip bütün yemekleri çocuklarına yedirebilir. Bu anlaşılabilir bir tutumdur. Ancak mesela bir hakim, hem kadın katili hem yaşlı insanları dolandıran bir sanığı merhameti nedeniyle beraat ettirir ya da kısa süreli hapis cezasıyla cezalandırırsa “Böyle merhamet olmaz olsun.” denilir. Dolayısıyla sonsuz merhamet “Herkesi ne olursa olsun affedivermek” değildir. Allah-u Teala, sonsuz merhametinin yanında sonsuz adalet, sonsuz hikmet sahibidir ve sonsuz Müntakimdir. Dolayısıyla Allah-u Teala kendi isimlerinden biri itibariyle hak edenleri, daha acı verici olsa da yok etmek yerine cehenneme atmaya karar verebilir. Bu, O'nun sonsuz rahmet ve merhametine aykırı değildir. Dolayısıyla sonsuz cehennemi sonsuz rahmetle uyumlu bulmama düşüncesinin karşısına “Cehennem, yokluktan daha merhametli bir cezadır.” gibi bir argümanla çıkmak zaruri değildir. Çünkü Allah-u Teala merhametlidir ama merhamet, O'nun tek özelliği, tek sıfatı değildir. O, aynı zamanda Şedidü’l-İkâb, Müntakim ve Kahhar sıfatlarının da sahibidir.

Bununla birlikte, kimi durumlarda insanlara hakikati anlatabilmek için hakikatin bir cüzü ön plana çıkartılabilir. Bunun sebebi, kişilerin o hakikatin asıl yönünü anlayabilecek kapasitede olmamaları gibi noktalardır. Zira ne kadar kıymetli şeyler de söyleseniz ifade edecekleriniz karşı tarafın anlayış ve kapasitesiyle sınırlıdır. Kur'an da ilk nazil olan ayetlerde belli temel prensipleri oturtmaya çalışmış, belli bir temeli inşa ettikten sonra toplumsal hayatta insanların karşı çıkabilecekleri noktalara daha çok değinmiştir. Soruda bahsi geçen ifadeleri ve yaklaşımı da bu çerçevede değerlendirmek mantıklı görünmektedir.

Dördüncü Nokta: Konunun yukarıda bahsedilen noktalardan farklı bir yönü ise şudur ki; var olmak her var olan için aynı şuur seviyesinde ve aynı şekilde hissedilen, anlaşılan, kavranan bir olgu değildir. Bir maden ve bitkinin kendi var oluşunun farkında olmadığını var sayarız hatta bunu biliriz. Ancak aynı şeyi hayvanlar için söyleyemeyiz. İnsanlar için ise var oluş bilinci, madenlerden de bitkilerden de hayvanlardan da daha üst düzeydedir. Ancak bu düzey her insan için aynı ölçekte değildir. Konuşmayı yeni öğrenmiş bir çocuk ile orta yaşını henüz geçmiş olgun bir insan arasında kendi var oluşunun ya da genel olarak var oluşun farkında olmak aynı seviyede işlem gören bir zihinsel faaliyet değildir. Farklı eğitimlerden geçerek şuur seviyesi gelişmiş bir insanla hayatının çoğu gelişmemiş duygusal tepkiler ve içgüdüsel davranışlarla geçen ortalama bir insan arasında da varoluşu hissetmek ve yaşamak elbette farklı olacaktır. Bu bağlamda "yokluk" dediğimiz şey her ne kadar gerçekte “yok” olsa da o, sonuçta en azından bir zihinsel kategoridir. Yani hiç değilse kavramsal bir varlığa sahiptir. Böylece herhangi somut bir nesnenin yokluğu anlamında (örneğin bardakta suyun yokluğu durumunda bardakta su yok denilebilir) göreceli bir yokluğu bilen-hisseden bir insan, eğer şuur seviyesi gelişmiş, zihinsel ve duygusal kabiliyetleri görece aşama kaydetmiş ise genel olarak "varlık" kavramının karşıtı olan “yokluk” hakkında da az çok bir fikir ya da his sahibi olabilir. Kaldı ki sorudaki iddianın sahibi de genel olarak yokluğu kast etmeyip kendi kişisel varlığının yokluğunu kastetmektedir ki bu daha da anlaşılabilir bir varsayımdır. Bu durumu kısaca “Var oluşunun tadını alan bir insan, ebedi yokluk varsayımının hissettirdiği azap karşısında cehennemi yine varsayımsal olarak tercih edebilir.” şeklinde özetleyebiliriz. 

Bu bağlamda soruda geçen önerme veya iddia da kişisel bir varsayımı ifade etmektedir. Ancak o varsayım, zihinsel ve duygusal gelişimi ciddi bir aşama kaydetmiş, sıradan bir zihinsel faaliyetin ürünü değil, kişisel varlığını ve yokluğunu varsayımsal şekilde de olsa düşündüğünde gerçekten hissedebilen bir zihnin ürünüdür. Bu da ilgili önermeyi veya iddiayı ciddiye almayı gerektirebilir.
 

Allah’ın azabından affına, gazabından rızasına sığınır; bizlere merhametiyle muamele etmesini niyaz ederiz!