Dünyevi bilgi ve malumatın ebedî hayatımıza faydalı olması mümkün müdür? | 2. Kısım
Bu yazı, “Dünyevi bilgi ve malumatın ebedî hayatımıza faydalı olması mümkün müdür?” başlıklı yazı dizisinin ikinci yazısıdır. Serinin ilk yazısına buradan erişebilirsiniz.
İkinci Nokta: Bu tahkik bağlamında zihnimizde şimdiye kadar edindiğimiz bilgileri nurlandırmanın bir yolu da vahiy dışında edindiğimiz bilgileri Kur’an ve sünnetle kontrol etmemizdir. Yani öğrendiklerimizin Allah'ın bize bildirdikleriyle uyup uymadığını kontrol etmektir. Allah'ın bize bildirdiklerinden kasıt, Kur’an ve sahih hadislerdir.
Bu kontrol ise çift taraflıdır.
Bir tarafta; “Ayetin manası haktır, bu edindiğim bilgi ayetle tam ve açık bir zıtlık içindedir. O halde bu bilgide bir yanlışlık olmalı.” şeklindeki kontroldür. Burada ayetin manası açıktır, farklı yorumlar bu açık manaya uygun oldukça kabul edilebilir, uygun değilse reddedilir. Edinilen vahiy dışı bilginin bu ayetin mihengine vurulması görece kolaydır.
Diğer tarafta; “Bu bilgi net bir şekilde doğrudur ancak okuduğum ayetin-hadisin zahiri manası ile ulemanın aktardığı anlam bu bilgiye uymamaktadır. O halde geçmiş ulema ayetin yorumunda hata etmiştir veya ayetin-hadisin zahiri manası hakiki manası değildir.” şeklindeki kontroldür. Burada akıl ve nakil arasında zahiri bir çelişki görülmüş olabilir. Bunun kontrolü ise ilkine göre daha zordur. Çünkü hem doğruluğundan şüphe duyulmayan bilimsel bilginin netliği hem de ayetin-hadisin zahiri manasının veya geçmiş ulemanın (veya geleneğin) aktardığı mananın o bilgiyle uyumsuzluğu söz konusudur.
İnsanlar genellikle bu zorluğu göze alamadıklarından ve gerekli ayrımı yapamadıklarından bilimsel bilgiyi ya da ayetin-hadisin söylediğini toptan reddederler.
Üçüncü Nokta: Bu bilgileri niyet ve bakış açısı ayarlamasıyla Marifetullahımızın artmasına ve güzel ahlakın yerleşmesine hizmet ettirmek mümkündür.
Öncelikle; vahiy bize dünyadaki vazifemizi aktarır. Bu vazifeler de birkaç ana maddeye bölünebilir. Birisi, Allah’ı bilme, tanıma ve bilip tanımadan doğması beklenen muhabbet, haşyet, itaat arzusu ve tefekkürdür. Bu manada dünyaya dair bilgilerimizin tamamı doğru bir şekilde değerlendirilebilirse bu sonucu verir. Zaten ayette Allah-u Teala’dan ancak bir şeyler bilenlerin hakkıyla korkacağı, O’na karşı hakkıyla haşyet ve saygı duyabileceği söylenmiştir.1 Bu bağlamda daha ilk başta öğrenirken niyetimiz Allah’ın rızası olmasa da veya dini bir motivasyon olmasa da reel evrene dair, realiteye uygun herhangi bir bilgi edinmişsek ve bu bilgiye Allah’ın sanat eseri olarak bakabilirsek, o bilgiyi Allah-u Teala’nın telif ettiği bir eser olarak değerlendirirsek; Marifetullahımız da, muhabbetullahımız da, mehafetullahımız da artacaktır. Fatır Suresi'nin 28. ayetinin söylediği de budur.
Hatta bu durumda namazlarda söylediğimiz “Subhanallah”, “Elhamdulillah”, “Allahuekber” kelimeleri dahi tefekkür dünyamızda daha canlı bir şekilde yer alacak ve yine Marifetullahımız artacaktır. Herhangi bir nesneye veya olguya dair bilgimiz, irfanımız ne kadar artarsa o şeye karşı tüm pozisyonumuz da o yönde şekil alacaktır.
İkinci olarak; insanın dünyadaki en önemli vazifelerinden biri de güzel ahlaktır. Güzel ahlakın bir yönü ise kendimizde değiştirebileceğimiz özelliklerin yanında ve onlara paralel olarak diğer insanlara faydalı olmaktır.
Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
“Yalnız şu iki kimseye gıpta edilmelidir: Biri, Allah’ın kendisine verdiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse, diğeri, Allah’ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse.”2
Hadisin diğer versiyonlarında ve genel yorumlarında hadiste geçen ilmin Kur’an ilmi olduğu belirtilir. Ancak Allah’ın verdiği ilimlerin en kıymetlisinin Kur’an ilmi olduğu, diğer ilimleri de öğrenmenin ve öğretmenin faydalı olduğunu düşünmemize engel bir durum yoktur. Dolayısıyla vahiy bilgisi dışındaki ilimleri kullanarak insanlara tıp, mühendislik, hukuk gibi alanlarda faydalı olmak mümkündür ve güzel ahlak açısından da güzeldir.
İnsan bir bilgiyi öğrenirken bilgi niyet sormaz. Yani insan örneğin elektrik bilgisi öğrenirken aynı anda elektriğin insanı nasıl öldüreceğini de öğrenmiş olur, elektrik çarpmasına karşı güvenlik önlemlerini de öğrenmiş olur. Bu bilgi nötr bir şekilde, kendi başına zihinde durur. O bilgi niyet ve bakış açısıyla insanlara faydalı olacak bir şekilde kullanılabilir. O bilgiyi öğrenen “Beni Allah yarattı. Güzel ahlakın bir yönü de başka insanlara faydalı olmaktır. O halde ben bu bilgimi bu istikamette değerlendireyim.” niyeti ve bakış açısıyla meseleye yaklaşırsa zihnindeki elektrik bilgisi de nurlanmış olacaktır.
Nitekim soruda geçen metnin alıntılandığı yerde Bediüzzaman bu manaya da işaretle şöyle der: “Biliniz ki mevcudat içinde en kıymettar hayattır. Ve vazifeler içinde en kıymettar, hayata hizmettir. Ve hidemat-ı hayatiye içinde en kıymettar, hayat-ı faniyenin hayat-ı bakiyeye inkılap etmesi için sa’y etmektir... Hakikat nazarında herkesten ziyade hasta olan, maddi ve gafil doktorlardır. Eğer eczahane-i kudsiye-i Kur’aniyeden tiryak-misal imani ilaçları alabilseler, hem kendi hastalıklarını, hem beşeriyetin yaralarını tedavi ederler, inşaallah.”
Bediüzzaman burada insanların hayatına hizmet etmenin kıymeti yanında daha da kıymetli olan bir ufka işaret eder. Buna göre mevcut dünyevi bilgilerle insanlara hizmet etmenin kıymetli bir şey olması yanında daha da kıymetlisi, belki en kıymetlisi, beşeriyetin yaralarını Kur’an’ın kudsî eczanesinden edinilecek imanî ilaçlarla tedavi edebilmektir. Bunu da en iyi şekilde iman ve Kur’an hakikatlerine uyanabilmiş doktorların yapabileceği açıktır.
Evet! Öğrenilen bilgi, öğrenenin niyet ve bakış açısına göre hakiki değerini kazanır. O bilgiyi salt para kazanmak için kullanırsanız o yönde bir değer kazanır. Dünya hayatının gereği olan maişetini de o bilgiyi uygulamak yoluyla kazanmak başka bir şeydir. Bunun yanında bu bilgiyle insanlara faydalı olarak Allah-u Teala’nın rızasını kazanmaya çalışmak da mümkündür.3
Dördüncü Nokta: Marifetullahta derinleşme ve insanlara faydalı olma maddelerinin bir bileşimi olarak; edinilen bilgiler doğru istikamette kullanılırsa, hedefi yeryüzünde sulh ve merhametin tesis edilmesi olan insanlar bu maddi kanunlarla daha zengin, daha üretken, daha verimli hale gelebilirler. Ama onların bu hale gelmesi de hakikatleri daha çok sayıda insana ulaştırmanın kolaylaşması demek olacaktır.
Bu noktada dikkat edilmesi gereken şudur: Bir insan kendisinin tek amacının mensubu olduğu milletin, kavmin güçlü olması olduğunu söyleyebilir. Bir İtalyan “Benim tek amacım İtalyan milletinin güçlü olmasıdır.”, bir Arap “Benim tek amacım Arap ırkının güçlü ve zengin olmasıdır.” diyebilir. İtalyan veya Arap olmayanlar bu amaca pek saygı da duymayabilir. Aynen onun gibi bizim de tek amacımız ataları Müslüman olan bir grubun daha zengin, daha güçlü olması olursa bu da bir cins kavmiyetçilik olacaktır.
Ancak kendileri hakkın ve hakikatin kulu-kölesi olanlara, yani kendi hevalarıyla değil de hak ve hakikat olan şeyle yönlendirilmeyi temel esas kabul eden, bu istikamette hareket etmeye çalışan ve büyük ölçüde de başarılı olanlara vahiy dışı bilgi yeryüzüne mirasçı olma vaadi noktasında da yardımcı olacak, o mirasçılığı kolaylaştıracaktır. Konuya bu istikamette bakmak da zihindeki malumat yığınlarını nurlandırmak sayılır.
Beşinci Nokta : Dünyevi bilginin biraz daha sözel olanı, “beşerî bilimler” olarak sınıflanabilecek kısmıyla ilgilidir. Bunlar da daha çok insanlığı etkileyen akımlar ve o akımların etkisine dairdir. Vahiyden sahih biçimde beslenmemiş, vahiy alanının dışında kalmış bilgi, daha doğrusu teorik yorumlar ve kelimenin sosyolojik anlamıyla ideolojiler genellikle enine de boyuna da miyoptur. Yani hem konsept açısından miyoptur; yani sadece bir grubun, bir sınıfın, bir cinsiyetin, bir kavmin, bir yaş grubunun sorunlarıyla ilgilenir. Zaman açısından miyoptur; yani sonsuz eksenli değildir, çok kısa vadeli olarak birkaç meseleyi düzeltebilir. Etki açısından miyoptur; belirli nedenlerin belirli sonuçlarını ve belli faktörlerin belli etkilerini değerlendirmede verimsizdir. Halbuki popüler kültürde “kelebek etkisi” ifadesiyle anlatılmak istendiği şekilde, gerçekleştirilen aksiyonların, eylemlerin, politikaların, açılımların vb. farklı coğrafyalardaki, farklı sınıflardaki, farklı zamanlardaki insanlar ve yaşamları üzerindeki etkileri farklı olacaktır. Dolayısıyla vahiyden beslenen bir bakış açısıyla bir mesele sonsuz eksende ele alınmıyorsa o meselenin sadece bir yanını düzelten ama başka yanlarını bozan ideolojiler, akımlar ve bunların önerileri etkin olacaktır. Vahyin verebileceği (her muhatap olana verdiği değil) o engin eğitimi almadıkça çözüm önerileri hep yarım, eksik kalacak, sarkaç gibi bir tarafa aşırı meylederken diğer tarafa hafif kalacak, bir zaman için işe yararken bir zaman sonra işe yaramaz hale gelecek, bir grubun menfaatine olurken diğer grubun aleyhine olacaktır. Bu nedenle bir şeyleri öğrenmiş olma, çift yönlü olması itibariyle bir yönüyle avantaj doğurduğu gibi, anlatıldığı şekliyle engin bir bakış açısına sahip olunmazsa ciddi dezavantajlar da doğurabilecektir.
Nice iyi niyetle çıkılmış yolların sonu kötü bir yere varmıştır. “Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, «Biz ancak ıslah edicileriz» derler.”4 Ayetindeki manalardan birisi de budur. Yani tek bir noktayı ıslah etmeye çalıştıkları veya o niyetle yola çıktıkları hâlde; ufuk darlığı, hesapsızlık, Allah karşısında bir gün gerçekten hesap verecek olma meselesini tam düşünememek veya idrak edememek, şefkat darlığı gibi nedenlerle; ister istemez kendisini, kendi grubunu, kendi ırkını, kendi hemşerilerini vb. düşünmekten başka bir şey yapamaz hale gelme, her teoriyi, her bilgiyi, her fetvayı, her gelişmeyi bunların menfaati için kullanma ve bir cins böyle bir miyopluk yüzünden de ıslah niyetiyle başlayan hareketlerin birer fesat hareketine dönüştüğünü tarih okuyan insanlar fark etmiş olsa gerektir.
Özetleyecek olursak: Gerek araştırma, okuma, eğitimini alma yoluyla edindiğimiz bilimsel bilgiler olsun, gerekse günlük yaşam içinde reel hayata dair tecrübeye dayalı bilgiler olsun, kafamızdaki dünyevî bilgilere uhrevî bir boyut kazandırmak, onları ahiretimiz hesabına faydalı hale getirebilmek mümkündür.
Bunun da ilk adımı; o bilgilerin doğruluğunu sorgulamaktır.
İkinci adımı; o bilgilerin Kur’an ve sünnete uygunluğunu, Kur’an ve sünnetten anladıklarımızın da o bilgilerin doğruluğuna uygunluğunu kontrol etmektir.
Üçüncü adımı; o bilgilerin konusunu oluşturan nesnelere ve olgulara Allah-u Teala’nın telif ettiği sanat eserleri nazarıyla bakabilmektir.
Dördüncü adımı; o bilgiler aracılığıyla güzel ahlakın bir boyutu olarak insanlara faydalı olabilmektir.
Allah-u Teala’dan her türlü dünyevî bilgimizi kendi hesabına çevirmesini, kafamızdaki malumat yığınlarını nurlandırmasını, marifetullah hükmüne geçirmesini niyaz ederiz!
Yazı dizisinin ikinci yazısı burada sona ermektedir. Serinin üçüncü yazısı, yarın internet sitemizde yayımlanacaktır.
1 ) Fatır, 28
2 ) Buhârî, İlim 15, Zekât 5, Ahkâm 3; Müslim, Müsâfirîn 268.
3 ) Burada bir dipnot düşelim: Zaten doğru bakan, doğru bilen ve doğru hisseden bir insan için de “mutlak iyi” kavramı ile “Allah’ın rızasını kazanmak” kavramı aynı şeydir. Bazen şeytani bir vesvesenin ürünü olarak “Allah’ın rızasını düşünmeyen bir insan da iyilik yapamaz mı? İyi olan sadece cennet veya Allah rızası için yapılan şey midir?” gibi düşünceler ve sorular oluşabilir. Bu ayrımlar mekanik ayrımlardır. Ancak yolun başındaki birisinin düşünebileceği bir ayrımdır. Yolun sonunda ise yani çizgilerin birleştiği ufuk noktasında ise Allah’ın rızasını kazanma, cennete girme ve mutlak iyiyi yapma aynı şeydir. Ancak onun öyle olması bunun iyi olmasını da ortadan kaldırmaz. Müslüman da iyiyi yapmak için ancak cennet gibi mükafatlara ihtiyaç duyan bir insan değildir. Allah’ı düşünmeden iyi olanı düşünemeyecek bir insan da değildir. Sadece o üç şey, bir noktada tek ve bir şey haline gelmiş olur. Bizim de bazen insanın manevi varlığı, iç dünyası ve hayatın hakiki manası adına “en iyisi budur” demek yerine “Allah’ın rızasına en uygunu budur” dediğimiz olur.
4 ) Bakara, 11