19 dk.
03 Haziran 2023
Takke, sarık ve cübbe | Tek Parça-gorsel
Youtube Banner

Takke, sarık ve cübbe | Tek Parça

Soru: Sarık, cübbe gibi kıyafetler sünnet midir? Yoksa Efendimiz’in (sas) o günün şartlarına göre giyindiği kıyafetler midir? Ayrıca sarıkla kılınan namazın sarıksız kılınan namazdan yetmiş kat daha fazla sevabı olduğu doğru mudur? Takkeyle namaz kılmak takkesiz namaz kılmaktan daha mı sevaplıdır?

 

Cevap: Sünnet kavramı sözlüklerde “gidilen yol, yöntem, uygulanan örf, adet ve gelenek, örnek alınan uygulama” gibi anlamlara gelir. 

 

İslami ilimler literatüründe sünnet kavramı teknik olarak Efendimiz’in (sas) sözleri, fiilleri ve bazı olaylar karşısında susmasının ifade ettiği onaylar anlamına gelmektedir.

 

Pratikte veya günlük kullanımda ise sünnet, çok geniş bir anlam yelpazesine sahiptir. Yemek tabağını tamamen bitirip kalıntılarını da ekmekle sıyırmak işlemine “sünnetlemek”, erkek çocuklarının geçirdiği ameliyata da “sünnet olmak” denilir. Ancak pratik kullanımın dışında sünnet kavramı yine dini terminolojinin günlük kullanımında “Efendimiz’in yaptığı her şey” anlamına sahiptir. Dolayısıyla Efendimiz’in (sas) örneğin sabah namazının farzından önce kıldığı iki rekât namaza veya abdest alırken ağza su vermesine sünnet denildiği gibi sarık sarmasına, misvak kullanmasına ve benzeri uygulamalarına da sünnet denilebilmektedir. Bu manadaki “sünnet” kavramı yaptırım açısından farz veya vacipten daha alt seviyededir.

 

Hemen dipnot olarak belirtelim ki: Efendimiz’in (sas) örneğin yemeğe Besmele ile başlanmasına dair açık bir beyanı ve bu yönde kendi uygulamaları vardır. Bu tavsiye beyanına teknik açıdan farz denilemeyeceği için sünnet denilmiştir. Ancak diğer yandan Efendimiz’in (sas) bir konudaki tavsiyesinin kıymeti başkadır ve o tavsiyeler de çok ama çok önemlidir.

 

Sonuçta bu kadar geniş anlam içeriğine sahip olan, çok fazla anlama gelen bir kavram hakkında hüküm bina etmek zordur. Çünkü insanlar aynı kavramdan farklı şeyler anlayabilmektedirler.

 

Bu noktada gelenekte sünnet kavramı “Efendimiz’in yapageldiği herhangi bir davranış” olarak anlaşılınca Efendimiz’in yapageldiği her davranışın taklit edilmesinin sevap olup olmadığı hususu ayrıca düşünülmesi gereken bir mesele hâline gelmektedir.

Bu konu hakkında daha detaylı bilgi için “Sünnet Kavramı Üzerine” yazımızı inceleyebilirsiniz.

 

Sarıkla İlgili Hadisler ve Uygulamalar

 

Kur’an’da sarıkla ilgili bir ifade yer almamaktadır. Hadis kitaplarında ise doğrudan veya dolaylı olarak sarıktan bahsedilen pek çok rivayet vardır.

 

Örneğin zemin aşırı sıcak iken sarık üzerine secde edilebileceği, ihramlıyken sarık sarılmaması, abdest alırken sarık üzerine meshedilmesi, Mekke fethinde Efendimiz’in siyah bir sarık sarması gibi konular hadis kitaplarında aktarılmıştır.1

 

Ancak dikkat edilirse bu rivayetlerin hiçbirisi namaz kılarken veya gündelik hayatta sarık sarmanın dini açıdan fazileti veya sevabı hakkında değildir.

 

“Bizimle müşrikler arasındaki fark, başlıklar üzerindeki sarıklardır.”2 şeklinde Tirmizi’de bir hadis yer almaktadır ancak bu hadis alimler tarafından zayıf görülmüştür. Dolayısıyla herhangi bir konuda delil teşkil etmemektedir.

 

Sahihlik açısından muteber kabul edilen hadis kitaplarında yer almayan ancak ikinci derecedeki hadis kaynaklarında bulunan hadislere gelince:

 

-Sarıkla kılınan namazın sarıksız kılınan namazdan 70 kat daha faziletli sayılması,3

-Sarık sarmanın kişinin vakarını artıracağı,4

-Sarığın meleklerin siması ve nebilerin sünneti olduğu,5

gibi rivayetlerin ise zayıf veya uydurma oldukları konusunda alimler arasında fikir birliği vardır.

 

Söz konusu rivayetler, sahabe uygulamaları ve alimlerin konu hakkındaki değerlendirmeleri sonucunda sarıkla namaz kılmanın hükmü veya fazileti konusunda üç farklı yaklaşım bulunmaktadır:

 

Birinci Görüş: Sarık sarmak ve sarıkla namaz kılmak sünnettir. Bu konudaki rivayetler her ne kadar zayıf ya da uydurma da olsa Müslümanların bu konudaki uygulamaları ve rivayetlerin birbirini desteklemesi bunun sünnet olduğunu göstermektedir.

 

İkincisi Görüş: Allah Rasulü’nün (sas) günlük hayatında sarık sarması Onun içinde yaşadığı toplumun örf ve geleneğine uymasıyla ilgilidir. Ancak sarıkla namaz kılmanın faziletiyle ilgili rivayetler bunun dini açıdan teşvik edildiğini göstermektedir. Dolayısıyla namaz kılarken sarık sarmak sünnettir.

 

Üçüncü Görüş: Sarık; kültür, görenek ve iklim şartları nedeniyle ortaya çıkmış bir kıyafettir. Ayrıca sarık, İslam öncesinde de kullanılmıştır. Sarıkla namaz kılmanın fazileti hakkındaki hadisler arasında sahih hadis yoktur. Bu konudaki hadislerin hepsi ya zayıf ya da uydurmadır. Dolayısıyla sarık sarmanın dini açıdan bir değeri yoktur.

 

İlk iki görüş hakkında dikkat çeken nokta şudur: Bu iki görüşe göre de namazda sarık sarmanın faziletiyle ilgili sahih bir hadis yoktur. Önemli olan bu konuda sahih bir hadis olması değil zayıf veya uydurma hadislerin birbirini desteklemesi ve Müslümanların uygulamalarıdır. Bu görüş tartışmaya açıktır. Çünkü bir konuda onlarca hatta yüzlerce uydurma hadis de bulunsa bu durum o konunun sünnet olduğuna bir delil oluşturmaz. 

 

İbadetlerde Erkeklerin Başlarını Kapatmalarının Manası

 

Erkeklerin namazda veya namaz dışında başlarının kapalı olması kültürümüzde tevazu ve edep göstergesidir. Bazı yerlerde ise başını tamamen açık bırakmak kendini zelil kılma ifadesidir.

 

Örneğin bir yağmur duasına çıkıldığında kulun Allah’a karşı kendi küçüklüğünü, zilletini, acz ve fakrını göstermesinin bir alameti olarak takke veya sarık çıkarılarak yere konabilir. Efendimiz de (sas) ihramlı iken gömlek ve sarık giyilmemesini istemiştir. Hatta öncelikle terlik giyilmesini, terlik bulamayanın mestlerini (ayakkabı) giyebileceğini söylemiş, onların da topuktan aşağısını ayırmalarını istemiştir.(6) Çünkü ihram kıyafeti müminin Allah karşısındaki aczinin, fakrının, zilletinin, kulluğunun bir göstergesidir. 

 

Ancak ihramlı olma dışında ibadetlerde ve dualarda başı kapalı tutmak da bir edep, saygı ve disiplin göstergesidir.

 

Diğer yandan “Ey Ademoğulları! Her namazda mescide giderken süslerinizi/güzel elbiselerinizi giyinin!”(7) ayeti ile de namaz esnasında setr-i avretin, yani giyinik olmanın, bunun da ötesinde uygun bir şekilde giyinik olmanın önemi işaret edilmiştir. Bu ayet geleneksel tefsirlerde setr-i avret bağlamında ele alınsa da ayetin özellikle bayram, teravih veya Cuma namazlarında olduğu gibi günlük vakit namazlar için de temiz ve uygun giyinilmesine işaret ettiği söylenmelidir.

 

Bu bağlamda Allah Teala’nın huzuruna çıkmak manasına gelen namaz için insanın uygun giyinmesinin, bu giyime ek olarak tevazu, saygı, edep veya disiplin açısından da takke takması veya sarık sarmasının fazladan bir sevabı olduğu söylenebilir. Ancak bu sevabın “70 kat” gibi sahih bir hadiste geçmeyen ibarelerle anlatılması da makul görünmemektedir.

Ayrıca bunun, yani namaz kılmak için takke veya sarığın şart olmadığı da unutulmamalıdır. Hatta ev içinde kılınan namazlarda küçük çocuklar veya gençler evin içinde kılınan namazları öncesinde ayrıntılı hazırlıklar yapılan, uzun tutulan ve ardından dakikalarca tesbihat yapılan namazlar şeklinde görmeleri halinde namaza karşı bir çekingenlik duymaları da mümkündür. Böyle bir ihtimal de unutulmamalıdır. Elbette bu ihtimale binaen özellikle takkesiz-sarıksız namaz kılınmalıdır ve namazlar kısa tutulmalıdır denilemez ancak namazla yeni tanışan nesillere bu meselenin şart olmadığı da hissettirilmeli veya anlatılmalıdır.

 

Namazı günlük hayatın içine tam manasıyla dahil etme, bir açıdan pratikleştirme adına her zaman uzatmamak, ayrı ve özel kıyafetler giymemek de belli faydalara sahiptir denilebilir. Fakat mizaca veya başka değişkenlere bağlı olarak da bir insan “Ben Allah’ın huzuruna çıkıyorum, elbette özel giyineceğim, ekstra hazırlık yapacağım.” diyebilir.

 

Elbiselerin İnsan Üzerindeki Etkisi

 

Giyinmenin ve kıyafet seçiminin hem bireysel hem de toplumsal yönleri vardır. Böylece giyim ve bu konudaki tercihler bireysel açıdan psikolojimizi, toplumsal açıdan da sosyolojimizi etkilerler veya onlardan etkilenirler.

 

Üniforma, takım elbise gibi eğitim veya herhangi bir iş kolu açısından zorunlu kıyafet türleri dışında herhangi bir andaki psikolojik durumumuz o andaki giyim tercihimizi yakından etkileyecektir. Hatta pek çok asker veya memur bu psikolojik etki nedeniyle üniformaları veya takım elbiseleri üzerinde, yasal sınırlar içinde kalacak küçük oynamalar yapabilmektedirler. Bu durum psikolojik modun kıyafet tercihi üzerindeki etkisidir. Aynı şekilde kıyafet tercihleri de anlık psikolojik modlarımız üzerinde etkilidir. Yeni bir giysinin insanı farklı ve olumlu hissettirmesi veya tüketim toplumunun çarpık bir geleneği olarak depresif anlarında daha fazla giyim alışverişi yapanlar bu duruma örnek verilebilir.

 

Diğer yandan bazı kıyafetlerin insanı belli türden işleri yapmaya yönlendirmesi gibi bir durum da söz konusudur. Kişisel veya mizaca dayalı farklılıklar mahfuz olmak üzere; örneğin evden çalışanların evin içinde pantolon giydiklerinde eşofman veya pijama giydikleri zamanlara göre daha verimli çalışmaları mümkündür.

 

Bu bağlamda namaz kılarken cübbe giymenin veya sarık sarmanın ekstra bir sevabı olup olmayacağı tartışılabilir. Hatta bunların fazladan bir sünnet sevabı getirmeyeceği, en fazla namazda konsantrasyona hizmet edeceği de iddia edilebilir. Ancak; “Allah Teala’nın huzuruna çıkıyor olma”, “kulluğunun bir nişanesini ortaya koyma”, “Günlük uhrevî görevlerini yerine getirme” gibi motivasyonlar açısından cübbe giymenin de sarık sarmanın da kendine özgü bir anlamı vardır. Takke, sarık veya cübbenin sünnet olup olmaması hususu bir yana, insan psikolojisinin realitesi açısından etkili oldukları veya olacakları da şüphesizdir. Tabii ki bu durum kişiden kişiye değişebilir ve bunun formel bir zemine oturtulması, bir yasa maddesi kuruluğunda ele alınması her zaman doğru olmayabilir. Ancak genellikle takkeyle kılınan namazın takkesiz kılınandan, sarıkla kılınan namazın da sarıksız kılınan namazdan daha iyi olacağı, en azından o anda yapılan işe (namaza) daha fazla konsantre olmayı sağlayacağı söylenebilir.

Bilgi ve Dinin Bilgi Boyutu
 

Dini bir konuda şu ilkeyi unutmamalıyız: Din de bir bilgi alanıdır. Yani din, belli türden bilgiler bütünüdür. Mahiyet itibariyle her şey ilme yani bilmeye dayandığı gibi din de o konudaki bilgi değeri olan ayet ve hadislere dayanır. Bilgi olması itibariyle aynen veri bilimindeki bilgiler gibi, gözlem ve deneyle elde edilen veya gazete haberlerinde geçen enformatif bilgiler gibi, yahut gündelik hayatımızı sürdürmeye yarayan pratik bilgiler gibidir.
 

Bir veri bilimciyi ele alalım. Veri bilimci verileri nereden ve nasıl alacağını iyi bilir, verileri sınıflandırır, onların analizini yapar, verilerdeki eksikleri saptar, ilgili problem ekseninde verileri biçimlendirir, verilerle yeni modeller oluşturur ve bu modelleri uygulama yazılımlarına konuşlandırır, verileri görselleştirme teknikleri kullanır, hipotezler geliştirir ve yeni çıkarımlarda bulunur. Bütün bunları yaparken de eğitim, zeka, kavrayış ve bilgi düzeyi her aşamada etkili olur. Dini bilgiler de bir bilgi türüdür. Bu bilgi türü de onu yorumlayan kişinin zekasına, hayat görüşüne, genel duygu ve düşüncesinin kapsayıcılığına, anlayış zenginliğine, metodolojik hatalardan kaçınabilmesine bağlıdır. Dini bilgiler veya ayet ve hadislerden elde edilen veriler cahilce, mantıklı bir yöntem gözetmeden analiz edilirse dar ve sığ yorumlar ortaya çıkacaktır. Daha zeki, inceliklere daha çok dikkat eden, yöntemi belli bir tarzda yorumlanırsa daha farklı sonuçlar çıkacaktır.

 

Dini bilgi kendi başına her zaman mutlak bir sonuç vermez. Çünkü örneğin bir ayetin yorumlanmasında konuyla ilgili nasih ve mensuh ayetler vardır, umumi ve hususi ayetler vardır. Bir hadisin yorumlanmasında da örneğin yorumlanacak hadiste aslında Efendimiz (sas) özel bir durum için bir söz söylemiştir ancak hadisi okuyan kişi bu özel durumu kaçırmıştır. Bazen de kullanılan kelimelerin yaygın sözlük anlamlarıyla özel deyim anlamları karışabilmektedir. Bu ve benzeri hatalar sonuçta yorumların da hatalı olmasına yol açmaktadır.

 

Dolayısıyla hadislerden çıkarılan yorumların da bazen hatalı olması mümkündür.

 

Örneğin Mutarrif bin Abdullah’ın babasından naklettiği bir hadis-i şerifte “Beni Amir kabilesi heyetiyle Allah Rasulü’nün yanına gitmiştik ve ona “Sen bizim efendimizsin!” diye hitap ettik. O da “Efendi Allah’tır!” buyurdular. Biz de “Fazilette en ileri olanımız, mertlikte en önde gelenimizsin!” dedik. Bize “Söyledikleriniz her zaman bu veya buna yakın olsun. Şeytan sizi abartılı övgülerde koşturmasın!” buyurdular.(8) 

 

Bu hadisten yola çıkarak belirli bir meşrepteki bazı insanlar “Peygamberlere ve Peygamberimize “Efendimiz!” denilmesi şirktir.” gibi bir sonuca ulaşmışlardır. Ancak bu hatalı bir yorum, yanlış bir çıkarımdır. Çünkü bu konudaki farklı hadisler ve bir kelimenin farklı cümlelerde farklı anlamlarda kullanılabileceği gibi basit bir dilbilim ilkesi göz ardı edilmiştir.

 

Örneğin Efendimiz (sas) konuyla ilgili bir başka hadiste “Kıyamet günü insanların efendisi (seyyidi) benim.”(9) buyurmuştur.

 

Bir başka hadiste de Hz. Hasan (ra) için Seyyid (Efendi) tabirini kullanarak “Bu oğlum seyyiddir, Allah onunla iki büyük taifenin arasını bulur, barıştırır.”(10) buyurmuştur.

 

Hz. Ömer (ra) de Hz. Ebu Bekir (ra) ve Hz. Bilal Habeşi (ra) için “efendi-efendimiz” tabirlerini kullanmakta bir beis görmemiş, bir ortamda “Ebu Bekir bizim efendimizdir, efendimizi (Hz. Bilal’i) azad etmiştir.”(11) demiştir.

 

Demek ki Seyyid ve Efendi-Efendimiz gibi kelimeler peygamberler için de peygamber olmayan insanlar için de kullanılabilmektedir. O hâlde Efendimiz’in (sas) kendisine gelen heyetin kendisi için “Efendimizsin” demelerine mukabil “Efendi Allah’tır!” buyurmalarının başka bir nedeni olmalıdır. Sırf bu hadise bakarak “İnsanlar için efendi tabirini kullanmak şirktir.” gibi bir hüküm çıkarmak abestir, yanlıştır.

 

Sevap Olan Ameller Nasıl Anlaşılır?

 

Herhangi bir konunun, bir fiilin, amelin veya bir şeyi terk etmenin dini bir sevabı olabilmesi ve bizim bunu bilebilmemiz için Efendimiz’in (sas) açıkça o konuda “Bu sevaptır…Allah’ın rızası bundadır…Cennette şu kadar mükafatı vardır…Bunu yapan kurtulur…Bunu terk etmeyene ateş dokunur…” gibi doğrudan veya dolaylı olarak konuyu ahirete bağladığı beyanları olmalıdır.

 

Efendimiz’in açık beyanları dışında herhangi bir şey mantıken o beyanda ifade edilen konunun parçalarından veya gereklerinden birisi ise onun için de belki sevap vardır denilebilir.

 

Bunun dışında Efendimiz’in (sas) kendi açık ifadesiyle sevap veya günah olarak bildirmediği meseleler için sevap veya günah dememiz hatalı olacaktır.

 

Diğer yandan; bir konunun dini değeri olması için bu ilk maddeye bağlantılı biçimde Efendimiz’in (sas) onu ihdas etmiş olması yani kendisinin yeniden ortaya koyup ifade etmiş olması ya da özelliklerini ifade etmesi gerekir. Mevcut bir şeyi aynen devam ettirip onun için de sevap veya ikab (ceza) ifadesi kullanmamışsa biz o olayda bir sevap veya ikab olduğunu söylemeyiz.

 

Örneğin, Efendimiz (sas) binek olarak deveye, ata, katır veya eşeğe binmiştir. Sırf bu nedenle deveye binmek sünnettir, sevaptır diyemeyiz. Efendimiz’in (sas) özellikle “Deveye binmek sevaptır.” gibi bir beyanı da yoksa, açık beyan dışında o dönemde hiç kimse deveye binmezken ilk defa deveyi ehlileştiren ve binen Efendimiz olmamışsa o fiilde bir sevap olduğunu söyleyemeyiz.

 

Aynı şekilde kerpiç evde oturmak sevaptır diyemediğimiz gibi çadırda ikamet etmenin sevap olduğunu da söyleyemeyiz.

 

Aynı şekilde hurma yemek sevaptır diyemediğimiz gibi savaşlarda kılıç ve mızrak kullanmak sevaptır da diyemeyiz.

 

Efendimiz (sas) deveye binmiştir, kerpiç evde oturmuş bazen çadırlarda ikamet etmiştir. Hurma ve kabak yemiş, savaşlarda ata binmiş, kılıç ve zırh kullanmıştır.

 

Bu durumda sırf Efendimiz (sas) yaptı diye deveye binmenin, kerpiç evde oturmanın, hurma ve kabak yemenin, savaşlarda ata binip kılıç kullanmanın sevap veya sünnet olduğunu söylemek anlamsızdır.

 

Ancak: Hurma veya kabak yemeye besmele ile başlamak, yedikten sonra hamd etmek, Efendimiz’in (sas) besmele ve hamd ile ilgili hadislerini hatırlayarak yemeği o tefekkür içinde yiyebilmek, yerken önünden yemek, öncesinde ve sonrasında elleri yıkayıp temizlemek gibi bizzat tavsiye buyurduğu hususları yapmakta bir sevap vardır. Bununla birlikte anlaşılacağı üzere bu sevap sırf hurma veya kabak yemek sonucu oluşan bir sevap değildir. Hurma ve kabağı Efendimiz’in (sas) beyanları ekseninde yemiş olmaktır.

 

Sarık ve cübbe gibi giysiler konusunda da görüyoruz ki Efendimiz (sas) kavminin giyindiği gibi giyinmiştir. Kavminin içinde müşrikler de vardır. Sonuçta o dönemde Arap yarımadasında giyinen insanlar nasıl giyiniyorlarsa Efendimiz de (sas) Müslümanlar da o şekilde giyinmeye devam etmişlerdir.

 

Sarığı özellikle Efendimiz (sas) ihdas etmiş, ortaya çıkarmış değildir. Ebu Cehil ve Velid bin Muğire gibi İslam düşmanları da sarık sarmaktadırlar. Efendimiz (sas) ve ashabı da, diğer Arap kabileleri de sarık sarmaktadırlar. İslam bu kıyafetlerin hiçbirine dokunmamış, sadece kıyafetlerin tesettür ölçülerine uygun olması, temiz olmaları, kibir ve gösteriş vasıtası olarak kullanılmamaları, israf edilmemeleri gibi hususlarda bir düzenleme getirmiştir. Bunun tek istisnası erkeklere ipekli giymenin yasaklanmasıdır.

 

Bu nedenlerle sarıklı veya cübbeli olmanın kendi başına bir sevabı vardır denilemez. Ancak sarık veya cübbenin tesettürü, namaza konsantre olmayı daha iyi sağlaması gibi namazla ilişkili faydaları nedeniyle bir sevabı olduğu söylenebilir. Bu ikisinin ayırdı iyi yapılmalıdır.

Mücerret Niyet Sevap Kazandırır mı?
 

Bir insan sırf Efendimiz’e (sas) benzeme niyetiyle bir şey yaparsa sevap kazanır mı? 
 

Bu soruya pozitif cevap vermek ilk bakışta makul görünmektedir ancak dikkatli düşününce bu soruya rahatlıkla “evet” demek zordur. Çünkü herhangi bir işin yapılmasından (ki bunlar genellikle günlük hayattaki pratiklerdir) sırf Efendimiz’e (sas) benzeme niyetiyle sevap kazanılabileceği söylenirse bunu insanlara sürekli yapmalarını da söylemeniz gerekecektir. 

 

Örneğin öğlen namazının ilk ve son sünnetlerini kılmak gereklidir ancak bu sünnetler farz değillerdir. Diğer yandan hastalık, gerçek enerjisizlik, namaza yeni başlama gibi durumlar dışında bu sünnetlerin terk edilmesi dinen kınanacak bir davranıştır. Sonuçta öğlen namazının sünnetlerini kılmanın sünnet veya Efendimiz’e (sas) benzeme niyetiyle yapılmasının bir anlamı ve sevabı olacaktır. Bunu da bütün insanlar için genelleştirmek mümkündür ve doğrudur.

 

Ancak örneğin herkesin her durumda sarık sarması bırakın sünnet sevabı getirmesini bazen doğru ve makul bir davranış bile olmayabilir. Bu konuda klasik kitaplarımızda bir beldenin örfü, adeti, geleneği olmayıp da o belde halkının dikkatlerini fazlasıyla çeken kıyafetleri giymenin doğru olmayacağı söylenir. Hatta Şafiilere göre kişinin itibarına gölge düşüreceği için böyle giyinenlerin mahkemelerde şehadetleri de geçerli sayılmayabilir.

 

Bu nedenlerle Efendimiz’in (sas) sevap olduğuna dair açık beyanı olmayan ve aklî olarak bu beyanlardan zorunlu olarak çıkarılabilecek sonuçlar dışındaki davranışların sırf halis bir niyet nedeniyle sevap kazandıracağını söyleyemeyiz.

 

Çünkü öncelikle ilkesel olarak herhangi bir davranışın sevap kazandırıp kazandırmayacağını ancak Kur’an veya Efendimiz’in (sas) açık beyanlarıyla öğrenebiliriz. Bunun dışında “Falanca davranış halis bir niyetle yapılırsa sevap kazandırabilir.” demek ancak zandır ve zan ile hüküm kurulmaz. Bu konuda “Sünnet Uyma Motivasyonu” yazısının tekrar gözden geçirilmesini tavsiye ederiz. Özetleyecek olursak: Bir insan sırf Efendimiz’e (sas) benzeme niyetiyle yaptığı bir fiilden her zaman ve her durumda kesinlikle sevap kazanır diyemeyiz. Çünkü bu ilkesel ve genellenebilir bir hükümdür. Ancak bu konudaki ilke şudur: Bir şeyin sevap olması o konuda açık ayet ve hadislerin bulunmasına bağlıdır. O hâlde mücerret niyet kesinlikle sevap kazandırır demek doğru olmayacaktır.

 

Diğer yandan bir insan sadece Efendimiz’e (sas) benzeme motivasyonu ile, duygusal bir dolulukla herhangi bir davranışta bulunursa bundan sevap kazanabilir. Bu farklı bir durumdur ve Allah Teala’nın lütfuna, ihsanına, rahmetine bakan yönlerle ilgilidir. Bu bağlamda namaz kılmadan önce sarık sarmak insana daha iyi namaz kılması yönünde teşvik edici bir fayda sağlayacaksa dolaylı olarak sarık sarmanın sevap kazandıracağı zaten açıktır.

 

“Müslümanın Kıyafeti”
 

Efendimiz (sas) zamanında müminlerin ileri gelenlerinin de orta sınıflarının da kendilerini diğer insanlardan ayıran özel kıyafetleri yoktu. Bazı müminlerin bazılarından daha mütevazı veya daha şık giyinmeleri söz konusu olabilir ancak bu farklı bir durumdur. O insanların elbiseleri temizdir, aşırı gösterişli değildir ancak her halükarda çevrelerinden farklı giyinmek şeklinde bir uygulama yoktur. Efendimiz (sas) böyledir. Ashab böyledir. Tebe-i tabiin de böyledir. 

 

Budizm, Hristiyanlık ve Yahudilikte din adamlarının farklı üniformaları vardır. Bizim de geçmişimizde Mevlevilik gibi bazı tarikatlarımızın kendilerine özgü kıyafetleri olmuştur. Bunun mürit ve talebe disiplini gibi açılardan olumlu bir anlamı ve faydası olabilir. Ancak bir mezhebe veya bir dine (ki bu din İslam olsa bile) ait olmayı belirli kıyafetlere, biçimlere hapsetmek dinin ruhunu zedelemek demektir. Bu da bizden önceki ümmetlerin içine düştüğü büyük hatalardan birisidir.

 

Sonuç
 

Her Müslümanın namaz için özel bir giysi tercihi olabilir. İnsan namazda daha disiplinli veya daha huzurlu olacağına inanıyorsa takke, sarık, cübbe giymeyi tercih edebilir. Böylece kendini Efendimiz’in (sas) iklimine daha yakın hissetmesi de mümkündür.

 

Yine her Müslüman namazı günlük kıyafetleri nasılsa onlarla kılmayı da tercih edebilir. Çünkü Efendimiz (sas) böyle yapmış, namazlarını günlük kıyafetleriyle kılmıştır. Sarık da Efendimiz’in ve arkadaşlarının günlük kıyafetlerindendir. Namaza özgü bir aksesuar veya giysi değildir.

 

Mesele daha çok sarık, cübbe, takke gibi giysilerin günlük kıyafet olarak kullanılmadığı kültürlerde bu giysilerin namaza özgü olarak tercih edilmesinin ekstra sevap olup olmayacağı ile ilgilidir. Bunun da iki yönü vardır:

 

Namazda sarık, cübbe veya takkenin ekstra sevap kazandıracağını söylemek için bu konuda ayet veya hadislerde açık beyan bulunmalıdır. Oysa bu yönde bir ayet veya sahih hadis yoktur.

 

Namaz disiplini, namazdaki konsantrasyon, kendini namaza daha uygun hissetme gibi açılardan takke, sarık veya cübbenin bir faydası olduğu söylenebilir. Bu durumlar her zaman herkes için geçerli değildir. Geçerli olan kişiler için sevap kazandıracağı söylenebilir.

 

İslam’a uygun kıyafet temiz olan, kibir göstergesi olmayan ve tesettüre uygun olan kıyafetlerdir. Bunun dışında İslam’ın kendine özgü bir giyim tarzı, kıyafet veya aksesuar dayatması yoktur. 
 


 

1 )  Buhari, Salat, 23; Müslim, Taharet, 81; Ebu Davud, Libas, 25

2  ) Tirmizi, Libas, 41

3  ) Deylemi, Taç, I/169

4  ) Mecmauz-Zevaid, V/19

5  ) Taberani

6  ) Buhari, Hac, 21; Müslim, Hac, 1

7  ) A’raf, 31
8  ) Ebu Davud, Edeb, 10

9  ) Buhari, Enbiya, 3; Müslim, İman, 237

10  ) Buhari, Sulh, 9; Ebu Davud, Mehdi, 8

11  ) Buhari, Fezailul-Ashab, 23