Hadisler Güvenilir midir ve Hadisler Dinde Temel Kaynak mıdır? | Tek Parça
Soru: Hadisler dinde temel kaynak mıdır? Hadislere niçin ve nasıl güvenebiliyoruz?
Cevap: Soru bir bütünün parçaları gibi görünse de aslında iki ayrı kategoride değerlendirilmelidir. Hadislerin dinde temel kaynak olup olmaması bir şeyin bilgi olarak aslî kıymetinin ne olduğuyla ve bizim hareketlerimizi belirleyip belirlemeyeceğiyle, yani bağlayıcılığı ile ilgilidir. Hadislere güvenmek ise bir bilginin bize aktarılış biçimi ve doğru bir kaynaktan gelip gelmediğine güvenmek ile ilgilidir.
Örneğin geçmişte özellikle de uzun dönem askerlik yapanlar şunu iyi bilecektir: Askerler arasında askerlik süresinin uzatıldığı veya kısaltıldığı hakkında neredeyse her teskere döneminde bir şayia ortaya çıkardı. Daha sonra o şayia mantıksal bir gerekçeye oturtulmaya çalışılırdı. Örneğin; “Terör olayları arttığı için askerlik süresi uzatılmış.” veya “Seçimler yaklaştığı için askerlik süresi kısaltılmış.” denilirdi. Ancak çok büyük istisnalar dışında bunların her ikisi de olmaz, askerlik ne uzatılır ne de kısaltılırdı. Burada önemli olan meclisin veya devletin askerlik süresini uzatma veya kısaltma yetkisinin olup olmaması değildir. Devletin böyle bir yetkiye sahip olduğu açıktır ve kimse bu konuda şüphe etmemektedir. Asıl tartışılan konu devletin gerçekten bu yetkisini kullanıp kullanmadığıdır. Bu da yayılan şayianın kaynağının doğruluğuyla ilgilidir ki öncekinden daha farklı bir konudur.
Bu ayrımı netleştirdikten sonra bu bağlamda diyebiliriz ki; bugün elimizdeki hadis rivayetleri hem düz metin olarak hem kelime anlamları hem de onlardan çıkarılacak hükümler açısından farklı değerlendirmelere tabi tutulabilirler.
Herhangi bir insanın herhangi bir kitapta karşılaştığı bir hadis metniyle ilgili;
- Bu sözü hakikaten Efendimiz (sas) mi söylemiştir?
- Bu söz Efendimiz’e (sas) ait ise gerçekten kitapta bahsedilen anlama mı gelmektedir?
- Bu hadisten hakikaten kitapta bahsedilen hüküm çıkarılabilir mi?
sorularını sorması son derece doğaldır ve hatta gereklidir.
Hadislerin Güvenilirliği
Hadislerin güvenilirliği ile ilgili problemleri üç başlıkta toplayabiliriz:
Birincisi: Hadis metninin bizzat kendisinin hatalı olması yani sahih olmamasıdır.
İkincisi: Metin doğru veya sahih iken metnin tercüme ile gelen veya Araplar için doğru anlaşılan kısmının bizim için hatalı olması, doğru anlaşılmamasıdır.
Üçüncüsü: Doğru anlaşılmış bir hadis metnin yanlış bir hüküm çıkarılmasıdır.
Şimdi bu maddeleri açalım:
Hadis olarak söylenen sözlerin bazıları hiçbir şekilde hadis değildir. Çünkü o sözü Efendimiz’in (sas) dışında kimin, ne zaman söylediğine dair elimizde güçlü deliller vardır. Örneğin “Ebrarın (iyi/salih kulların) hasenatı (güzel amelleri) mukarrabin (Allah’a yakın olan kulların) için seyyiat (kötü amel) sayılır.” sözü bir dönem hadis zannedilmiştir ancak bu sözün Ebu Said el Harraz isimli bir sufiye ait olduğu tespit edilmiştir.1
Hadislerin bazıları da sarkacın diğer ucunda yer alır. O hadisler sahihtir. O kadar ki sahabeden duyabileceğimiz kadar kesindir.
Burada bilerek “Efendimiz’den (sas) duyabileceğimiz kadar kesindir.” demek yerine “Sahabeden duyabileceğimiz kadar kesindir.” ifadesini kullandık. Çünkü Efendimiz’den duymak daha başkadır. Fakat Efendimiz'in sözlerini, fiillerini, anlattıklarını, davranışlarını, yaşadıklarını aktaran sahabeden duymuş kadar güvenebileceğimiz hadisler vardır.
Bununla birlikte hadislerin kiminin metni doğrudur fakat hadise verilen anlam yanlıştır. Kelimenin anlamı zamanla değişmiştir. Mesela “Din nasihattir.” hadisinde durum böyledir. Bu hadisin asıl metni tam olarak şu şekildedir: Rasullullah (sas) buyurdular ki: “Din nasihatten ibarettir!” Yanındakiler sordu: “Kimin için ey Allah'ın Resulü?” “Allah için, kitabı için, Resulü için, Müslümanların imamları ve hepsi için! Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona yardımını kesmez, ona yalan söylemez, ona zulmetmez. Her biriniz, kardeşinin ayinesidir, onda bir rahatsızlık görürse bu rahatsızlığı ondan gidersin.”2 Bu hadis sahihtir, metni doğrudur. Ancak hadisteki “nasihat” kelimesinin “öğüt verme” olarak anlaşılması yanlıştır. Çünkü Allah’a veya Rasulüne nasihat etmek gibi bir durum söz konusu olamaz. Bu hadisteki nasihat kelimesi, karşı tarafın (rutin davranışlarımız veya mekanik iyiliklerimiz dışında) iyiliğini isteyerek, ona saygı göstererek, samimiyet ve sadakat ekseninde ona en iyi şekilde davranmak demektir. Dolayısıyla Allah’a nasihat, Allah Teala hakkında doğru, uygun, iyi ve güzel bir düşünce içinde bulunup O’na karşı muhabbet duymak ve saygılı davranmaktır. Allah Rasulü'ne (sas) karşı nasihat; O’na sevgi ve saygı duyup sünnetine karşı samimiyet ve sadakat içinde olmaktır. Müslümanların emirlerine yani yöneticilerine karşı nasihat; onlara meşru işlerinde itaat etmektir. Müslümanlara karşı nasihat; onlara samimi davranmak, kötülüklerini istememek, aralarında fitne çıkarmamak, sevgi, şefkat ve saygı ekseninde davranmaktır. Hadis metninde geçen nasihat kelimesinin asıl anlamı budur. Öğüt vermek ise oldukça dolaylı bir anlamdır ve bu geniş anlamlı kavramın içinde çok küçük bir parçadır.
Diğer yandan bazı hadislerde hadise verilen anlam doğrudur fakat hadisten çıkarılan hüküm yanlıştır. Mesela “Şu hadisin şu ifadesinden anlıyoruz ki bu mesele haramdır/farzdır.” şeklinde verilen bir hükümde hatalar olabilir. O hükme ulaşırken yapılan akıl yürütmede yanlışlıklar bulunabilir. Burada hadisin metni ve manası açıktır ancak bu hadisten öyle bir hüküm çıkarmak yanlıştır.
Örneğin İbnü’l Kâs isimli bir Şafii alimi Hz. Enes bin Malik’in (ra) rivayet ettiği bir hadisten altmış hüküm çıkarmıştır. Hadis (farklı varyantları olmakla birlikte) şu şekildedir: “Ebu Talha’nın künyesi Ebu Umeyr olan bir oğlu vardı. Nebi (sas) Ümmü Süleym’in yanına geldiği zaman Ebu Umeyr ile şakalaşırdı. Bir defasında onun üzgün olduğunu görünce “Ebu Umeyr’in hali nedir, niye üzgün?” diye sordu. Oradakiler “Oynadığı nuğayr (Ebu Umeyr’in oynadığı kuşun adı) öldü ey Allah’ın Rasulü!” dediler. Bunun üzerine Nebi (sas) “Ey Ebu Umeyr, ne olduğu nuğayr?” dedi.3
Bu hadise arka planıyla birlikte baktığımızda şunları görüyoruz: Efendimiz (sas) Hz. Enes’in (ra) ailesinin evine teklifsizce girip çıkar, bazen orada kaylule yapar, onların evinde namaz kılar ve kıldırırdı. Evin küçük çocuğu Ebu Umeyr de Nuğayr ismi verilen bir kuşla oynamaktadır. Bir gün Efendimiz (sas) yine o ailenin evine gelince Ebu Umeyr’in üzgün olduğunu görmüş, sebebini sorunca kuşun öldüğünü söylemişler, Efendimiz (sas) de o küçük çocuğa tabiri caizse bir nevi espri yapmıştır.
İbnü’l Kâs isimli alim bu hadisteki bir fiilin yapılış şeklinin bile dini bir hüküm ifade ettiği düşüncesiyle hareket etmiştir. Efendimiz (sas) Hz. Enes’in annesi Ümmü Süleym’in (rh.a) evine ziyarete gittiğinde tek başına gitmiştir. Buradan hareketle İbnü’l Kâs, “Yöneticilerin hâcib (vezir) edinmeleri mekruhtur.” şeklinde bir hüküm çıkarmıştır.4 Halbuki o hadisten böyle bir hüküm çıkarmak yanlıştır. Çünkü Efendimiz’in (sas) söz ve fiillerinden hukuki bir sonuç, bir hüküm çıkarmak için söz ve fiilin biçimi tek başına ele alınamaz. Söz ve fiilin biçimine ek olarak Efendimiz’in (sas) o sözü söylerken veya o fiili işlerken bulunduğu konum, hangi sıfatla o fiili işlediği veya o sözü söylediği de önemlidir. Bunun yanında bağlam konusu da unutulmamalıdır. Ayrıca tek bir hadisten hüküm çıkarmak da genellikle yanlıştır çünkü konuyla ilgili bütün hadislerin bir arada değerlendirilmesi gerekir.
Hadisleri Ayıklamak (Bilinçli İncelemek)
Hadislerle ilgili herhangi bir insanı rahatsız edebilecek kadar yanlış, eksik, hatalı durumlar vardır. Bu nedenle hadislerin ayıklanması, yani bilinçli bir incelemeden geçmesi gerekmektedir.
Hadislerin ayıklanmasının gerektiğini ifade etmek insanlara tuhaf gelebilir. Oysa insanlar internetten alışveriş yaptıkları bir sitenin güvenirliğini kontrol ederler. Güncel bir örnek olarak, yurtdışında yer alan bir internet sitesi üzerinden matkap alışverişi yapıp ürünü ucuza aldığını düşünen birisine matkap yerine matkap stickerı gönderildiği bilinmektedir. Dolayısıyla internet üzerinden belli bir para karşılığında hizmet sunacağını veya ürün satacağını iddia eden kişi ve kurumlara karşı insanlar genellikle dikkatli ve titiz davranırlar. Yani hem alacakları ürünü hem de satıcıyı bilinçli bir şekilde incelerler.
Benzer şekilde, hastalanan bir insan herhangi bir eczaneye girdiğinde o eczanedeki ilaçların ancak yüzde bir veya ikisinin kendisine faydalı olacaktır. Geri kalan ilaçların çok azı fayda veya zarar vermezken, pek çoğu o kişiye zararlıdır. Dolayısıyla aklı başında hiçbir hasta rastgele bir eczaneye girip “İlaçlar hastaları iyileştirir.” diyerek rastgele bir ilaç kullanmaz. Hatta bazı ilaçlar için heyet raporu gibi özel belgeler gerekir. Dolayısıyla, ilaç kullanırken de bir ayıklama yapılması gerekir.
Yine, dünya üzerinde yetişen ve bizim ulaşabileceğimiz bitkilerin büyük çoğunluğu yenmez. Bunlar az veya çok zehirlidir yahut zararlıdır. Bazı bitkiler de zararsızdır ancak besleyici de değillerdir. Besleyici ve doyurucu olan bitkilerin sayısı çok azdır. Bu bitkiler de insanlık tarihi boyunca çeşitli tecrübelerden ve bilinçli incelemelerden geçirilerek halen kullanılmaktadır.
Yine, internette karşılaşılan her bilginin doğru olduğunu zanneden bir insanın dolandırıcıların yahut bilgi manipülatörlerinin eline düşmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla karşılaştığımız bilgilerin de bilinçli bir şekilde incelenmesi ve öyle kabul yahut reddedilmesi gerekir.
Bütün bu örneklerle anlatmak istediğimiz şudur: Elimizde var olan hadislerin ayıklanmasının bir ihtiyaç olması hadislerin kendisi için değil biz insanlar içindir. Tıpkı var olan bitkilerin bir kısmının faydalı, bazılarının zararlı hatta öldürücü olması gibidir.
Tedavi edici olması için belli bir düzene göre hazırlanan ve prospektüsle insanlara verilen ilaçların büyük çoğunluğunun herhangi bir insan için zararlı olması gibi, insan sözlerinin de faydalısına ve doğrusuna ancak bilinçli bir seçim ile ulaşılabilir.
Bu durum sadece hadisler için geçerli bir mesele de değildir. Örneğin, insanların bilimsel olduğunu iddia ettiği yahut gerçekten bilimsel konular olarak konuştuğu hususların da büyük çoğunluğu ayıklama gerektirir.
Bir adım daha ileri gidelim: İnsanların “Allah böyle buyuruyor.” deyip bir ayetten kendilerine göre anlam çıkararak söyledikleri şeylerin de pek çoğu eksik ve hatalıdır. Bunu söylerken elbette ayetlerde eksiklik ve hata olduğunu kastetmiyoruz. Ancak insanların o ayetlerden kendi anlayıp izah ettikleri meselelerde ciddi hatalar ve eksiklikler bulunabilir.
Bu noktada bir örnek verelim. Hariciler “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, kâfirlerin ta kendileridir.”(5) ayetini referans alarak Hazreti Ali (ra) ve Amr ibn As’ın (ra) kafir olduğuna hükmetmişlerdi. Onlara karşı savaşmayı farz görüp ellerine kılıç alarak Hazreti Ali’ye karşı savaşmaya koşmuşlardı. Bu insanlar bu manayı Kur’an’dan çıkardı. Fakat bunun Kur’an’da anlatılanla, Allah Teala’nın o ayette kastettiği şeyle hiçbir ilgisi yoktu.
Evet, bize ulaşan bilgileri, rivayetleri ve insanların yorumlarını hata ve doğruluk açısından ayıklamamız bir zorunluluktur. Bu zorunluluk, insanların insan olmasından, beşeriyetinden kaynaklanan bir olgudur. Bir insan yeterli anlayış düzeyine sahip olamayabilir, yeterince ilim sahibi olamayabilir, kötü niyetli olabilir, çeşitli zaaflarının esiri olmuş olabilir ve bunların farkında dahi olmayabilir. Dolayısıyla bize Kur’an’a dair ulaşan sözlerin ve yapılan anlatımların da ayıklanması gerekir. Bu ayıklama mevzusu sadece hadis için değil, Kur’an için de geçerlidir.
Bir başka örnek daha verelim. Mesela Osmanlı tarihi okuyorsunuz, o alanda bilgi sahibi olmak istiyorsunuz. Aynı konuya dair piyasadaki farklı kitaplarda çok farklı bakış açıları görecek, aynı hadiselerin bambaşka şekillerde anlatıldığına şahit olacaksınız. Bir hatırata bakıldığında, yaşanmış olumsuz bir olayın sorumlusunun başka bir kişi gösterildiğini; başka bir hatırata baktığınızda bambaşka bir kişi gösterildiğini göreceksiniz. Tarih okurken de profesörden veya araştırmacıdan, gençten veya yaşlıdan, eskiden veya yeniden okuyacağınız bilgilerin büyük çoğunluğunun üzerini silmeniz gerekecektir. Bir ayıklama yapmadan, her okuduğunuz bilginin doğru olduğunu varsayarak ilerlemek gibi bir şansınız yoktur.
Tekrar vurgulayalım: Hadislerin ve hadis olduğu iddia eden rivayetlerin, hadisle aktarılan bilgilerin ayıklanma ihtiyacı hadisin kendisinden kaynaklanmaz. İnsanların yaptığı her şey böyledir.
Özellikle de ortalama insanların ortalama durumlardaki hadis, Kur’an ve din hakkındaki yorumlarını çok fazla kale almamamız gerekir. Bu tür yorumlara gazetelerin sağlık, astroloji veya magazin sayfalarında yer alan haberler gibi muamele etmemiz daha mantıklı olacaktır. Gazetelerin ilgili sayfalarında bazen kahvenin zararları bazen de faydaları anlatılır. Bazı hastalıklar için pratik öneriler sunulur. Ancak bunlara bilimsel bilgi muamelesi yapılamaz. Benzer şekilde Kur’an, hadis yahut din hakkında iddialı yorumlarda bulunanlar bu konuda eğitimli olmayabilirler, eğitimli olsalar da bazı zaaflarının yahut ideolojilerinin kurbanı olabilirler. Bilgileri çok olsa da zeka ve değerlendirme yetenekleri aynı oranda olmayabilir.
O hâlde hadisleri ayıklama meselesinde kişisel olarak ne yapılabileceği üzerinde durulmalıdır. Çünkü bir konuda bilgiyle veya önündeki farklı seçeneklerle uğraşan herkesin her zaman bir ayıklama yapması gerekmektedir. Bu dünya öyle bir dünyadır. Hayatımızın neredeyse her alanında ayıklamalar yaparız ancak bunlar sürekli ve mekanik bir şekilde işlediği için bunun farkında olmayabiliriz. Eve alacağımız bir ampul konusunda da çocuğumuzu göndereceğimiz okula dair de sevdiklerimize alacağımız hediyeyle ilgili de mutlaka araştırmalar yapar, alternatifleri gözetir, bilinçli bir ayıklama sürecine girer ve öyle tercihte bulunuruz.
Hadisler konusunda da en azından gündelik hayattaki ayıklama ve dikkat bilincine sahip olmak zorundayız. Bunun için de elbette hadisler konusunda yeteri kadar ön bilgimiz olması gerekir. Hadis konusuna ilgi duyanların en azından ikişer tane hadis usulü, hadis edebiyatı veya hadis tarihi gibi kitapları okumaları çok önemlidir. En azından kavramsal bir bilgiye sahip olmak adına giriş seviyesinde de olsa birikimli olmamız gerekir.(6)
Hadislerden Hüküm Çıkarmak
Bu noktada asıl mesele, mevcut bilgilerimizin anlaşılması, aktarılıp yorumlanması ve onlardan hüküm çıkartılması meselesidir.
Hukuk metinleri uzaktan bakanlara göre çetrefilli olsa bile anlam olarak net yazılmaya çalışılır. Bu nedenle kanun maddeleri uzun uzun yazılır. Avukatlar, hakimler ve savcılar hukuk öğrenmek için ciddi bir eğitim alırlar. Bu alanda belli bir bilgi birikimine ulaşmadan kimse hukukçu olamaz. Buna rağmen “Bu insan suçlu mudur, değil midir? Suçlu ise ne kadar suçludur? Ne kadar ceza almalıdır?” konularında hukukçular arasında görüş birliğine varmak çok zordur ve nadir rastlanan bir durumdur. Sadece ceza hukukunda değil medeni hukuk, icra hukuku, ticaret hukuku gibi davalarda da durum böyledir. Mahkemelerin verdikleri kararlar hemen her zaman temyize gönderilir.
Elbette ki temyize gönderme nedenleri arasında bazen kötü niyet, bazen menfaat, bazen özensizlik gibi durumlar olabilir. Ancak sonuçta bir davayı temyize gönderen o davayla ilgili kendi lehine olduğunu düşündüğü konularda eksiklik veya hata olduğu düşüncesidir.
Benzer şekilde dini konularda da hüküm verirken veya bir yorumda bulunurken bazılarının kötü niyetli, bazılarının kasıtlı, bazılarının yeterli bilgi-zeka-anlayışa sahip olmaması gibi durumlar söz konusu olabilmektedir.
O hâlde ulaşacağımız sonuç açıktır: Dini konular da hukukçuların görüşlerinde rastlanılan farklılıklar gibi düşünülebilir. Beşerî hukukta yaşananlar dini meselelerde de bilgi yetersizliğinden, kötü niyetten veya farklı görüşlerde olmaktan dolayı daha fazla yaşanabilir ve yaşanmaktadır.
Hadislerin Dinde Kaynak Olması
“Efendimiz’in (sas) sözleri (hadis) ve davranışları (sünnet) dinde kaynak mıdır?” sorusu şöyle bir durup düşününce bile abes ve kendi içinde çelişkili olduğu anlaşılacak bir sorudur. Çünkü din, Efendimiz’in (sas) bize “din” diye aktardığı şeylerden ibarettir. Evet, din, bir peygamberin getirdiklerinden ibarettir.
“Peki Kur’an?” diye soranlar olacaktır.
Öncelikle belirtelim ki kendisine kitap verilmemiş peygamberler vardır. Hatta kendisine kitap verilmeyen peygamberlerin kitap verilenlerden daha fazla olduğunu da biliyoruz. Bu peygamberlere iman ve itaat etmeyenlerin cehenneme gideceklerini de Kur’an’ın kesin beyanıyla biliyoruz.
O hâlde diyebiliriz ki; Allah Teala tarafından gönderilmiş hak bir dinin var olması için esas olan kitap değildir. Anlam ve önem açısından ikincil manasını kastetmeden şunu söyleyebiliriz: Evvela peygamber vardır, sonra ona verilen kitap vardır. Peygamberlerin de çoğuna kitap verilmemiştir. Kur'an'da ismi geçen peygamberleri ve aralarından kendilerine kitap gönderilenleri saysak kitap gönderilmeyen peygamber sayısının daha çok olduğunu görebiliriz. Bu sayılar üzerinde bazı tartışmalar olmakla birlikte Kur’an’da yirmi beş peygamber ve altı kitap gönderildiğinden bahsedilir. Altı kitaptan kasıt, Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an’dan başka Hz. İbrahim (as) ve Hz. Musa’ya (as) gönderildiği beyan buyurulan suhuf yahut sahifelerdir.(7) Hz. Musa’ya (as) gönderilen sahifelerin Tevrat’tan önce indirildiğine dair zayıf bir rivayet varsa da bu konuda net bir bilgi bulunmamaktadır. Ayrıca yine zayıf kabul edilen bir hadise göre insanlık tarihi boyunca gönderilen sahifelerin sayısı yüz olup Hz. Adem’e (as) on, Hz. Şit’e (as) 50, Hz. İdris’e (as) otuz ve Hz. İbrahim’e (as) de on sahife indirilmiştir. Aynı hadisin farklı bir versiyonunda yüz dört adet kitaptan veya sahifeden de bahsedilir.(8) Bütün bu zayıf rivayetleri sahih bile kabul etsek kitap gönderilen peygamber sayısının gönderilmeyen peygamber sayısından daha az olduğu sonucunu değiştirmez.
Özet olarak, bütün peygamberlere vahiy verilmiştir fakat az sayıda peygambere suhuf, levha veya kitap verilmiştir. Sadece bu bile peygamberin peygamberliğinin kendi beyanı ile olduğuna bir delildir. Bu gerçek de bizi şu sonuca götürür: Bizim Allah’ın kulları olarak mesul olduğumuz şey, peygamberin sözleri ve davranışlarıdır. Eğer, “Dinin esası kitaptır, peygamberin sözlerini ve davranışlarını din olarak görmek hatadır.” denilirse öncelikle bu noktada ciddi bir çelişkiye düşmüş oluruz.
Hadisleri Kabul Etmeyenlerin Bir Çelişkisi
Efendimiz’in (sas) “Kur’an bana Allah’ın ilettiği vahiydir.” iddiası veya ifadesi bizzat hadistir. Yani Efendimiz’in (sas) mübarek ağızlarından dökülmüş bir sözdür.
Şimdi biraz dikkatle durumu netleştirmeye çalışalım: Bundan bin dört yüz sene evvel Arap yarımadasında yaratılmışların en hayırlısı olarak kabul ettiğimiz bir zat ortaya çıkıyor ve diyor ki; “Allah bana vahyetti ve şu ayetleri vahiyle indirdi, insanlara da bu ayetleri öğretmemi söyledi.”
Biz bu noktada o zatın iddiasını doğru kabul edip o ifadelerin vahiy olduğuna iman ettiğimiz zaman zorunlu olarak o zatın “Bunlar vahiydir, Allah tarafından indirilmiştir.” sözünü-iddiasını o vahiyden daha önemli yani daha öncelikli saymış oluruz. Bu bağlamda dine ve vahye olan bağlılığımızı hadislerin dinde yeri olmadığını iddia ederek savunabilmemiz mümkün değildir.
Meselenin bu boyutu kavramsal olarak hep “Kur’an ve sünnet” şeklinde düşünmeye alışmış insanların zihnine zor girebilir. Çünkü Kur’an ve sünnet birbirinden kopuk iki ayrı kategori değildir ancak bunlar ortalama insanların zihninde dikotomik (kavramsal açıdan birbiriyle ilgili iki şeyi birbirinden ayrı ve kopuk değerlendirme) bir ayrıma uğrar. Birini diğerinin alternatifi gibi görme eğilimleri oluşabilir. Ancak bu eğilim hem mantıken hem dinen yanlıştır.
Oysa biraz geniş bakmayı başarabilsek ortada çok açık ve net bir durumun olduğunu görürüz. Çünkü dikkat edelim, bir insan çıkıyor ve bir meseleyle ilgili tek kaynak olarak, yani farklı birisi tarafından doğrulanabilecek bir durum söz konusu olmaksızın örneğin “Elhamdülillahi Rabbil Alemin. Errahmanirrahim. Mâliki Yevmiddîn…” sözleri Allah’ın bana vahyettiği sözlerdir.” diyor. Daha sonra bir başka zamanda ve bir başka yerde “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.”(9) buyurduktan sonra “Bu tamamen benim sözümdür.” diyor. Bu durumda ikisini ayıran şey sadece O Zat’ın (sas) sözüdür ve durum böyleyse bilgi kaynağı olması açısından Peygamber’in (sas) sözleri bizim için vahiyden daha öncelikli demektir. Çünkü bizim peygambere gelen vahyi O’nun sözü haricinde test etme şansımız yoktur. Asrı saadette yaşamış olsaydık bile Hz. Cebrail’i (as) görme ve Efendimiz'in (sas) sözlerinin doğruluğunu bu yolla teste tabi tutma imkanımız yoktu. İşte bu nedenle “Din açısından peygamberin sözü ve fiili önemli midir?” sorusu oksimoron seviyesinde mantık hatası içeren bir sorudur. Çünkü “din”, zaten Peygamber’in söz ve fiillerinden ibarettir.
Peygamber’in “Allah bana size ahirete iman etmeniz gerektiğini aktarmamı istedi.” demesinde de “Allah bana şu ayetleri vahyetti ve bunu da siz Allah'ın kelamı olarak öğreneceksiniz. Allah bunu da bana böyle vahyetti: Elhamdülillahi Rabbil Alemin. Errahmânirrahîm. Mâliki Yevmiddîn…” demesinde de bizim temelde kale aldığımız şey son tahlilde peygamberin sözü olmaktadır.
Kur’an’ı kabul etmek ancak ve ancak peygamberin sözünün dinin belirleyici unsuru olduğunu kabul etmekten geçer. Çoğu insan bu gerçeği görmüyor olabilir. Ancak bu temel, açık, net, bariz bir hakikattir. Dinin, peygamberin sözü olması meselesi bu kadar net ve açık olması nedeniyle yani zuhurunun şiddetinden dolayı insanların gözünden kaçabilmektedir. Gerçekten de bazı şeylerin çok fazla açık ve net olmaları onları görmezden gelmemize, unutmamıza, değerlendirmeye almamamıza neden olabilmektedir.
Modern devletlerde Anayasa devletin temelidir. Meclis de dahil bütün devlet kurumları Anayasaya göre şekillenir. Meclisin yapacağı kanunlar için de Anayasa en temel belirleyicidir. Meclisler Anayasaya aykırı kanun yapamazlar. Ancak diğer yandan meclis belli bir çoğunluk şartıyla Anayasanın bazı maddelerini değiştirebilir hatta yeni bir Anayasa oluşturabilir. Bu da Anayasalarda çerçevesi belirlenmiş bir şeydir. Sonuçta bu durumda bilgi kaynağı olmak açısından Meclis, Anayasanın önünde demektir.
Elbette ki bu örnek Kur’an ve hadisler meselesinde kusursuz bir örnek değildir. Çünkü insanlar ile Cenab-ı Hak arasında muazzam bir mahiyet farkı vardır. Yine de meselenin anlaşılması için bu örnek bazıları adına yol gösterici olabilir.
Fark edileceği üzere Allah Teala’dan bize bilgi getiren tek kaynak Peygamberdir ve O’ndan başka bir kaynak da yoktur. Bu gerçeği görebilmek meseleyi anlayabilme adına çok önemlidir. Peygamberin “Bu vahiydir.” sözünden başka, Allah Teala’nın neyi vahyettiğine dair hiçbir delilimiz yok ise Peygamberin bir şeye “Vahiydir.” veya “Vahiy değildir.” demesi zaten dinin temel belirleyicisi olmaktadır. Dolayısıyla birileri “Allah Teala’nın kitabı varken sadece o kitabı esas alırım, başka bir şey beni bağlamaz.” dedikleri zaman bile öncelik sırası olarak Efendimiz’in (sas) “Bu vahiydir.” sözünü esas almış olmaktadırlar. Hâl böyle olunca da “Kur’an’dan başka kaynak tanımam.” demenin bir anlamı olmamaktadır. Çünkü Kur’an’ı Allah’ın kitabı olarak kabul etmeden önce Peygamber’in “Bu kitap Allah’ın kelamıdır.” sözüne inanmak gerekmektedir. Peygamberin böyle bir sözü olmadan Kur’an’ı Allah kelamı olarak kabul etmek aklen de mantıken de doğal olarak da imkansızdır.
Bunu görüp anladıktan sonra tabii ki hadisler hakkında “Bu peygamber sözü bize sahih bir metin, anlam ve hüküm olarak ulaştı mı?” şeklinde bir kontrol mekanizması kurup işletmek yani hadisleri bilinçli bir şekilde ayıklamak makuldür.
Zaten bu kaynak kontrolü veya bilinçli ayıklama meselesi dine mahsus da değildir. Bilindiği gibi kitaplarda veya bilimsel makalelerde “dipnot” veya “atıf” sistemi vardır. Bilimsel bir bilginin bilim çevrelerinde anlaşılıp yayılması konusunda en temel unsur bu atıflardır. Bu atıflar veya kaynak gösterme meselesi bir cins ayak izidir. Bu ayak izleri sayesinde araştırmacılar bilimsel gerçekleri ortaya çıkarabilmekte, o ayak izlerini bırakan eski yolcular ve onların çalışmaları hakkında bilgi edinebilmekte, böylece bir konudaki ilmî tecrübeler tekrarlanıp bu deneyimler arasında makul ilişkiler kurulabilmektedir. Konumuz itibariyle en önemlisi de bir bilginin asıl kaynağına kadar ulaşılabilmektedir.
Bu bağlamda ve benzer şekilde hadis alimlerinin kullandıkları “haddesenâ (bize söyledi, rivayet etti) – ahberanâ (bize haber verdi)” konuları da bir cins atıf sistemidir ve zamanın ötesinde, oldukça gelişmiş bir sistemdir.
Sonuç olarak, bilginin nakledilirken doğru nakledilmesi meselesi her zaman her konuda karşımıza çıkar. Gündelik işler için de bilimsel konularda da bu durum böyle olduğu gibi hadisler için de böyledir.
Allah Teala’dan bizleri dinini doğru anlayıp ihlasla yaşayan kullarından eylemesini diler ve dileniriz.
1 Aliyyü’l Kârî, Uydurma Olduğunda İttifak Edilen Hadisler, s. 128
2 Müslim, İman, 95; Tirmizi, Birr, 17-18
3 Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 171-212
4 İbnü’l Kâs, Cüz’ fihi feva’idü hadis-i Ebi Umeyr, 19, vecih no:7, aktaran; Suat Koca, Bir Hadis, Altmış Hüküm (Vecih): İbnü’l Kâs ve Feva’idü Hadisi Ebî Umeyr Adlı Hadis Cüzü, erişim adresi: dergipark.org.tr/tr/download/article-file/895545
5 Maide, 44
6 Bu konuda giriş seviyesinin biraz üstünde bilgi edinmek için şu makalelerimize göz atabilirsiniz:
https://kurantime.com/hadisleri-dogru-anlamak-ve-yorumlamak-tek-parca
https://kurantime.com/hadis-101-hadisleri-anlama-rehberi
https://kurantime.com/literal-hadis-okumalari
https://kurantime.com/hadis-ilminde-yalan-ve-hic-yalan-soylemeyenler
7 Taha, 133
8 Suyuti, Dürrü’l-mensur, 8/489
9 Buhari, Megazi, 35